Mourid Barghouti (1944-2021) 2000 yılında yazdığı ve aşağıda bir bölümünü alıntıladığımız Ra’aytu Ramallah (Şairin Filistini, Küre Yayınları, 2023)* adlı kitabında kişisel tarihiyle beraber bir neslin tarihini de anlatır. “Hayat oyunu”nun bazıları için nasıl da zor olduğunun altını çizer. “Her gün zalimce ihlale uğrayan, alışkanlığın ve hızın körleştirdiği gözlerce görülemeyen” ne varsa görülmesi için elinden/kaleminden geleni yapar. “Dokusu yumuşak, hükmü sert” bir yastık metaforu etrafında örülen satırları; alışkanlıkların, hızın ve konforun körleştirmesine inat, okurlarımızla paylaşıyoruz.
Her Gün Kıyamet Günü
Mourid Barghouti
Yastıklar hayatımızın kaydını tutar. Her gece mürekkepsiz bir şekilde yazdığımız ve sessizce dile getirdiğimiz hikâyelerimizin ilk müsveddesi oradadır. Karanlığımızda sürdüğümüz, gübrelediğimiz ve suladığımız hafıza tarlalarımızdır onlar.
Her insanın bir karanlığı vardır.
Ve vardır her insanın karanlıkta hakkı.
Bütün bunlar düzensizce aklıma gelen bazı karalamalar. Yastık bizim beyaz pamuktan yapılma mahkeme salonumuzdur; dokusu yumuşak, hükmü sert. Neşeyle ve memnuniyetle yahut kaybediş ve utançla dolu başımızı kabul ettiği an, bir vicdana dönüşür yastık. Yastık bizim her günkü kıyametimizdir. Hayatta kalan her birimizin şahsi kıyametidir. Ebedi huzura kabul edilmeyi beklemeden başlayan erken kıyametimizdir bizim.
Hiçbir kanunun bizi yargılayamayacağı ve bastırılmaya çalışıldığı halde karanlığa yayılıp yastığın ışığında belirginleşen küçük günahlarımız. Ancak yastıklar bilir onları, hani sır tutmayan ve uyuyanını savunmak umrunda olmayan yastıklar.
Her gün zalimce ihlale uğrayan, alışkanlığın ve hızın körleştirdiği gözlerce görülemeyen güzelliğimiz ve kıymetimiz, sadece orada toparlanabilir ve yeniden kazanılabilir. Onları orada toparlayıp namlarını kurtarabildiğimiz için hâlâ devam edebiliyoruz bu oyuna. Hayatla oyuna.
Yastık hiçbir şey iddia etmez. Mikrofonlar yalan söyleyebilir. Aşka dair güzel sözler, kürsüler, figürler, mektuplar, raporlar, nutukçular, liderler, doktorlar, analar yalan söyleyebilir. Yastık ise hakikatten dokunmuştur. Bir sır olan hakikatten, günlük hesaplardan saklı hakikatten.
Mağluplar zafer iddiasında olabilir ve kendi yalanlarına inanabilirler. Fakat başlarını koydukları an hakikati onlara söyleyecektir küçük yastıkları; onlar inkâr etseler dahi. Zafer kazanmadım ben. Böyle diyecektir kendi kendine, ağzını bile açmadan. Şayet onun cesareti yoksa yastığın vardır: Kazanmadın. Halkın gözünün önüne muzaffer gibi çıkacaktır yine belki. Hatta bazılarınca desteklenecektir de. Ne var ki o destekçiler de geceleyin bir başlarına ve hesabı makamlarından, yamanmış desteklerinden uzak kaldıklarında o soğuk ürpertiyi hissedeceklerdir.
Hayatın değeri, kendini ortaya koyma derdi, gururlanmalar, bir anlayışı değil de öbürünü benimsemeler, -gündüz vakti ve kalabalıkların, rekabet ve çatışma ateşinin teyid ettiği- bütün bu kendinden emin duruşlar, yastık tarafından bir faraziyeye dönüştürülüverir. Acımasızca sorgulanmayı bekleyen şüphelerimizdir yastık.
Yatakta sırt üstü uzanmış, başım kenetli ellerim arasında, bilmiyorum gözlerimi tavana doğru mıhlayan şeyin ne olduğunu. Bu kopkoyu karanlıkta tavan artık orada değil gerçi fakat uykunun benimle hiç işi yok. Başkaları için yaratılmış o. Ramallah’taki son gecem bu gece. Şu küçük odada, binlerce soruya ve bir yerleşime açılan şu pencerenin altında geçireceğim son gece bu gece. Sanki o tahta köprüyü geçmiş olmakla hayatımın günlerinin önüne geçtim. Günlerimi aldım karşıma. Dokundum bazı detaylarına, sebepsiz yere ve bazılarını görmezden geldim, yine sebepsiz. Kendi kendime bütün hayatımı dile getirdim, misafirlerimin beni sessiz duruyor sandıkları zamanlarda.
Yasak köprüyü geçtim ve birden, dağılmış parçalarını toplamak için yere eğildim. Tıpkı buz gibi soğuk bir günde paltomun uçlarını bir arada tutmaya çabalamam yahut uzaktan dönen bir öğrencinin yol boyunca dağılmış kâğıtlarını rüzgârın elinden toplamaya çalışması gibi. Kahkahanın, öfkenin, gözyaşının, aptallıkların gecelerini ve gündüzlerini topladım yastığımda. Ve yastığımda, hepsini ziyaret etmeye bir insan hayatının kâfi gelmeyeceği mermer abideleri andım sükût ve hürmetle.
(…)
Bu gece ev ahalisinin uykuda olduğu ve şafağın sökmek üzere olduğu bu gece, hiçbir gündüzün cevabını veremediği bir soru soruyorum:
Nedir ruhu renklerinden mahrum bırakan?
İsabet eden o şey neydi bedene,
işgalcinin kurşunları dışında?
* Mourid Barghouti, Şairin Filistini, çev:Melis Hafez, İstanbul: Küre Yayınları, 2023, s. 167-169. Metnin imlâsına sadık kalınmıştır.