Bourdieu “yazınsal alan” kavramına dikkat çektiği ve işlerliğini gösterdiği Sanatın Kuralları kitabında bir metnin alımlanışında estetik değerini tayin ederken “iç okuma” ve “dış okuma” şeklinde iki mekanizmanın varlığına işaret eder. [1] İç okuma, edebiyat eleştirisinde yakın okuma denilen okuma pratiğinin bir sanat düzleminde yorumlanmasıdır aslında. Dış okumaysa metnin kültürelliğine yani bir toplum içinde üretilmiş ve dolaşıma girmiş oluşuna dikkat çeker. Yazınsal alan bu açıdan yalnızca yazarlık toplumunu değil, “Yazınla ilgisi olan, yazından bir çıkar bekleyen, yazına ilgi duyan insanlar bütünü: yayımcılar, dergi yönetmenleri, kuşkusuz yazarlar ama aynı zamanda öğretmenler, yorumcular, eleştirmenler vb. arasında nesnel bağlantılar uzamıdır”. [2] Her biri bir üreticidir de aynı zamanda ve üreticiler yazınsal alanın yazınsallığını da gösterebildiklerinde sanatsal bir yapıtın estetik değeri daha isabetli okunmuş olur. Bourdieu, okurlarına bunu gösterirken Flaubert metinlerini kullanır; Flaubert çünkü modern edebiyatın kanonik yazarlarından biridir. Kendi okuma önerisiyse estetik değer atfedilen bir metnin “üreticiler uzamı içindeki konumunun bilinmesiyle, yapıtının yapıtlar uzamı içindeki konumunun bilinmesinin kendisi hakkında ortaya çıkardığı bilgiler arasında sürekli gidiş gelişler yapılmasıdır.” [3]
Bir benzerini Sanatın İcadı kitabında Larry Shiner yapar. “Sanat”, “sanat”, “güzel sanatlar” ve her birinin zanaatle ayrışmasını kültürel tarih içinde konumlandırırken estetik kavramının da keşfiyle modern sanatın Avrupa icadı olduğunu söyler. Shiner’in tarihsel okumasında 18. yüzyılda büyük bir bölünme gerçekleşir ve bu bölünme “sanat kavramının yazgısını tayin eder.” [4] Artık “bir tarafta yeni güzel sanatlar kategorisi (şiir, resim, heykelcilik, mimarlık, müzik), bunun karşısındaysa zanaatlar ve popüler sanatlar (ayakkabıcılık, nakışçılık, hikâye anlatıcılığı, popüler şarkılar vs.)” vardır. [5] Antik Yunan’dan itibaren “güzel” olarak alımlanan her nesne işin (burada Shiner’ın sanat ve zanaat ayrımını “iş” bağlamında ayırmasından dolayı böyle ifade ediyorum), esin perileri ve dehayla ilişkilendirilerek estetik olarak kodlanmasıyla kolektif bir yaratımdan ayrıldığı ve özerkleştirildiği bir dönüşüm yaşanır. Sanattan alınan zevk de “güzel sanatlara özgü, düşünceye dayalı incelmiş zevk” ve “faydalı ya da eğlendirici ürünlerden aldığımız sıradan zevk” şeklinde ikiye ayılır. [6] “Estetik” olan yapıt, ona bakandan ya da onu okuyandan belli bir entelektüel sermaye bekleyen bir alımlamayla, Bourdieu’nun da bahsettiği ağlarla ilişkilendirilerek kodlanır.
