“İşgal, meçhul bir sevgiliye âşık nesiller yarattı bizden: uzak, çetrefil; muhafızlarla, surlarla, nükleer füzelerle ve katıksız bir terörle çevrilmiş bir sevgili.”[1]
Filistinli şair Mourid Barghouti, sürgünde geçen hayatının bir evresinde -yıllar sonra- memleketi Ramallah’ı tekrar görme imkânı bulur; Filistin’e kavuştuğunda bile ona hasret kalmanın verdiği yersiz yurtsuzluk hissiyle Filistinlileri “meçhul bir sevgiliye âşık nesiller” olarak niteler. İşgâl altındaki vatanını görmek, Edward Said’in ifadesiyle sılaya kavuşmaktan ziyade sürgünlük duygusunu perçinler. [2]
Berlin’de yaşayan, anadilinde yazan Filistinli yazar Adania Shibli’nin anlatısı da Barghouti’nin “uzak, çetrefil; muhafızlarla, surlarla (…) ve katıksız bir terörle çevrilmiş” Filistin’in iki dönemine odaklanıyor. İki bölümden oluşan Küçük Bir Ayrıntı’nın birinci bölümü, Nekbe’nin ertesinde, 1949 Ağustos’unda işgâl altındaki Filistin’in güneybatısındaki Mısır sınırında bir çölde geçiyor. [3] Romanın ilk yarısı bir günlük formunda; yok etmeye programlanmış bir robot gibi duygusuzca hareket eden, ötekileştirdiği her canlının hayatına son verme hakkını kendinde gören psikopat bir subayın gözünden -ama üçüncü tekil şahıs anlatımıyla- aktarılır olaylar. Esir alınan bedevi bir kızın İsrail birliği tarafından topluca tecavüz edilerek katledilmesi, ilk bölümün gerilimini oluşturur. İkinci bölümdeki olaylar ise modern dönemde Ramallah’ta yaşayan bir kadının gözünden okuyucuya aktarılır. Uzun yıllar önce Negev Çölü’nde -başka rastgele cinayetlerle beraber- işlenen bu cinayet, kadının karşısına bir gazete yazısında çıkar. [4] Kadın, doğumundan yirmi beş yıl önceki cinayet gününün rastlantıyla kendi doğum gününe denk gelmesine takılır; bir tür doğum-ölüm dikotomisinin cazibesiyle bu kızın hikâyesinin peşine düşer.
Adania Shibli, ilk bölümde -özdeşlik kurmak istemeyeceğimiz- bir karakterin gözünden, sanki etrafta gezinen bir kameraya takılan ayrıntıları metne yansıtır; özünde trajik bir hadiseyi üçüncü şahıs anlatımın katkısıyla, mesafeli bir bakış açısıyla aktararak okurda rahatsız edici bir etki oluşturur. Hareket eden her canlıyı öldüren bir katil temsili olarak subayın, barakasında her yalnız kaldığında sürekli temizlenme çabası, gövdesinin kasılması ve yaralı bacağının zonklaması gibi tekrar eden motiflerin her birini birer metafor olarak okumak mümkün: Subayın temizlik saplantısını, işgâlcilerin ellerini bu cinayetlerden temizleyemeyecekleri; paranoyakça öldürme refleksini, korkaklık ve öldürme döngüsünün sürgit devam edeceği; kasılma ve zonklamaları ise bir halkın direnişinin bu sömürgeci zihniyeti rahat bırakmayacağı şeklinde yorumlayabiliriz. Bu topraklarda ölümün ve kötülüğün ne denli sıradan hâle geldiği gerçeği, anlatının tamamına siner; tıpkı Gassan Kanafani’nin Güneşteki Adamlar adlı novellasında Filistin’den kaçak yollarla çıkmaya çalışan Filistinlilerin, bir kamyoncunun basit bir ihmâliyle ölmelerindeki gibi. [5]
