Tevfik Fikret’in şiirinde önemli yer tutan ve şiirde çizdiği sahnenin kontrastını belirgin kılmak için kullandığı en önemli imgelerden biri “gölge”. Kimi zaman belirsiz ama güçlü bir kötücüllüğün kaynağına, kimi zaman anlaşılmaz olana işaret ediyor. Benim ilginç bulduğum gölge metaforu ise bu kullanımların dışında, “Hâlûk’un Defteri”nde yer alan bir dize: “Bir gölge kadar hür yaşasaydım”. Dilek kipinde, Fikret’in kelime seçimi ve az kullanılan sözcüklerden özgün örülmüş söz dizimi ve inşası ile kıyaslayınca çok yalın bir dize. Bu dizede yine kullanmayı çok sevdiği “kadar” edatı da var. Sadece bu iki sözcükle Fikret’in tüm eserini yorumlamak mümkün olabilir mi?
Tevfik Fikret, edebiyatımızda hakkında en çok yazılmış, tartışılmış, sevilmiş ya da nefret edilmiş şairlerden biri. Aslında Türk modernleşmesinin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan zihniyet ve paradigma değişimini şahsında, yaşayışında, fikir evriminde ve eserinde kişiselleştirmesi ya da tüm bu zihniyet değişimi için cuk oturan bir edebi ömrünün oluşu; onu bu tartışmaların, övgülerin ve yergilerin odağına çekiyor. Kendisi bu dönüşümü bir aksiyoner, bir hatip olarak, ateşli bir politik söylem kullanarak hiçbir zaman ifade etmemiş ama hep bir duyarlılığın, samimi bir şiir dilinin içinde kendi doğrularını sunmuş. Birçok şiiri buna örnek gösterilebilir: “Sis”te Sultan Hamid devrinin, “Doksanbeşe Doğru” ve “Han-ı İştiha”da İttihat ve Terakki döneminin, şairin ruhunu ezen taraflarını, üstün bir belâgat ve şiir dili kullanarak vurgular. Onun yaşadığı ve rahatsız olduğu bu iki iktidar dönemi için de sorun aynı. Birtakım elitler, vatanın ve milletin iyiliğini hiç umursamadan, iktidarlarının tüm şiddet içeren baskı unsurlarını kullanarak, kişisel hırs ve tamahlarını yancıları ile birlikte doyurmaktan başka bir şey istemiyorlar. Batı aklını kullanarak ve aklı ile elde ettiği mesafeyi her an çalışarak, günbegün açarken, biz kendi çukurumuzda debelenip duruyoruz. Çukuru dolduran cümle altın ve değerli maden, bu iktidar unsurlarınca kapış kapış götürülüyor; biz ise yalnız ağlıyoruz.
Fikret’in bu sosyal düzeni ve iktidarı eleştiren şiirleri, sözgelimi Nazım Hikmet ya da Attilâ İlhan gibi bir ideolojik arka plana dayanmıyor. Dönem arkadaşlarından Mehmet Rauf, “Fikret kadar az okuyan bir şair bilmem mevcut mudur?”diye sorar ve onun kütüphanesinde bulunan kitaplar hakkında şu bilgiyi verir: “Biz kendisini tanıdığımız vakit, yani Servet-i Fünûn’un ilk günlerinde o Fransız şâirlerinden yalnız Fransuva Kope’yi biraz tanımakda idi. Onun musavver bir temsîli, Alfred de Müse’nin kezâ musavver bir temsîli (bunları da mutlakā resimleri için almışdı) bir Madam Bovari, birkaç me’nûs (?) risâle ve mecmûa… İşte kütüphânesindeki Fransızca eserleri bunlardan ibâret idi. Madame Bovari’yi ahlâka mugāyeretine binâen okumayıp yarıda bıraktığını söyler dururdu.” [1] Demek ki Fikret’in düşünce dünyası ideolojik bir angajman ile değil, kişisel hassasiyetler ve gündelik hayatın içindeki temaslarıyla örülmüştür. Bu noktayı anlamak için Mehmet Tevfik imzası ile yayımlanan erken dönem iki şiiri bize yardımcı olabilir. “Bir Feylesofun Dünyaya Son