Bir sanat yapıtı söz konusu olduğunda burada hem bakan hem okuyan şeklinde iki alımlamayı birlikte düşünmüşken (ki artık buna işiten de eklenebilir) ve Flaubert merkezli okumaları örnek vermişken yazarın kelimelere resmin eşlik etmesine dair verdiği tepkiye de değinmek olmaz. Alberto Manguel’in dediğine göre Flaubert “Kimse ben hayattayken beni resimleyemeyecek.” diye yazmış. [7] Çünkü bir metnin alımlanışındaki çoğulluğu illüstrasyonun tekile indirgediğine inanıyormuş. [8] Oysa Resimleri Okumak kitabında Manguel, çocukken karşılaştığı ilk imge olarak teyzesinin resim stüdyosunda gördüğü Van Gogh’un Saintes-Maries Kumsalındaki Balıkçı Tekneleri (1888) tablosunu anımsar ve imgeden anlatıya sanat tarihine tabloları okuyarak alternatif bir izlek sunar. İyi bir okur olan Manguel için resimler de en az hikâyeler gibi okurunu bilgilendiren bir etki alanı açar. Okur resimlerden yola çıkarak hem bir anlatı inşa eder hem de resmi konumlandırır. İster kendi arzularımız, tecrübemiz, sorgu ve pişmanlıklarımızla ister başkalarının resimler üzerindeki çıkarımlarıyla yaklaşalım, Manguel için “Resimler de aynı kelimeler gibi imal edilmiş olduğumuz hammaddelerdir.”; [9] görüntü, hikâyeyi çağırır ya da doğurur. [10] “Bilimsel açıdan hikâye anlatıcılığı zamanda var olur, resimler ise uzayda. (…) Resimlerin aksine, yazılı kelimeler durmaksızın sayfanın çerçevesinin dışına taşar: Bir kitabın kapakları metnin sınırlarını belirlemez, metnin tümü (kısa alıntılar ve özetler dışında) hiçbir zaman fiziksel bir bütün olarak varolmaz.” [11] Yani, “(…) kitapların varoluşu onları bir arada tutan kelimelerin durmaksızın akmasında yatar; bu kelimeler, bu kitapları okumaya vakfettiğimiz zaman boyunca baştan sona, ön kapaktan arka kapağa akar.” [12]
Bu yüzden resmedilmiş ya da yontulmuş, fotoğraflanmış ya da sahnelenmiş yani herhangi bir temsil biçiminde inşa edilmiş bir resmi okuduğumuzda “onlara anlatının zamansal niteliğini taşırız. Bir çerçeveyle sınırlandırılmış olanı, ondan hemen önce ve hemen sonra gelene genişletiriz, değişmez olan resme hikâye anlatma zanaatı aracılığıyla (ister aşk hikâyesi olsun bunlar ister nefret hikâyesi) sonsuz ve tüketilemez bir hayat bahşederiz.” [13] Diğer bir deyişle, resimleri okumaya başladığımızda tıpkı bir kitaba eğildiğimizde Iser’ın The Act of Reading kitabında ifade ettiği şekliyle alımlama sürecini işleten “okurluk repertuarı”mızın devreye girmesi gibi bir biçimde görsel hafızamızda yer eden tüm imgelerle bağlantılar kurduğumuz bir süreci işletiriz. [14] Eleştiri, imgeler arası kurduğumuz bağın anlatıya dökülmesiyle serimlenir.
“Her sanat eserine (iyi olsun, kötü olsun) eleştirmenlerin değerlendirmesi eşlik eder, bu değerlendirme de diğer eleştirel değerlendirmelerin yolunu açar.” [15] ve “her sanat eseri sayısız okuma katmanıyla büyür, her okur bu katmanları soyarak sanat eserine kendi anlayışıyla ulaşmaya çalışır.” [16] Sanat kurumunun estetik olarak işaret ettiği ve çocuk edebiyatı piyasasında gittikçe kitschleşen metinlerin belirdiği bir yazınsal alanda, ilk alımlayıcı olan, yani bir tabloyu okuduğunda kendi belleğinin inşa ettiği anlatıyı kırarak çocuk okur için yeniden yapan bir yazarın metinleri nasıl okunur? Bu yazımda tablolardan öykülere Asuman Portakal’ın ressamları merkez edinen metinlerini sanat kurumu, etkilenme ve estetik inşası bağlamında bir temsil biçimi olarak okumaya çalışacağım.
Tabloyu Anlatıda Dekor Kılmak: Metin İçinde Metin ve “Seçilmişler Oyunu”
Ressam ve sanat eğitmeni bir yazar olarak Asuman Portakal, sanatçıları konu edindiği eserlerinde resim kanonunda yer edinmiş isimlerin farklı dönemlerinde resimledikleri tablolara metinde bir uzam kazandıran, zaman zaman ressamların tablolarına konu olan insan dışı canlılara ses veren, biyografi, otobiyografi ve öykü türlerinin iç içe geçtiği melez bir anlatı yaratır. Bu kurguda yalnızca anlatıcı kahramanlar değil, okur da metinler ve tablolar arası diyaloğu takibe davet edilir. Eserleri bir öykü kurmak odağında izlendiğinde “resmi okumak”, “resmi yazmak”, “ressamın hayatını yapıtları aracılığıyla canlandırmak”, “cansız varlıklara ses vermek”, “ötekinin diliyle konuşmak” gibi farklı yazarlık pratiklerinden yola çıkıldığı görülür. “Altın Kitaplar” etiketiyle 2022 yılında okurlarla buluşan Van Gogh’un Yıldızları metnindeyse sanatçının tablolarını polisiye bir anlatının dekoru kılar.
