

“Gazze’de
Nefes almak bir görev,
gülümsemek ise kendi yüzümüze yaptığımız
estetik ameliyattır
ve sabahları uyanmak,
bir gün daha
hayatta kalmak için,
ölümden geri dönmektir.”
Mosab Abu Toha (Zor Görev)
İstanbul, yedi hafta boyunca “kuşatma altında bir kumsaldan doğan” Gazze Bienali’ne ev sahipliği yaptı. Bienal mekânının duvarlarında yer alan şiirlerden biri Gazzeli şair Mus’ab Ebu Taha’nın (Mosab Abu Toha) “Zor Egzersiz (Hard Exercise)” şiiriydi.

Gazze Bienali-İstanbul Pavyonu’nun “Elimde Bir Bulut” başlıklı sergisi kapsamında 40 civarında Gazzeli sanatçının, toplamda 50’den fazla sanatçının[1] eserleri, 19 Eylül-8 Kasım 2025 tarihleri arasında Depo İstanbul’da sergilendi. 2024’te işgal altındaki Gazze sahilinde, Forbidden Museum of Jabal Al-Risan (Ramallah) desteğiyle bir sanat direnişi olarak başlayan bu hareketin İstanbul ayağı, House of Taswir, Addan Center İstanbul ve proje ortaklarının katkılarıyla bir bienale dönüştü. Bienalin küratörlüğünü de kolektif biçimde House of Taswir ve projede görev alan bazı sanatçılar üstlendiler.
Gazze Bienali’nin mekânı Depo’da serginin konsepti bağlamında yedi hafta boyunca zengin bir etkinlik programı gerçekleştirildi. Filistin filmlerinin gösterimlerinin yanı sıra sanat performansları, şiir ve müzik akşamları, söyleşiler ve atölyeler düzenlendi. Bu toplantılardaki konuşmacılar arasında Columbia Üniversitesi Edward Said Modern Arap Çalışmaları kürsüsünde uzun yıllar çalışan tarih profesörü Rashid Khalidi ve Türkiye’de Oyuk Topraklar: İsrail’in İşgal Mimarisi kitabıyla tanınan mimar Eyal Weizman da vardı.
Sanatçılar ve ürettikleri eserleri abluka altındaki Gazze’den çıkamadıkları için farklı ülkelerden sanatçıların işbirliğiyle özel şartlarda ortak üretilmiş işler, fotoğraflar ve video enstalasyonları yer aldı. Öte yandan sanat çevrelerinin Filistin meselesine dair riyakâr suskunlukları ve kronik umursamazlıklarına inat, sanatçı dayanışmasıyla kotarılan bienal, sanatla direnişin benzersiz bir örneği.
“Yılın sanat olayı” cinsinden klişelere yaslanmadan buraya bir mim koyalım; zira bienalde eserleri yer alan sanatçılardan Fatıma Abu Owda’nın direniş manifestosu hükmündeki cümleleri, bu bienalin herhangi bir “kültürel etkinlik”ten çok daha fazlası olduğunu tokat gibi yüzümüze çarptı: “Bu, bir kültürel etkinlik değil; hayatta kalmış bir canın çığlığı. Ve geride kalanların tabuta girmeden önceki son çağrısı… Gazze’den dünyaya: Sessiz sedasız ölmeyeceğiz… Sesimizle, renklerle, kelimelerle ve hâlâ devam eden her kalp atışımızla direniyoruz.”
Ne Gazze’de Savaş Ne de Ufukta Barış Var
Bienal ekibinin yayımladığı kolektif bildiri, muhayyilenin engel tanımayan doğasını ve serginin misyonunu veciz şekilde dile döküyor: “Hiçbir savaş hayalperestlerin hayallerini durduramaz, hiçbir tahakküm mekanizması yaratıcıların kalplerindeki ve zihinlerindeki ışığı söndüremez.”
Bildiride geçen “savaş” kelimesine takılıyor zihnim. Eğip bükmeden söylersek Gazze’de birbiriyle savaşan iki taraf yok; bir ordunun biteviye masum sivillere saldırması söz konusu. Söz Filistin’e geldiğinde kurulan cümlelerde yerini yadırgayan iki kelime var; ikisi de ortadaki gerçekliği örtme vazifesi gören paravan kavramlar aslında: savaş ve barış. Ne zaman Filistin’de barıştan bahsedilse bunun ardında Filistinlilere söz hakkı verilmeyen, sadece işgalci tarafın işine gelen bir planı masum gösterme çabası gizlidir.
Bienalde ilk bakışta göze çarpmayan bir terminoloji sterilliğine de değinmek gerek. Konuşmalarda ve etkinliklerde telaffuz edilse de sergilenen metinlerde iki kelimenin pek kullanılmadığını fark ediyoruz: İsrail ve soykırım (belki de gözden kaçacak kadar eser miktarda geçmiştir). Sergi fikrinin altında yatan asıl problemden ve meselenin apaçık failinden bahsetmemenin ne gibi sebepleri olabilir? Seçenekler muhtelif. Bu türden sakınımların hangi ihtimallere kapı araladığını okuyucunun muhayyilesine bırakıyorum.