Nazarı” şiiri “Doymuşum fitnesine dünyanın” dizesi ile açılıyor, aruz vezninde ama nispeten daha sade bir dille, söyleyiş tonu olarak da ince bir duyumsatma ile Yunus’a ya da halk ozanlarına yaslanan bir söyleyişle devam ediyor. Diğer şiiri “Bir Çocuk Mezarı İçin”in son beytinde “Hitab etmede ruha lisan-ı gayb gibi / Bu pek küçük eserin pek büyük fesahatı var” diyor. Fikret’in dünya ile ilişkisini belirleyen, sahip olmak ve sonsuza kadar yaşamak fiilleri değil. Sahip olmak ve dünya zevkleriyle örülmüş hırsla dolu bir yaşam, onun yaşama motivasyonu olmamış. Rıza Tevfik, Mekteb-i Sultani’den arkadaşı olan Fikret’in otuzuncu ölüm yıldönümü için hazırladığı kısa kitabında onun için “Çalışkandı, vazifesine pek düşkün ve iradeti duygularından üstün bir mizaç sahibiydi. O kadar ki her sene hemen her dersten birinci çıkar ve bu muvaffakiyetlerine mükâfat olarak aldığı güzel ciltli kitapları yerine henüz götürmeden öteki derslerden de birinci çıktığını yüksek sesle ilan eden hoca, mesela (hendese! 119 numaralı Mehmet Tevfik!) deyince, yarı yoldan geri dönüp o mükâfatı da alır….” diyerek başarılı ve çalışkan bir öğrenci oluşunu destansı bir hava ile aktarıyor. [2] Benim açımdan Fikret’in edebi eserini kurarken düstur edindiği temel ölçü de bu olmalı. Fikret doğru, güzel ve mükemmel olana ulaşmak için yeniyetmeliğinden bu yana sebatla didinir; ancak mükemmel olana ulaşma gayreti onda geriye kalan her şeyin önüne geçer. Zamanın ve şartların belirlediği düzlemde en iyi olanı kendince belirleyip onu tanımlamaya, ona giden yolu belirlemeye çalışır. Şiirinin ana izleğini de bu oluşturuyor. Fransız şiirinden ithal ettiği biçim ve içeriği yerlileştirmek ve Osmanlı Edebiyatı’nın sınırları içinde yeniden kurmak, bu edebiyatın sınırlarını genişletmek ve biçimlendirmek bu çabanın bir parçası. Diğer parçası ise içinde bulunduğu zaman ve topluma dönük. Mehmet Emin’e, 1901 yılında yazdığı mektupta: “Tamamıyle kaniim ki, ben şiirde bir maksad-i hayat arıyanlardanım; şiiri bir mel’abe-i hayâl addedenlere iştirâk edemem.” diyor. [3] Öyleyse Fikret için şiir, mükemmele ulaşma çabasında çok ciddi bir araç. Bu mükemmellik ve doğruluk arzusu onun sosyal hayatındaki davranış paternlerini belirliyor. Memuriyetlerinden istifaları sadece uyumsuz ve mizantrop karakteri ile açıklanamaz kanımca. İlk memuriyetinde iş ahlâkının kati bir şekilde o işe devamını engellediğini biliyoruz. Çalışmadan para almak istemeyişi ve maaşını reddedişi, günümüzde bile sevenlerinin hemen gündeme getirdiği erdem göstergelerinden birisi. Ancak doğru ve mükemmel olmadığını, düzeltilmesi gerektiğini düşündüğü bir durum veya olaya hiç tahammül gösteremiyor. Köhne ve yozlaşmış Osmanlı bürokrasisi, tümüyle imtiyazların, hakkaniyetsizliğin, liyakat yoksunluğunun bir numunesi Fikret’in gözünde; ki bu saptamasında hiç de haksız sayılmaz. Önceleri bu durumu Sultan Abdülhamit’in baskıcı rejimine bağlayarak Meşrutiyet ile içine dolan umuda yenik düşse de kısa sürede bu yeni iktidar unsurlarının da -hem de öncesinden daha beter biçimde- aynı kokuşmuşluğu taşıdığını görür. Böylece “Rubabın Cevabı” şiiri ile az önce andığımız “Han-ı İştiha” şiirleri ortaya çıkar.
