zift-logozift-logozift-logozift-logo
  • Ana Sayfa
  • Biz Kimiz?
  • Kategoriler
    • Pelikül
    • Yeraltı
    • GörBak
    • Copy-Paste
    • Ritim
    • Madde
    • Söyleşi
    • Mek’ân
    • Dosya
  • Tüm Yazılar
  • İletişim
            No results See all results
            ✕
                      No results See all results

                      İnsan Unutur mu Sevdiğini?

                      • Ana Sayfa
                      • Ayşe Yılmaz
                      • İnsan Unutur mu Sevdiğini?
                      Bir Belirsizlik Anlatısı: Bekleme Odası
                      12 Eylül 2025
                      Dört Sahne Üzerinden Gazze
                      6 Ekim 2025
                      Yazan Ayşe Yılmaz ‣ 27 Eylül 2025
                      Kategoriler
                      • Ayşe Yılmaz
                      Etiket
                      • A Kind of Madness
                      • Alice Harikalar Diyarında
                      • apartheid
                      • aşk
                      • delilik
                      • Güney Afrika
                      • hafıza
                      • Lady Macbeth
                      • Tristan Isolde

                      Ne tuhaf şey hafıza! Özellikle de bunayan veya bir şekilde hafıza kaybı yaşayan yaşlılar için. Çünkü ‘şimdi’ ellerinden kayıp giderken, onları sonsuz bir gençliğe veya çocukluklarına, bir kez daha yeniden yaşayabilecekleri pek değerli bir geçmişe ışınlar sanki. Bu bir ödül müdür yoksa ceza mı? Zira bu safhada çoğu zaman roller tersine döner ve artık kendilerine bakamadıklarından, bu görevi ya çocukları ya da ücret mukabilinde bazı kurumlar üstlenir. Fakat bir yandan da hafızası kendine oyun eden bu kimseler belirsiz bir süreliğine iki farklı gerçekliğin esiridirler. Kendi gerçeğim mi? Bana dayatılan gerçek mi? Hangisi daha gerçek? Bu aradakalmışlığın sürüklendiği yer bir tür delilik mi yoksa bu, acı bir unutuluşla silinip gitmeyi reddeden varlığımızın silinmez çekirdeğinin tezahürü mü? Peki hafızayla aşk arasında bir bağ var mı? İnsan unutur mu sevdiğini? İşte Bir Tür Delilik (A Kind of Madness, 2025)filmi, bu sorular etrafındaki çağrışımlarla başbaşa bırakıyor izleyicisini.

                      “Bana nasıl ölüneceğini öğret.”

                      Filmin başrol oyuncuları: denizde boğulmak üzere genç bir kadın (Elna) ile onu kurtaran cesur bir delikanlı (Daniel). Elna on bir yaşındayken yaşadığı boğulma hissini ve ölümü unutmamak için kendini öylece denize bırakmıştır. Sanki gelecekte başına gelecekleri öngörür gibi. Bir ölüm provasıdır bu. Dan ise hâlâ nasıl yaşanacağını bulma derdindedir ama Elna’yla yeniden denize doğru, bu kez kendini bırakarak yol alma cesaretini gösterebilir. Filmin bu giriş sahnesi aslında filmin kısa bir özeti mahiyetindedir.

                      O günden sonra hep ve her yerde beraberdirler. Kızın ailesi evlenmelerine karşı çıktığında birlikte kaçarlar. Yolda geçirdikleri kaza Elna’da derin izler bırakır. Yıllar sonra bir gün gözlerini ‘Hatıra Şeridi’ (Hafıza Bakım Ünitesi) denen yerde açtığında yine o güne gider ve kendini o yaşta ve o bedende hisseder. Kaybolmuştur. Her yerde Dan’i aramaktadır ve bu, her gün yaşanmaktadır. Başhemşire ona her gün “Tam olarak olmanız gereken yerdesiniz.” diye hatırlatsa da nerededir ve niye oradadır? Bu sorunun sebep olduğu krizin ardından kocasına haber verilir. Dan oraya çağırıldığı sırada şakağına dayadığı silâhla intihar etmek üzeredir. Fakat karısıyla konuştuktan sonra onu oradan kaçırmaya karar verir. 

                      Elna hatıralarında geçmişe gittiğinde seyirci de onu genç bir kız olarak izlemektedir. Böylece yönetmen, onun o ânki hislerini yakından takip edebilmemize zemin hazırlamaktadır. İlk ânda uykudan uyandığında sanki kaza günüymüş de kendisi de henüz o yaştaymış izlenimine kapılırız. Ta ki Dan’i karşısında gören yaşlı Elna’yla karşılaşana dek. Fakat onun gördüğü genç Dan’dir. 

