Farsça keşmekeş kelimesi, karışıklık, çekişme, kavga, kararsızlık ve tereddüt anlamlarına geliyor. Kelimenin kökeni keşiden yani “çekmek” fiiline dayanıyor. Hecelerine ayırarak keş-me-keş diye yazdığımızda sanki iki tarafından ayrı yönlere çekilen bir şeyi/ bir kişiyi gösteriyor kelime. Kelimeyi göstereni üzerinden yeniden yorumlarken ortadaki “me”yi İngilizce “ben” anlamında düşündüğümde zihnindeki farklı düşünceler arasında gerili kalmış bireyi daha rahat hayal edebiliyorum. Gösteren üzerinden kurduğum hayalle birlikte gösterge de hareketleniyor, kendini bana açmak istiyor.
Kelimenin karardan çok kararsızlığa yakın duran hâli ve bu tereddüt esnasında bir kavgayı da içermesi, seçim yapmak zorunda olan insanın yazgısını, trajedisini çağrıştırıyor. Bu bağlamda keşmekeş kelimesini hem kendi yaşam öyküleri hem de yazdıkları üzerinden takip edebileceğim iki isim ise Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay olarak beliriyor. İki yazarın günlüklerini birlikte okumak, yazma/yaşama çilesindeki “keşmekeş” hâllerinin benzerlikleri ve ayrıştıkları noktalar üzerinden ilerlemek, “keşmekeş”i açtıkça açılan siyah bir goncaya çeviriyor.
Tanpınar’ın büyük bir kısmı Avrupa seyahatlerindeki notlarına dayanan ve dağınık bir şekilde tutulmuş günlüklerinden okura kalan tortu, yapmak ve yazmak istediklerini dileğince gerçekleştiremeyen, sorumlulukları ve hayalleri arasında eriyen bir yazar imgesidir. 25 Mayıs 1953’te Paris’te şöyle not düşmüş defterine: “Bütün günlerim, kendi kısırlığımdan, sathiliğimden, yalancılığımdan, ekleme şeylerden, şahsiyetimden korku ile geçiyor. Acaba sadece bu kadarla mı kalacağım? Paris beni kendimle kavgaya soktu. Fakat bu kavga eskiden de bende vardı!” [1]
Keşmekeş kelimesinin “kavga” anlamına birebir uyan bu ruh hâli Tanpınar’ın kendi karakterinden korkusuna; zayıf bulduğu, üstesinden gelemediği yönleriyle tutuştuğu mücadeleye denk düşüyor. Bireyin kendi karakterinin, içine doğduğu dünyanın onun “kaderi” olması ve onun bu çemberden sıyrılıp çıkmasının Tanpınarcası ise talihtir. Talih kelimesi, bireyin o fasit daireden çıkmak için atacağı adıma, adımının gereği eylemi sürdürmesini ifade ediyor.
Tanpınar ve sanki onun roman karakterleri kader ve talih kelimeleri arasında salınıyorlar; tıpkı iki –keş arasında kalan “ben” gibi. Kişinin müdahale edemediği bir kader ve ona direnen birey anlayışı günlüklerde bir çok kez karşımıza çıkıyor: “Hayatımı idare eden kuvvetler bu seyahati bile her şeyin bende çürüdüğü, hiçbir yeni ve güzel, büyük, esaslı bir şeye başlamam imkânı kalmadığı zamanda olmasını istediler. Neyim? Kimim? Nelere muvaffak oldum? Hiçbir şey yapamadım mı?” [2]
Kader ve talih kelimeleri, bu iki yönlü çekilmeyi ve trajik kahramanın ikilemini de hatırlatır. Özgür Taburoğlu’nun hazırladığı Tanpınar Sözlüğü’nün “talih” maddesinde de ifade ettiği gibi tragedyada kişi kendi talihini tecrübe etmek için kaderine karşı gelir; fakat tragedya kahramanı bu eylemini savunmak isterken genellikle talihine yenilir. Tanpınar’ın karakterleri de talihlerini gerçekleştirmek için hamlelerde bulunurlar ama ne var ki bu adımların sonunu getiremezler. Kader planında başka kavgaların içinde kalan bu karakterler çoğunlukla gelenek ve toplum tarafından belirlenmiş hazır kalıplar içinde davranırlar. Mümtaz, Selim, Cemal, Nuran gibi kişiler, çoğu zaman kaderleri ve talihleri arasında kalırlar. Talihinin imkânlarının farkına varan Abdullah Efendi, Tanpınar’ın karakterleri arasında bu imkânları denemeye en yakınıdır ama başına geleceklere henüz hazır değildir. [3]