Filistin topraklarının ıssız bir bölgesine kamp kurmuş askeri birliğin görevi, “Arapları bölgeden temizlemek”tir. Romanın ilk bölümünün odağındaki subay, Negev Çölü’ndeki çorak toprak parçasının “gelecek nesiller için muhafaza” edilmesinin önemini, bölüğündeki İsrailli askerlere şu cümlelerle anlatır: “Düşmanı biz arayacağız, onun karşımıza çıkmasını beklemeyeceğiz. ‘Biri seni öldürmeye çalışıyorsa ondan önce davranıp sen onu öldür.’ ” [6] Zira bugün hâlâ canlı tutulmaya çalışılan bir anlatıda sıkça tekrarlandığı gibi “binlerce yıl önce atalarının geçtiği bu toprakları, en çok sürgündeki Yahudiler hak etmektedirler”. Filistin’in orta ve kuzey bölgelerinde yaptıkları gibi Negev’i de “yaşanabilir” kılmak ve “gelişmiş, medenileşmiş bir bölgeye, eğitim ve kültür merkezine dönüştürmek” için buraların, Arapların elinde çorak arazi olarak kalmasına razı olamazlar; “Zira bedeviler bırakın ekmeyi, çoğu zaman ekili olanı sökerler. Hayvanları önlerine çıkan her yeşili yutar.” [7] Sömürgecilerin gelişmemiş gördükleri birtakım yerlere medeniyet götürme gerekçesi, aşina olduğumuz biçimde, işgâli meşrulaştırmanın gayet bayat bir bahanesidir.
Romanın asıl taşıyıcısı olan ikinci bölümde yazar taktik değiştirir; bu kez anlatıcının yaşadıkları ve zihninden geçenler birinci tekil şahıs anlatımla doğrudan aktarılır okura. Yine adını bilmediğimiz kadın karakter, genç kızın katledilmesi vakasını, bir de kurbanın gözünden görmek ister. Yeni bir işe girmiş, temiz bir eve taşınmıştır. Bu yenilik ve temizlik duygusunu gölgeleyen ise işgâl altındaki gündelik hayatın tekinsizliğidir: “Kurşun sesleri, askerî devriye sirenleri, kimi zaman da helikopter, savaş uçakları ve bombardıman sonrasında ambulans sirenleri hep son dakika haberlerinden hemen önce meydana gelmez, bazen köpek havlamaları da boşluktaki sesin bir parçası hâline gelir.” [8] Sıklıkla yaşanan dehşet anlarına rağmen hayata devam etme çabasını da ironik bir dille anlatmayı ihmâl etmez. Kontrol noktalarındaki çileler, işe gidip gelirken her an burun buruna gelinen namlular, yan binada patlama olduğunda -pencere açık değilse- patlayan camlar, ofise dolan toz bulutları arasında kalemi, kâğıdı kurtarmak gibi nice ayrıntıyla tanıştırır okuru.