Soykırımın “Seyirci”si Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı
Gazzeli sanatçılarla yapılan görüntülü konuşma videoları da bienalin parçasıydı. Khaled Tanji’nin tasarımıyla “Reconnecting” adı verilen bu çalışmada, duvara monte edilmiş telefonların ahizesini kaldırarak sanatçıların -bağlantı sorunları sebebiyle sık sık kesilen, o yüzden tekrar bağlanarak devam eden- görüntülü konuşma kayıtlarını izleme imkânı veriliyordu. Gel gelelim Gazze’de hangi şartlarda sanatlarıyla uğraştıklarını sanatçıların ağzından bir telefon tasarımıyla dinlemek, tarifi zor bir varoluş problemine sebep oluyor: Aynı zaman diliminde orada ve burada yaşayan iki tarafız; durumunu aktarmaya çalışan özne ve muhatabı. O orada, ben burada; derin bir uçurumun ayırdığı bambaşka düzlemlerdeyiz… Ben İstanbul’da bir galeride bir sanat sergisinin sunduğu konfor alanında dolaşırken ahizenin ötesindeki sesin sahibi ise tahayyül edilemez soykırım şartlarında hayat mücadelesi veriyor… Abluka altındaki Gazzeli sanatçıların “son çığlık” olarak dünyanın “özgür” tarafına duyurmaya çalıştıkları eserlerinin ardındaki saikleri ne derecede algılayabilirim? Her an şiddete şahit olmaktan zihni darmadağın, katledilen sevdiklerinin ardından kederli, maruz kaldığı her türlü şeyden dolayı öfkeli, insanlıktan çıkarılırken insanlığını diri tutmaya çalışan; bir yandan da sigara, kahve veya duş gibi sıradan şeylerin hayalini kuran insanlar… Onların yüzleri karşımda, sesleri kulağımdayken sanki hiçbir şey olmamış; bütün bunlar birer hikâyeymiş, rivayetmiş, kurguymuş gibi birazdan vapura binip ılık sonbahar havasının verdiği sükunetle evime gidecektim. Hâlbuki bu, kurtulmak istediğim bir hâl değil; bilâkis bu ikilemin bilincimde açtığı yarığın hep canlı kalmasını istiyorum. Yoksa başkasının acısını hissedemez hâle gelmekten korkuyorum. Susan Sontag’ın dediği gibi: “‘Biz’ diye bir şey yoktur. Yalnızca acıya bakmaya istekli ve isteksiz insanlar vardır.”[2]
Bu videoları izlemesem Yasmeen Al-Daya’nın “Hayat” adlı eserinde, bombardımanda vurulan bir çocuğun son kez nefes alma çabasına şahit olduğu ânı dondurduğunu nereden bilecektim? Ama artık biliyorum. Siz de biliyorsunuz.
Neslihan Demirci
Kapak kolajındaki görseller (sol baştan saat yönünde):
1. Yasmeen Al-Daya, “Hayat”
2. Hamada El-Kept, “Güvercinler Yuvalarını Kaybetti”
3. Fadel Tafesh, “Zeytin Ağacı Kadar Sağlam”
4. Khaled Hussein, “Seni Çok Özledim”
5. Gazze Bienali Afişi
6. Hamada El-Kept, “Gözetim Altında”
7. Fares Ayash, “Dorgham (Aslan)”
8. Muhammad El-Haj, “Abu al-Kuffiyah” (Furkan Akhan’ın katkısıyla)
[1] Gazze dışından Azza Ezzat, Alfredo Jaar, Walid Raad, Shirin Neshat, Elisabeth Masé, Silvina Der Meguerditchian, Furkan Akhan, Khaled Tanji, Ghayath Almadhoun, Christine Gedeon, Michael Barenboim gibi sanatçılar sergiye eserleriyle katkı verdiler.
[2] Gazze’nin gerçekliğini ne kadar anlayabiliriz, sanat bunu aktarmayı ne kadar başarabilir gibi zihin açıcı sorular etrafında Gazze Bienali’ni değerlendiren ve Sontag’ın Başkasının Acısına Bakmak kitabından bu cümlesini epigraf olarak alıntılayan bir yazı için, bkz. Sine Ergün, “Gazze Bienali, Sanatla Direnmek”, ArtDog İstanbul, sayı 30, 21 Eylül 2025, https://artdogistanbul.com/gazze-bienali-sanatla-direnmek/
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.