Tanpınar’ın hem kendisinin hem de karakterlerinin “kader”den “talih”e sıçrama telaşının Oğuz Atay’da biraz daha netleşmiş izdüşümlerini görürüz. Atay, Günlük’ün başlarında uzunca bir bölüm Tehlikeli Oyunlar’ı ve kitabın baş karakteri Hikmet’i nasıl kurgulayacağını yazar. Hikmet’in hikâyesini bir “trajedi” gibi tasarlarken bu kavramı Shakespeare’e atıfla değerlendirir. Atay’a göre Shakespeare, trajedinin tanımını genişletmiştir. Talihe yüklenen, kaderin insanın kendisine gönderdiği önlenemez yıkım algısını bir adım ileriye taşımış, trajedinin aynı zamanda insanların hareketleri sonucu meydana geldiğini eserleriyle göstermiştir. [4] Atay’a göre, Hikmet’in trajedisindeki en önemli unsur da bütün yıkımların onun davranışlarından doğması ve fakat onun bunu talihin kudretine bağlamasıdır. [5] Hikmet başladığı her şeyi yarım bırakır, eylemlerini tamamlamaz; tamamlamak istemez.
Günlük’te detaylı bir eskizini okuduğumuz Oyunlarla Yaşayanlar’ın Coşkun’u da iki kültür arasında bunalır, yazdığı oyunlarda “akılsızlığı” yüzünden içine düştüğü zor durumları canlandırır ve sözlerini “talihin kudreti”, “kaderin oyunu” diye bitirir. [6]
Atay’ın kendisinin de keş-me-keş’ten muzdaripliğini biliriz. Günlük’te “Babam’a Mektup” için aldığı notlarda babasından aldığı huylardan, onun istediği gibi olamadığından ve kendini arafta hissetmesinden söz eder; “iki cami arasında beynamaz” [7] ve “zıt kuvvetlerin muhasalası”dır. [8] Mektubuna “aslında karışıklık içimdedir” diye başlıyor Atay, babası ise “her zaman tutarlıdır”. Atay, bazı düşünüş ve davranış biçimlerini babasına tepki olarak geliştirir, babası Klasik Türk müziğini de Batı müziğini de sevmez, Atay ise sırf babası sevmiyor diye ikisine birden ilgi duyar. [9]
Doğu-Batı, kader-talih, eylemek-yarım bırakmak arasındaki gerilimde, keş-me-keş’te asılı duran iki aydın/yazar Tanpınar ve Atay… Kendileriyle özdeşleşen roman karakterleri de. Kelimenin izini özellikle yazarların günlükleri üzerinden sürmek bize çok verimli bir okuma imkânı sunuyor: Tanpınar’ın zihin karmaşası ve keşmekeşliği, tuttuğu günlükler gibi dağınıkken Atay’ın zihni ve günlükleri daha net ve düzgün; onun keşmekeşliği hayata erken vedasını tetikleyen “biz”i kurtarma idealinde yatıyor olmalı.
Hale Sert
[1] Ahmet Hamdi Tanpınar, Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Haz. İnci Enginün, Zeynep Kerman. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2010, s. 57.
[2] Ahmet Hamdi Tanpınar, Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, s. 70.
[3] Özgür Taburoğlu, Tanpınar Sözlüğü: Şahsî Bir Masalın Simgeleri, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2019, s. 242-248.
[4] Oğuz Atay, Günlük, İstanbul: İletişim Yayınları, 2020, s. 48.
[5] Oğuz Atay, Günlük, s. 50.
[6] Oğuz Atay, Günlük, s. 110.
[7] Oğuz Atay, Günlük, s. 80.
[8] Oğuz Atay, Günlük, s. 84.
[9] Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, s. 177.