Kadın, olayı araştıracağı arşivlerin İsrail’in Negev bölgesindeki Askeri Tarih Müzesi’nde olduğunu öğrenir. Bir Filistinlinin işgâlci devletin hafızasının tam merkezine gitmeye kalkışması, yeldeğirmenlerine sefer düzenleyen Don Kişot’unki kadar çılgıncadır. İşgâl altında yaşayan Filistinlilerin ülkeleri içinde dolaşma özgürlükleri bulunmaz. Batı Şeria, her biri farklı idari sınırlılıkları bulunan A, B, C bölgelerine ayrılmıştır. Bu bölgeler arasındaki ulaşım, kontrol noktalarından geçerek sağlanır ama her bölge için farklı kurallar geçerlidir. Kadının yaşadığı ve çalıştığı yer A bölgesinde; arşivlerin bulunduğu yer ise C bölgesinin de ötesinde, neredeyse Mısır sınırına yakın bir bölgededir. Kadının A bölgesi sınırları dışına çıkması bile zorken Batı Şeria’nın da ötesine geçebilmesi kendi ikâmet kartıyla mümkün olmadığı için bir arkadaşından buna imkân veren kartını ödünç alır, bir başka iş arkadaşının yardımıyla da yasak bölgede yol almasını sağlayacak -“sarı plâka”sı bulunan- bir araç kiralar. Başkaları için sıradan özgürlükler işgâl altındaki bir bölgede yaşayanlar için aşılması zor engellerdir. Başka bir coğrafyada “normal” gündelik aktivitelerin gerçekleştirilmesi, burada psikolojik bir eşiğe dönüşür: “Olayla ilgili gerçeği araştırabilmem için her şey hazır. Fakat biraz önce kiraladığım küçük beyaz arabanın direksiyonuna geçip de motoru çalıştırmak için kontağı çevirdiğimde örümceğe benzer bir şey etrafıma ağlar örmeye başlıyor. Öyle sıkı örüyor ki aşırı kırılganlığımdan dolayı kimsenin delip geçemediği bir bariyere dönüşüyor. Bariyer korkusuyla başlayan, korku bariyeridir bu.” [9]
Kahramanımız yol boyunca adres ararken ve kontrol noktasından her geçtiğinde kendi kendine panik, korku ve anksiyeteyle dolu maceralar yaşar; yolculuğun bir kısmında yanlış güzergâhta kaybolur. Arabanın yan koltuğundaki güncel haritadan yolunu bulmaya çalışırken tarihî Filistin haritasından yok olmuş ve adları değiştirilmiş köylerin adlarını gördükçe kadının hissettiği derin hüzün, metne yansır. [10] Mekân hafızası, bir vatana ait olmakla o toprak parçasını işgâl etmek arasındaki farkı açığa çıkarır; tıpkı şu cümledeki gibi: “Çok uzak bir geçmişte yeryüzünden silinmeden önce Yafa’dan Askalan’a kadar kaç şehir ve köy bulunduğunu anlayacak kadar bu bölgelerden olan yeterince insan tanıyorum.” [11] Yol boyunca zihninden berrak şekilde geçen, sadece şehir ve yerleşim birimlerinin adları değildir; evlerin şekilleri, yollar, bitkiler ve orada yaşayan insanların yüzleri de zihninde sıralanır. Yafa’daki askeri müzeyi gezer; Filistinlilerin nasıl katledildiğinin belgelerini, paniğini bastırarak ve soğukkanlı görünerek incelemek zorunda kalır. Bu müzede genç kızın hikâyesine dair hiçbir şey öğrenemeyeceğini anlar, tekrar yola koyulur. Nirim’de kişisel bir gayretle kurulmuş ufak bir müze-arşiv bulur. Burada kendisini Arap olmayan bir araştırmacı olarak tanıtır, görevlinin kahramanlık anlatılarını dinlemek zorunda kalır. [12] Genç kızın cinayetinin bu bölgede işlenmediği sonucuna varır; olayla ilgili bir bilgi bulamaz. Nihayet kahramanımız, geçmişte katledilen bedevi kızın hikâyesini bir de onun gözünden görebilmek için hikâyenin başladığı, kızın öldürüldüğü yere ulaşır. Yazar, roman boyunca bizi diken üstünde tutarak getirip bıraktığı şaşırtıcı sonla anlatısını noktalar.
Açıktan değilse de metaforlar arasındaki göndermelerle iki bölümü birbirine bağlayarak kurgulanan roman, anlatı tekniği açısından usta işi modern bir metin. Her iki bölümdeki köpek havlamaları, aniden patlayan silahlar, çölün ıssızlığı, tekinsizliği, neft kokusu/ benzin kokusu, hortumdan/ duştan akan tazyikli sular gibi çeşitli “ayrıntı”lar ve en önemlisi de genç kızla kadın arasında atılan ilmekleri takip etmek, metnin ince ince örülen dokusunu okura da hissettiriyor.