                      “Onları güvende mi tutuyoruz yoksa esir mi ediyoruz?”

                      Elna, bir yerde durduklarında arabadan çıkıp bir mağazaya gider. Oradan üstünde hoş bir gelinlikle çıkar ve parasını ödemeden kocasıyla kaçarlar. Bu arada kaçtıkları çocuklarının kulağına gitmiştir. Ailelerini koruma vakti şimdi onlardadır. Ebeveynlerinin iyiliğini istemektedirler. Bu yüzden de annelerinin geri dönüp yine aynı yerde kalması gerekmektedir. Fakat babalarını ikna edemezler ve peşlerinden sürüklenip giderler. Bir yerden sonra arabayı bırakıp yola denizden devam ederler ama denize düşerler.

                      O sırada Dan ile Elna ormanda yürümektedir. Dan yola çıkıp geleceğini söyleyerek onu yalnız bıraktığında sanrılarıyla başbaşa kalır. Her yerde gördüğü o kırmızı kıyafetli operacı yine karşısına dikilir ve onu takip etmeye başlar. Belki de ilk unutmaya başladığı güne, en çok sevdiği operaya gittiğindeki kırmızılar içindeki operacıyı gözyaşları içinde dinledikten sonra kendini nasıl dışarı atacağını bilmediği o güne gider. Sonra Dan’le birlikte olduğu bir hayalin içinde bulur kendini. Fakat bu da uzun sürmez. Kırmızılı kadın Dan’i arkadan bıçaklar ve sevdiği oracıkta kanlar içinde kalır. 

                      Çocuklar da artık ormandadır. Esasen kim kaçmakta ve kim kovalanmaktadır? Annelerini babalarından kurtarmak isterken Elna kocasının silâhını çıkarıp çocuklarına doğrultur; tek istediği oradan Dan’le gitmektir. Yüzlerine “Sizden nefret ediyorum. Pislikler!” diye bağırır uzaklaşırken. Babalarının “Yaşlanmak hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz; ölmek hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz.” dediği gibi niye böyle davrandıklarını hiç anlayamazlar. Bu kez de gerçekten annelerinin kendilerini sevmediği ve onları takip etmenin bir yararı olmayacağı düşüncesine kapılırlar. 

                      “Artık onları nasıl seveceğimi bilmiyorum.”

                      Hiç unutuldunuz mu? 

                      Herkes bir şeyleri unutur ve bu belli bir dereceye kadar normal kabul edilir. Peki unutulmak? Hem de en yakınlarınız, hatta anneniz veya babanız tarafından… Unutmak kadar unutulmak da derin bir kayboluşa sürükleyebilir insanı. ‘Ben’i tanımlayan ‘sen’in yokoluşuyla ben kavrayışı da yara alır. Bu yarayı görmemek için Dan, çareyi Elna’nın gerçekliğini paylaşmakta bulur. Psikiyatrist kızlarının da dediği gibi “Bir insan yeterince uzun süre sanrılar içinde kalırsa bu, o kişilerin gerçekliği hâline gelebilir.” 

                      Elna ile Dan konaklamak üzere bir mağaraya sığınır. Elli yıllık evli çift, ilk tanıştıkları yerdedir. Walker Körfezi sahilinde tanışmışlardır ve burası da Dan’in Elna’ya evlenme teklif ettiği mağaradır. Kırmızılı operacı bu kez mağaranın derinlerinde elinde bir aynayla beklemektedir. İnsanın belki de kendine en yabancı kaldığı ân aynaya baktığı ândır. Mağarada yaşadıkları gözünün önünden geçer ve son bir parlama ânıdır bu. Ardından yine silinir anıları. Mağara hem gölgelerin merkezi hem de gerçekliğin farkına varılma ânının sahnesidir. Dışarı çıkılsa da yine dönülecek yer mağaranın ta kendisidir.