Yaşları 13-17 arasında değişen ve resim, yazı ve müzik sanatıyla yakından ilgilenen bir grup gencin tohum kaçakçılığı yapan bir çetenin çökertilmesini sağladıkları metinde Van Gogh sergisi ve bu serginin çeşitli performanslarla serimlenişi, sanat kurumunun işleyişini, sanat öğrenimini ve bir sanat eserinin dolaşıma girişini yansıtan bir temsile dönüşür. Anlatı içinde okurda polisiye merakı tesis eden bir etken olarak “Seçilmişler oyunu” kahramanların Van Gogh’un Yıldızlı Gece tablosunu yalnızca sergi alanında değil, İstanbul sokaklarında da deneyimlemelerine imkân tanıyacak bir gizemin kapısını aralar. İpek bir teneffüste, çantasında 7 madde yazılmış bir notla karşılaşır. “Seçilmişler Oyunu” başlığı taşıyan bu not, tekinsiz bir oyuna davettir. Kurduğu söyleme göre yalnızca seçilmişlerin bu notu aldığı, girişin seçilmekle çıkışınsa zekâyla gerçekleşebileceği, talimatların mutlaka yerine getirilmesi gerektiği gizlilik esaslı bir oyundur bu. [17] Yakın arkadaşı Örge ile durumu önceleri dikkate almasalar da Örge, annesiyle Ankara’ya gittiğinde babaannesinin yardımcısının çocuğu Diyar’ın bir arkadaşının da benzer bir not aldığını öğrendiğinde olayı çözmek için harekete geçerler. Fakat bu yazıda metnin ilgileneceğim kısmı polisiye yanı değil; çocuklar için yazılmış bir metinde sanat kurumunun işlerliğinin yazınsal alanda tesisi.
Örge ve arkadaşları okulda aslında sanat öğrenimi görmektedirler. Gitar çalmada kendini geliştirmek için konservatuvar eğitimi almak isteyen Örge, resim yapmakta zorlandığını düşünmektedir. Öğretmeni çizdiği deseni görünce “Araştırıcı çizgileri ne güzel kullanıyorsun.” diyerek onu yüreklendirir. [18] Ancak Örge’nin asıl yetkinliği öykü yazarlığıdır. Edebiyat dergilerini hem takip eden hem de Dizge Edebiyat dergisinde öyküleri yayımlanan Örge iyi bir metin okurudur ve bu okurluğu onu resim okurluğuna da yakınlaştırır. İstanbul’da sergilenmek için Amsterdam ve hatta Amerika’dan getirilen Van Gogh Alive’ı ziyaret etmek ödevlerinden biridir. Sanattan daha çok matematikle ilgilenen arkadaşı Bulut’un da aralarına katılmasıyla üç kafadar, sergiye gitmek için yola çıkarlar. Tablodan taşan yıldızlarla süslenen caddelerden geçen arkadaşlar, sergi mekânına gelmeden önce İstanbul sokaklarında gezinen Van Gogh’un tablosundaki figürlerle karşılaşırlar. Buradaki anlatıda bir de Türkçe öğretmenlerinin önerdiği Youtube’daki dijital sergi videosu gündem olur aralarında (13-14). Bulut için video ve sergi aynı şeydir. Örge ise bu fikre katılmaz. Tam o esnada kulağı tablosundaki gibi sarılmış Van Gogh aktörüyle karşılaşırlar. Örge onu fotoğraflar ve yola devam ederler. Biraz ileride bu kez hasır şapkalı, kızıl sakallı bir Van Gogh’la karşılaşırlar (15). “Resim ayaklanmış yürüyor sanki” (15) diyerek şaşkınlığını ifade eden Örge’nin tepkisinde sanat eserinin replikasıyla örtüşmesinden mimetik canlandırmanın etkisini okuruz. Bulut’un “Çakma Van Gogh bunlar ya!” sözü bu performatif taklidin sahici aurasının yitimine sebep olsa da “sergiye dikkat çekmek için bütün şehri dolaşıyorlar” sözü, sanat eserinin dolaşım pratiğini işlediği sanatın kurumsallığını yansıtır. [19] Üstelik metinde Youtube videosunun yanı sıra Loving Vincent (2017) filminden de söz edilmesi tablolara sadece anlatıda bir uzam tesis etmekle kalmaz, medyalar ve metinlerarası geçişli, yeniden yazım pratiği sergileyen bir alan da sağlar. [20] Diğer bir deyişle tabloların anlatısallığı farklı medyalarla desteklenen başka anlatılarla diyaloğa girerek çeşitlenir ve yeniden üretilir.