*
Adania Shibli’nin Küçük Bir Ayrıntı adlı romanı, Man Booker gibi birçok prestijli ödüle aday gösterildi. Yazar, geçtiğimiz Ekim ayında Frankfurt Kitap Fuarı’nda kendisine verilecek ödülün iptal edilmesiyle tekrar gündeme geldi. Ödülünün iptaline karşı yükselen tepkiler, sömürgecilikle mücadele açısından bakınca yazarına ödülden çok daha fazlasını verdi; Filistin direnişinin kültür endüstrisinde ses getirmesini sağladı. Hakkını teslim etmek gerek, Adania Shibli, ödül skandalının öncesinde sömürge karşıtı edebiyatın seçkin yazarları arasında yerini çoktan almıştı; bugün de Filistin Edebiyatı’nda modern anlatının en meşhur ismi Gassan Kanafani’yle beraber anılmayı hak ediyor.
Neslihan Demirci
* Daha önce Hece dergisinin Aralık 2023 tarihli 324. sayısında yayımlanan bu yazının bazı kısımları değiştirildi.
[1] Aktaran Edward Said, “Ön Söz”, Mourid Barghouti, Şairin Filistini içinde, çev. Melis Hafez, İstanbul: Küre Yayınları, 2023, s. 14.
[2] Edward Said, “Ön Söz”, Mourid Barghouti, Şairin Filistini içinde, s. 14.
[3] İsrail’in İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin katkısıyla Filistinlileri kendi topraklarından sürgüne mecbur etmesi, bölgede yaptığı katliamlar ve 1948’de devlet olduğunu ilân ettiği süreç, “Felâket” anlamında Nakba/Nekbe olarak adlandırılır. Filistin’in işgâli ve bugünkü durumuyla ilgili ayrıntılı bilgiler için bkz. Ilan Pappé, Yeryüzünün En Büyük Hapishanesi: İşgal Altındaki Toprakların Tarihi, çev. Tuğçe Ersoy Ceylan, İstanbul: Küre Yayınları, 2023.
[4] Negev, Nakab/Necef Çölü’ nün İbranice adı. Yer adlarını değiştirmek, İsrail’in sömürgeleştirme politikasının önemli bir parçasıdır. El-Halil’e Hebron, Yafa’ya Jaffa/Yafo, Batı Şeria’ya (Diffah el Garbiyye) West Bank demeleri gibi.
[5] Gassan Kanafani, Güneşteki Adamlar, çev. Mehmet Hakkı Suçin, İstanbul: Metis Yayınları, 2023. Gassan Kanafani’nin bu eseri ve “Gazze’den Mektup” adlı hikâyesiyle ilgili bir yazı için bkz. https://ziftsanat.com.tr/gassan-kanafaninin-gazzeden-mektubu/
[6] Adania Shibli, Küçük Bir Ayrıntı, çev. Mehmet Hakkı Suçin, İstanbul: Can Yayınları, 2021, s. 36.
[7] Adania Shibli, Küçük Bir Ayrıntı, s. 36.
[8] Adania Shibli, Küçük Bir Ayrıntı, s. 56.
[9] Adania Shibli, Küçük Bir Ayrıntı, s. 64.
[10] Adania Shibli, Küçük Bir Ayrıntı, s. 72-74.
[11] Adania Shibli, Küçük Bir Ayrıntı, s. 80.
[12] Nirim, 1946’dan itibaren Filistin’in işgâl sürecinde kritik bir noktadır. 1948’de İsrail devleti kurulduktan sonra Mısır’ın hedef aldığı ilk yer Nirim’di. Necef (Negev) Çölü ve Nirim, 7 Ekim 2023’te İsrail’in düzenlediği bir müzik festivali sırasında Hamas’ın bölgeye saldırdığı iddiasıyla tekrar gündeme geldi.