                      Kırmızılar içindeki kadın doğada hayatta kalmaya çalışan karakterler olarak Alice Harikalar Diyarında’ki Kırmızı Kraliçe’ye veya Kırmızı Başlıklı Kız’ın yetişkin hâline de benzetilebilir. Hatta Alice Harikalar Diyarında’ki bu karakterden hareketle geliştirilen ekonomi kavramı “Kırmızı Kraliçe Etkisi”ne göre mevcut konumun korunması ancak olabildiğince hızlı koşmaya ve mevcut konumun daha iyi bir noktaya götürülmesi hızın en az iki kat arttırılmasına bağlıdır. Oysa Elna için sayaç geriye doğru hareket etmektedir. Ve konumunu zaten çoktan kaybetmiştir. Kendisini bu kadınınki gibi kırmızı kıyafet ve eldivenler içinde hayal etmesi ise Lady Macbeth’in kanlı ellerine bir gönderme şeklinde okunabilir. Sanki hayatının bu hâle gelmesinden kırmızılı kadını sorumlu tutmaktadır. 12. yüzyıldan beri çeşitli şekillerde sahnelenen “Tristan ve Isolde”yi izlemeye gittiğinde hafızası ona oyun oynamaya başlamıştır. O yüzden de bütün suçu, görünüşte hayatındaki her şeyin dağılmasına neden olan bu kırmızılı kadına yüklüyor gibidir. 

                      “Akıl unutsa da kalp her zaman hatırlar.”

                      Dan’le birbirlerinden uzaklaştıkları bir gecenin ardından Elna sahile geri döner. Sahilde başka bir çiftin düğünü vardır. Gelinin elinden çiçeğini kaptığı gibi düğün alanına koşar. Çünkü bu kendi düğünüdür; sevdiği adamla evlenip denize yelken açacaktır.

                      Yaşadığı sevinç sayesinde çocuklarını da hatırlar. Annelerinin kendilerinden nefret ettiğini düşünen bu üç yetişkin, küçük çocuklar gibi mutlu bir şekilde onun ardından el sallar. Elna, “Anneniz sizi çok seviyor!” diye bağırdığında onlar da bir tekerleme edasıyla tekrar tekrar “Biz de sizi çok seviyoruz!” diye seslenirler.

                      Babanın çocuklarına tavsiyesi ise manidardır: 

                      “Bizi unutun.

                      Harika bir hayat yaşadık. Şimdi sıra sizde. Çıkıp kendinize harika hayatlar kurmanızda.

                      Mutlu olun.”

                      Temelinde unutmanın olduğu bir hayat nasıl inşa edilebilir? Yahut ancak unutarak mı mutlu olunur? Harika hayatlar yaşamak için unutmak mı gerekir? Ebeveynlerinin yaşadığı harika hayatı kendilerine örnek alamazlar mı? Ki tamamen unutmak ne derece mümkün?

                      “Özgürlük kaybedecek hiçbir şeyin olmamasıdır.”

                      The Notebook (2004, Nick Cassavetes), Karavan (The Leisure Seeker, 2017, Paolo Virzì) ile yine iki komedi Güney Afrika filmi 90’ında Hans adında bir adamın huzurevinde isyan çıkarmasına dayanan Hans Steek die Rubicon Oor (Corné van Rooyen, 2023) ve 80 yaşlarında üç hanımın çocuklarından kaçarak meteor yağmuru izlemeye gitmelerini konu alan die Kwiksilwers (Jordy Sank, 2024) filmleriyle Christiaan Olwagen’in yönetmenliğindeki bu Güney Afrika filmi arasında birtakım benzerlikler dikkat çeker. Yine de en çok Karavan’la ortaklaştığı söylenebilir. İki komedi filmi daha çok yaşlıların toplumun ve ailenin “koruyucu” sınırlarını aşarak kendi yaşama haklarına sahip çıkışlarını ön plana alırken The Notebook, karısının silinen anılarına inat bıkmadan, usanmadan her gün ona kendi hikâyelerini okuyup geçmişini ve kendisini hatırlamasını sağlayan bir adam üzerinden aşkın hafızadaki etkisine yoğunlaşır. 

                      Karavan’da da Ella ile John’un Hemingway’in evine doğru yaptıkları yolculuk, silinen hafızalarından, ölümden ve aile baskısından bir kaçış gibi görünmektedir. Aşkın kurtarıcılığını öne çıkaran The Notebook ile Bir Tür Delilik filmlerinin aksine Karavan daha çok yolculuğu terapötik bir yerde konumlandırmaktadır. Aslında her iki film de yolculuk filmleri kategorisine alınabilirse de Bir Tür Delilik, içsel çatışmalara boğulmuş bir zihinle, Karavan ise farklı hayatların kesiştiği bir yolculukla bunu göstermektedir. Ayrıca Karavan’da karakterler oldukça yüzeysel resmedilmekle birlikte çatışma da olması gerektiği derinliğe sahip değildir. İzleyiciyi filmin sonuna getirmesi beklenen süreç iyi işlenmemiştir de.

