“Kaybolursan nehri takip et, seni eve götürür.” [1]
Beklenmedik dostluklar etkiler bizi ve hayatında önemli yere sahip olurlar; en çok da sığınılacak bir yuvası olmadığında insanın. Bu dost sadece insan değil; kimi zaman güneşin sıcağından saklanmak için altında oturulan ağaç, kimi zaman serinleten deniz, kimi zaman omuza konan kuş, kimi zaman kişinin kendi için belirlediği alelâde bir köşedir… Bazen bunların hepsi bir arada olabilir bizim için; insanın saklanabildiği, kendini güvende hissettiği, en önemlisi de yuvasında hissettiği yerdir evi; değil mi? The Boy, The Mole, The Fox and The Horse [2] kısa filmini izleyince bunlar gelir akla. Beklenmedik anlarda tanışılan insanların, hayvanların, nesnelerin kişinin hayatında dönüm noktası, hatta kırılma noktası oldukları gerçeği ile de karşılaşılabilir.
Filmde bir çocuk, bir köstebek, bir tilki ve bir at sahnede. Masalsı insan gibi masalsı hayvan da ancak hayâl edildiğinde vardır. Filmde üç hayvan konuştuğu için bir masal dünyasının içindedir izleyici. Hatta bir masal, bir başka masalın içinden konuşuyor gibi… Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens adlı hikâyesi misafir edilirse; küçük sarışın bir çocuk, gül ve tilkisinin hikâyesi sanki. Küçük çocuğun gezegenler arası yaptığı gezilere, buralarda verilen sembolik mesajlardan uzak durarak iki şeyi hatırlatmakta fayda var. Küçük çocuğun gezegeninde bıraktığı ama sevgisiyle sadık kaldığı kırmızı gülü ve dünyada tilki ile kurduğu sevgiye dayalı iletişimin dili kitapta önemli bir yerde duruyor. Filmde de yine sarışın bir küçük çocuk ve tilki ile karşılaşıyor izleyici, bunların yanında uçan bir at ve köstebekle. Kitaptaki çocuktan farklı olarak çocuğun filmde ilk yakın ilişki kurduğu canlı köstebek oluyor. Bunun nedeni irdelendiğinde gözü güneş ışığında görmese bile toprağın altında olduğunda iyi iz sürücülük özelliği olabilir. Filmde bir iz sürücüye çok ihtiyaç var; çünkü çocuk evini arıyor. Köstebek, atalarından gelen bilgi ile çocuğa “Nehri takip ettiğinde evini bulabilirsin.” diyor ve yolculuk başlıyor. Çocuk ne aradığını bilerek yola çıkıyor; aynı Exupéry’nin Prens’i gibi. Ne diyordu Küçük Prens: “Yalnızca çocuklar ne aradıklarını biliyorlar.”
Filmdeki her canlının bir görevi olması üzerine
Köstebek, iz sürücü; bu, mühim bir nokta. İnsanı -daha doğrusu çocuğu- önce kendisiyle tanıştırıyor, “Nasıl bir insan olmak istiyorsun?” sorusuyla. Çocuk iyi biri olmak istediğini söylüyor ve devam ediyor: “İyiliği hiçbir şey geçemez, her şeyin ardında o vardır.” Köstebek olaylara verdiği tepkiler ile de dikkat çekiyor. Kendisini yemek isteyen tilkiyi yakalandığı tuzaktan kurtarması esnasında küçük çocuğun “Dur! O seni yemek istedi!” uyarılarına şu şekilde itiraz ediyor: “Olaylara nasıl tepki vereceğimiz, en önemli özgürlüklerimizden biridir.”
Köstebeğin kurtarmasıyla tilkide bir değişiklik olduğu seziliyor. Önemsendiğini hissediyor ya da birilerinin onu fark ettiğini. Hayatı bir kapana sıkışıp kalmış da sanki oradan kurtulmaya çalışıyormuş gibi tilkinin hâli. Filmdeki görevinin ise arkadaşlarına, kendilerini hatırlatmak olduğu hissediliyor; aynı Küçük Prens’teki tilki gibi. Kitapta Prens’i uyarır tilki, gülünün ona yaptıklarına karşı. Gülün Prens’e yaklaşımlarının bencilce olduğunu hisseden tilki, gerçekten sevenin davranışlarının kırıcı ve yıpratıcı olamayacağına dikkat çeker. “‘Onu dinlememeliydim,’ diye açıldı bir gün bana, ‘Çiçekleri asla dinlememelisin. Onları seyretmeli, onları koklamalısın yalnızca.’” Filmdeki tilki, kitaptaki tilkiye atıf için var sanki. Filmin bir yerinde arkadaşlarına kitaptaki tilkinin benzer cümlelerini farklı ifadelerle kuruyor çünkü. “Bilirsin, bazen aklın sana oyunlar oynar. İyi olmadığını, hiç umut kalmadığını söyleyebilir. Ama ben şunu keşfettim: Seviliyorsun ve önemlisin ve bu dünyaya kimsenin katamayacağı şeyler katıyorsun. O yüzden dayan.” Bu cümleleri evini bulma ümidini kaybetmekte olan küçük çocuk için söyledi; ama kelimeler sanki herkes için dile gelmişti.