Sergi gezerken çocuk okura dolaylı olarak öğretilen bir diğer unsur da sanat öğreniminde izlemenin ve görme biçimlerinin anlamlandırma sürecindeki etkisidir. Anlatının kronotopunda sergi, tüm gerçekliği ve geçişkenliğiyle çocuk okurun deneyimine sunulmuştur. Oyuncular aracılığıyla canlandırılan tablolar haricinde her resim, hikâyesinin yazıldığı panolarla desteklenmiştir. Örge, Fırtına Bulutları Altında Buğday Tarlası tablosuna baktığında resmi üç boyutluymuş gibi algılamasını sağlayacak fırça darbelerini ve boya tabakasını fark edecek kadar estetik gözü gelişmiş bir çocuktur (20). Sergi girişinde telefonlarının toplanması da katılımcıların eserlerle dikkat dağıtıcılar olmadan baş başa kalıp izleyebilmelerine olanak tanır. [21] Örge, resimler üzerine düşünürken “seçkin okur” diyebileceğimiz, resmi bilen iki yetişkin alımlayıcıyla karşılaşır. Aralarındaki diyalog aracılığıyla okur da resimlere ilişkin maddi bilgiler öğrenir ve imge üzerine düşünmeye başlar. Yıldızlı Gece tablosunu konuşurlarken “servi ağacı”na dikkat çekilir. Yetişkin alımlayıcı için servi “insanın yaşam boyu verdiği mücadelenin sembolüdür.”; Örge içinse ressamın kendisi. Örge’nin bu çıkarımını tablodaki yıldızların seyrinde beliren “hüzünlü bir ağıt” benzetmesiyle destekler sergideki adam. [22] O sırada başka bir grupla daha karşılaşırlar. Alımlayıcılar farklı meslek gruplarından çeşitlenir. Artık bir öğrenci, bir doktor, bir sanat tarihçisi, güvenlik görevlisi ve çocuk okur birlikte tabloya bakıyorlardır. Anlamın çoğullaştığı bu sahnede resmi alımlamasını “güzel duygu uyandırması” şeklinde sınırlayan bir genç kıza Örge’nin diyalogda olduğu sanat okuru adam âdeta “Bir resme nasıl bakılır?” sorusunun cevabını verir: “Hem kalbinizle hem beyninizle bakın lütfen, hoşluktan çok daha fazlası var orada. Servi ağacı yanıyor sanki. Ya gökyüzü… Bulutlar, yıldızlar, güneş, ay bir şeyler anlatmaya çalışıyor bize… İnsanı içine çeken bu ışıltılı girdap sonsuzluğa çağrıdır gençler!” [23] Örge de sergiden ayrılırken sergi ve metin arasında ilişki kurar, izlenimlerini yazmaya ve Dizge Edebiyat dergisine göndermeye karar verir.