                      Bir Tür Delilik’te ise karakterler daha karmaşık ve katmanlıdır; diğer taraftan aile ve çocuklar vurgusu üzerinden nesillerarası gerilime de işaret eder niteliktedir. Sarı Ford Taunus filme ayrı bir nostalji katarken, flaşbekler geçmişle şimdiyi akıcı şekilde birbirine bağlar. Manzaraları kültürel bağlamla bütünleştirerek onu bir fondan ziyade hikâyenin parçası hâline getiren yönetmenin kullandığı mekânlar adeta bir sahne dekoru işlevi görür. Güney Afrika’da yaşlı kadınların sıklıkla aile yükünü taşıması gibi oyuncu da bakışıyla, duruşuyla karakterin katmanlı yapısını güçlendirmektedir.

                      “Yabancının gözleri içimi görüyor.” 

                      İşe tiyatroyla başlayan ve Johnny is Nie Dood Nie (2015), Kanarie (2018) ve Poppie Nongena (2019) gibi yapımlarıyla tanınan Olwagen, önceki çalışmalarındaki teatral köklerden yine faydalansa da Bir Tür Delilik’te daha olgun bir sinematik dil kullandığı söylenebilir. Zira 2018 yapımı Kanarie’de apartheid dönemindeki eşcinsel kimlikleri ele alırken, müzikali ve teatral unsurları ön plana çıkarmıştır. Aslında burada da benzer bir teatral stil yine görünürdür: Sahne geçişleri, flaşbekler ve monolog benzeri diyaloglar filmi tiyatro oyununa yaklaştırır. 

                      Poppie Nongena’da apartheid’in geçiş yasaları altında ezilen zenci kadın Poppie’nin hayatını merkeze alırken annelik, aile, ırkçılık ve direniş meselelerini işler. Poppie’nin çocuklarını korumak için verdiği mücadele, Güney Afrika’nın sistematik baskısını simgeler. Bir Tür Delilik’te de Elna ile Dan’in kaçışı, apartheid sonrası özgürlüğün metaforu olarak görülebilir. Bakım evi, eski baskı sistemlerini, yol da yeni Güney Afrika’nın vaat ettiği özgürlüğü simgeler niteliktedir. Diğer taraftan da yönetmenin bu yolculuğu bir metafor olarak kullandığı ve yolun hayatın son evresi, kaçışın ise özgürlüğe karşı güvenlik ikilemini vurguladığı da söylenebilir. Filmde Güney Afrika’daki bakım evlerinin sosyo-ekonomik gerçekliğine bilerek dokunmadan geçilmiştir ve Güney Afrika sinemasında delilik sıklıkla toplumsal travmanın yansıması şeklinde kullanılmasına rağmen yönetmen bu filmde bireysel bir yerde konumlandırmıştır kamerasını. Diğer filmlerinden farklı olarak da kültürel kodların dışına çıkma isteğiyle filmin dilinde İngilizceyi tercih etmiştir. 

                      Baştaki sorulara dönersek filmin çağrıştırdığı birçok husustan bahsedilebilir. Sanatı eğlence ve bir yandan da terapi olarak gören yönetmen için bu filmin temerküzü delilik, kabullenme ve aşktır. Peki tüm bunların bunamış bir zihinle ne ilgisi var? Şüphesiz üçünün de merkezi, bize istediğimiz her ân geçmişi ve geleceği yaşatabilen hafızadan ibaret. Hafıza zamanı büker; delilikte zaman karışır, kabullenmede zamanla uzlaşılır ve aşkta zaman unutulur yahut ebedileştirilir. Filmdeki gibi bu yol ancak hafızayı tetikleyecek olan hisler ve ona yönlendirecek bir sezgiyle katedilebilir. Ve Gaflet perdesi de ancak sevgiyle aralanabilir. 

                      Ayşe Yılmaz

                      İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.

                      Paylaş

                      Öne Çıkan

                      8 Aralık 2025

                      Bir ‘İnsan’ı, Teoman Duralı’yı Tanımak


                      Devamı
                      24 Ekim 2025

                      Bülent Özbek’le Niyazi Sayın Üzerine: Kırk Sene ‘Bir Ses’in Peşinde


                      Devamı
                      10 Haziran 2025

                      “Cihanın Yarısı Gök, Yarısı İstanbul”


                      Devamı

                      Kategoriler

                      • Pelikül
                      • Yeraltı
                      • GörBak
                      • Copy-Paste
                      • Ritim
                      • Madde
                      • Söyleşi
                      • Mek’ân
                      • Dosya
                      © 2023 Zift Sanat | All Rights Reserved
                                No results See all results