Kaybettiğini zannederken aradığını bulmak
Tilki, köstebek ve çocuk yolda. Üç arkadaş nehri takip edip çocuğun evini ararlarken beyaz bir atla karşılaşırlar. (Yazı sürprizlerle dolu olmadığı için atın kanatları olduğunu söylemekte sakınca yok). Uçan bir at, insanı daha masalsı bir dünyaya davet edebilir, mitolojiye götürebilir: Pegasus, Tulpar, Boukephalos, Kanatlı At Burak, Hz. Ali’nin atı, Dede Korkut’taki Seğrek’in atı ve Nebi Harun’un uçan atı gibi pek çok kanatlara sahip efsanevi atlar akla gelebilir. Uçan atların en önemli özelliği sadece tek renkli olmaları denilebilir: Beyaz, çok nadir olarak da siyah. Beyaz rengin özelliği tanrısal bir yanının bulunmasıdır. Uçan atlar ise gök ve yıldız tanrılarının bineği olarak bilinir. Filmde de buna benzer bir işlevi var beyaz atın. Küçük çocuğun evini arayan ekip, çocuk umutsuzluğa kapıldıkça her ne kadar heybelerindeki altın öğütleri sunsalar da bazen yeterli olamazlar. Küçük çocuk, gözyaşlarına teslim olmakla sıkı durmak arasında kaldığı sırada At’ın söylediği “Gözyaşları boşuna akmaz. Senin gücünü gösterirler, zayıflığını değil.” cümlesi dahi işe yaramaz ve nihayet kanatları ortaya çıkar. Çocuğun gözyaşlarıyla istediği yardıma kayıtsız kalamaz. At için yardım ilginç bir şeydir çünkü: “Yardım istemek vazgeçmek değildir. Vazgeçmeyi reddetmektir.” At gökyüzünde, yükseğe, daha da yükseğe çıkarak nehri takip ederek evleri bulur.
Ama hangi ev?
Ayrılık ânı geldiğinde evin mahiyeti başka bir boyuta çekilir. Çocuk aradığının aslında somut bir ev olmadığını söyler: “Ev her zaman mekân değildir, değil mi?”, arkadaşlarına gökyüzünü, yıldızlara işaret eder, “Ben oradan geldim.” dercesine. Sadece işaret yok, “Bir de yıldızlara baksanıza.” Gökyüzüne arkadaşlarıyla sessizce bakış atarlar. Çocuğun devam eden kelimeleri: “Yani hakkımdaki her şeyi biliyorsunuz. Beni yine de seviyor musunuz? (…) Bu yüzden buradayız değil mi? Sevmek ve sevilmek için.” Nerede, nasıl olduğun değil de, kimlerle olduğuna odaklanılması gerektiğinin hissedildiği sahneler şerit hâlinde geçer filmde. At, “Olaylar kontrolden çıktığında hemen yanındaki sevdiklerine odaklan.” cümlesini çoktan kurmuştur bile. Köstebek, sevgisini dile getirme yolunun “Bazen şöyle demek istiyorum: ‘Hepinizi seviyorum.’ Ama zor geliyor. Evet, o yüzden şöyle diyorum: ‘Birlikte olduğumuza memnunum.’” demekten geçtiğini birkaç kez tekrar etmiştir. Dört arkadaş ayrı ayrı yaşamaktansa birlikte olmanın onlara olaylara karşı dayanma gücü vereceğini yıldızlara bakarak tekrar tekrar söylemişlerdir. Küçük Prens “Ama gözler gerçeği göremez ki. Yüreğiyle aramalı insan.” diyeli çok yıllar geçmiştir zaten. The Boy ve Küçük Prens bu yazıda belirtilen ve hem film hem de kitapta geçen pek çok yönden ortak noktada buluşuyorlar; sanki aynı kişilermiş gibi. Olamaz mı? Olabilir. Çünkü masallarda her şey mümkün. Çünkü mümkün dünyaların en iyisinde her şey mümkün.
Betül Sezgin
[1] Yazıyı okurken müzik dinlemek isteyenler için: https://www.youtube.com/watch?v=hgtnjknRHGg
[2] The Boy, The Mole, The Fox and The Horse, (Peter Baynton; Charlie Mackesy, 2022), 32’.