Anlatı ilerledikçe sergi odağında anlatıcı bize sanat eserinin endüstriyel pratiklerinin örneklerini de gösterir. Örge’nin annesi sergi özelinde konuştuklarında güzel sanat öğrencilerinin Van Gogh resimlerini kopyalayıp satışa sunduklarını, gelirin bir kısmının belediye sanat atölyelerine gittiğinden söz eder (39). Örge’ye ise sergi çıkışı yıldız verilmiştir. Sonradan anlarız ki bu yıldız, sergiyi dikkatle deneyimleyen okurlara ayrılmış bir nişandır. Bu arada metinde geçen bir sanat eserinin dolaşım ağını gösteren bir diğer metin de Örge’nin cebinden çıkardığı, şehre sergiyi sahnelemek için gelen tiyatroları tanıtan broşürdür (57). Örge, sergiyi iki kez daha gezer. İki yıldız daha alır. Motor kurye Ergin’le tanışır. Ergin de en az Örge kadar iyi bir yazar adayıdır. İkisinin de aynı dergide öyküleri yayımlanmaktadır. Yazma yeteneği, sınıfsallığı aşan sanatsal bir pratik olarak belirir metinde. Metin içinde metin diyebileceğimiz yazar adaylarının yazdığı öyküleri de okuduğumuz bu öykü odacıkları sayesinde okurlar olarak anlatıcı kahramanların seslerini de duymaya başlarız. Bu noktada sadece resim sanatının kurumsal serimlenişiyle değil, aynı zamanda metinler arasında seyreden eklektik ya da melez bir tür zenginliğiyle de karşılaşırız. Yazarın başarısı, anlatı içinde çeşitli anlatıcılar da kurgulayarak okura farklı sanat formlarını, farklı yaş grubu ve cinsiyetten alımlayıcıların perspektifinden de sunabilmesindedir. Üstelik burada da durmaz; esere bakma süresinin ve hafızaya imge atmanın estetik bakışı beslediği bir öğrenim biçiminde çocukluk entelektüel sermayesi gelişmiş olan Örge’ye sistem eleştirisi yaptırır. Yıldızlar, farkındalığı yüksek gençleri seçmek için verilmiştir ancak seçim kendi aralarında sohbet edenlerin ayıklandığı, resme bakan gözlerin kameralarla tespit edildiği normatif bir kıstasa göre gerçekleştirilmiştir (104-105). Yıldız sahipleri birer öykü yazacak ve il çapında yarışmaya ve katılacaklardır. Dereceye girenler Amsterdam tatili hakkı kazanacak ve oradaki Van Gogh Müzesi’ni ziyaret edecektir. Örge söz alıp düşüncesini açıklar:
“Bu işte bir yanlışlık var bence. Bir resmi algılama süresi herkese göre değişir. Kimi iki dakikada her detayı görür kimi uzun süre baksa da bir şey anlamaz. Bu biraz da kişinin merakına, sanat sevgisine, resimle olan ilişkisine bağlı. O tabloların önünde geçirilen beş dakikalık sürenin algılama yetisi, dikkat ya da konsantrasyon becerisiyle ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bu arada bende üç tane yıldız var arkadaşlar, isteyen olursa ikisini verebilirim.” [24]
Örge’ni itirazına başka itirazlar da eklenince şartname değişir ve okullara yenisi gelir. İçinde yıldız geçen bir öykü yazması beklenir tüm katılımcılardan. Metnin sonunda Örge üçüncü, Ergin ikinci, yarışma sırasında tanıştıkları Esra da birinci olur. Yıldızlı Gece tablosunun anlatı atmosferinde bir dekor olarak kullanıldığı bu metin dolayımıyla sanat kurumunun yarışmalarla da desteklenen estetik değer atfetme pratiğini de deneyimleriz.
Meryem Selva İnce
Kaynakça:
Bourdieu, Pierre. Sanatın Kuralları: Yazınsal Alanın Oluşumu ve Yapısı. İstanbul: Alfa Yayınları, 2020.
Iser, Wolfgang. “The Rudiments of A Theory of Aesthetic Response”. The Act of Reading: A Theory of Aesthetic Response. London: John Hopkins, 1980: 20-53.
Manguel, Alberto. Resimleri Okumak: Sanata Baktığımızda Düşündüklerimiz. Çev. Armağan Ekici. İstanbul: Kırmızıkedi Yayınları, 2021.
Portakal, Asuman. Picasso’nun Gözleri. İzmir: Tudem Yayınları, 2021.
______________. Van Gogh’un Yıldızları. İstanbul: Altın Kitaplar, 2022.
______________. Matisse’in Işığı. İzmir: Tudem Yayınları, 2023.
______________. Dali’nin Dehası. İzmir: Tudem, 2024.
Shiner, Larry. Sanatın İcadı: Bir Kültür Tarihi. Çev. İsmail Türkmen. 6. basım. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2020.
[1] Pierre Bourdieu, Sanatın Kuralları: Yazınsal Alanın Oluşumu ve Yapısı, İstanbul: Alfa Yayınları, 2020, s. 10-11.
[2] Pierre Bourdieu, Sanatın Kuralları, s. 12.
[3] Pierre Bourdieu, Sanatın Kuralları, s. 16. Ben de yüksek lisans tezimde Bourdieu’nun Ayrım’ında sanat alımlayıcıları arasında gösterdiği hiyerarşik yapılanmadan hareketle “seçkin okur” ve “sıradan okur” tanımlarını edebiyat habitusunda konumlandırmaya çalışmış ve Sanatın Kuralları kitabında daha açık olarak ifade ettiği okuma önerisini okur odaklı teoriler odağında Jauss’un tarihsellikle iç içe kurduğu okuma pratiğiyle yorumlamaya çalışmıştım. Bir metnin dolaşıma sokulması ve estetik bir ziyayla halelenmesi bağlamında göstermeye çalıştığım inşa için okumak isterseniz bkz. “Bir Romanı Tarihselleştirmek: Edebi Bir Olay Olarak Kürk Mantolu Madonna”, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi, 2019.
[4] Pierre Bourdieu, Sanatın Kuralları, s. 23.
[5] Pierre Bourdieu, Sanatın Kuralları, s. 23.
[6] Pierre Bourdieu, Sanatın Kuralları, s. 24.
[7] Alıntılayan Alberto Manguel, Resimleri Okumak: Sanata Baktığımızda Düşündüklerimiz, çev. Armağan Ekici, İstanbul: Kırmızıkedi Yayınları, 2021, s. 18.
[8] Flaubert’in bu isteğinden mi dolayı mı bilinmez yıllar sonra Dali, Don Quijote (1946), Montaigne’in Denemeler’i (1947), Alice Harikalar Diyarında (1969), İlahi Komedya (1965), Romeo ve Juliet (1975) gibi klasikleri illüstre etse de Flaubert’ten bir metni resimlemez (Parantez içindeki yıllar Dali’nin resimlediği tarihlere işaret eder). Metinden tabloya ilişkiler ve görseller arası bir gezinti için “The Marginalian” başlıklı bloğu ziyaret edebilirsiniz. Flaubert metinleri başka ressamların tablolarına ilham olur. Flaubert’in ölümünden sonra Lovis Corinth, Türkçeye de Ermiş Antonius ve Şeytan şeklinde çevrilen Flaubert romanından ilhamla The Temptation of St Anthony after Gustave Flaubert (1908)’i resimler. Dali’nin de bu anlatıyı işleyen bir tablosu vardır fakat bir Flaubert metni değildir.
[9] Alberto Manguel, Resimleri Okumak, s. 19.
[10] Alberto Manguel, Resimleri Okumak, s. 24.
[11] Alberto Manguel, Resimleri Okumak, s. 25.
[12] Alberto Manguel, Resimleri Okumak, s. 25.
[13] Alberto Manguel, Resimleri Okumak, s. 27.
[14] Wolfgang Iser, “The Rudiments of A Theory of Aesthetic Response”, The Act of Reading: A Theory of Aesthetic Response, London: John Hopkins, 1980: 20-53.
[15] Alberto Manguel, Resimleri Okumak, s. 30.
[16] Alberto Manguel, Resimleri Okumak, s. 30.
[17] Asuman Portakal, Van Gogh’un Yıldızları, İzmir: Tudem Yayınları, 2022, s. 7-8.
[18] Asuman Portakal, Van Gogh’un Yıldızları, s. 10.
[19] Asuman Portakal, Van Gogh’un Yıldızları, s. 15.
[20] Asuman Portakal, Van Gogh’un Yıldızları, s. 19.
[21] Asuman Portakal, Van Gogh’un Yıldızları, s. 44.
[22] Asuman Portakal, Van Gogh’un Yıldızları, s. 22.
[23] Asuman Portakal, Van Gogh’un Yıldızları, s. 23.
[24] Asuman Portakal, Van Gogh’un Yıldızları, s. 105.
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.