Bu dünyayı, özelde de içinde yaşadığı düzeni, kendi estetik kriterlerine göre dayanılmaz bulan Fikret, Aşiyan’ı inşa eder ve burada bir inziva hayatı yaşar. Öncesinde -nedense bir türlü gerçekleşmeyen- Yeni Zelanda’ya hicret fikri var. Aşiyan’da doğa ile baş başa kalabilir. Onun “Ömr-i Muhayyel”, “Ne İsterim?”, “Bir Ân-ı Huzur” şiirleri tabiat içinde sürdürülen huzurlu, uyumlu bir yaşam arzusunu tanımlar. “Bir kuşcağızın ömr-i baharisi kadar hoş”. Bu yüzden çalıştığı Robert Kolej’in hemen bitişiğine inşa ettirdiği evine de Aşiyan adını vermiş olmalı. Yüksek ve korunaklı yuvasından aşağılardaki dünyaya nazar eyleyen şair. Burada bir kibir olduğu kanısında değilim; sadece kirli, çok kirli olduğunu düşündüğü ve değiştirmeye gücünün yetmediği bir dünyadan ayrışma çabası var. Belki kibir, bütün doğru ve güzeli, mükemmel olanı yine en iyi kendisinin anladığını düşünme sanrısı olabilir; ama bu başka bir yazının konusu. Yine aynı doğa sevgisi, Mekteb-i Sultani’nin müdürlüğünü yaptığı dönemde bahçesine -günümüzde de varlıklarını sürdüren- 63 tane Londra çınarı dikmesini sağlıyor. Doğaya dönüş nedeni açık; orada hem insanlığın bitimsiz hırsları yok hem de doğadayken yaşamın kaynağına dolaysız biçimde ulaşmak mümkün.
Attilâ İlhan’ın gelenek kurmacası içinde kendine işaret taşı olarak seçtiği “Ferdâ” şiiri; bir gelecek özleminin genç kuşaklara sahiplendirilmesi, mutlu ve iyi geleceğin elde edilmesi görevinin gençlere havale edilmesini içeriyordu. Bu giderek Fikret için en temel mesaja / ideale dönüşür: Kendisinin gerçekleştirmesinin mümkün olmadığına ikna olduğu, ancak genç kuşaklar tarafından kurulacağına inandığı mükemmel ülke, gelecek. Şairin “Âti çıkınca ortaya mazi silinmeli” dediğini biliyoruz. Silinmesi gereken maziyi de hakkında kopan bütün fırtınanın kaynağı olan “Tarih-i Kadim” şiirinde tanımlıyor. Deist, septik, pozitivist bir söylemi başından sonuna dek sürdüren bir şiir bu. Ancak Fikret’in bu şiiri sağlığında yapılan hiçbir Rubâb-ı Şikeste baskısına almadığını biliyoruz. Bu şiiri bütünden ayrı tutmak için bir nedeni olmalı; bu da ayrıca tartışmayı gerektiriyor. “Tarih-i Kadim” şiirini, dinden çıkma şablonunun dışında, şairin mükemmellik ve kusursuzluk izleğiyle okuduğunuzda, her şey yerli yerine oturuyor. İnsanlık tarihi kan ve yıkımla doludur; bu kan ve yıkım doğuran savaşların, hırsların, tamahkârlıkların hepsi din ve tanrı adını kullanarak yapılmış, öyleyse artık “bir örümcekten Allah’a ulaşmak” daha doğru bir yol ona göre. Onu bu şiir nedeniyle zangoçlukla eleştiren Mehmet Akif’e cevap olarak yazdığı “Tarih-i Kadime Zeyl” şiirinde Akif’e “Molla Sırat” diye hitap etmesi çok manidar. Biliyoruz ki kıldan ince, kılıçtan keskin Sırat köprüsü, günahkâr ile inanmışın ayrıldığı yer. Allah adına karar verdiğini düşündüğü ama kendisi de aciz bir kul olan Mehmet Akif’e bu dokundurma ile kendince haddini bilmesini öğütlüyor Fikret. Aklın ve şüphenin davranışları yönlendirmesi gereken temel saikler olduğunu, Allah adına ama aciz kullar tarafından ulaşılan vargıların kişisel hırslar, çıkar ilişkileri ve şiddet ile kirlendiğini vurguluyor.
Fikret’teki zihinsel dönüşümün Robert Kolej yılları ile tamama erdiği kesin. Ancak Akif’in “Süleymaniye Kürsüsü”şiirinde neden olarak sunduğu para hırsı ile kanımca ilgisi yok. Robert Kolej elbette bir misyoner okulu. Protestan misyoner Cyrus Hamlin tarafından kuruluyor; okulun temel amacı misyoner faaliyetlerini yürütmek. Bebek İlahiyat Okulu’nda Hamlin, temsilcisi olduğu American Board Commisioners of Foreign Mission ile fikri ayrılığa düşmesine yol açan çok yönlü bir eğitim yürütüyor. Tanzimat Fermanı’nın yeni atmosferinde İstanbul’a ulaşan Hamlin, Osmanlı’nın Batı dünyasını yakalamak arzusuyla artık uykusundan uyandığını hemen fark ediyor. Osmanlı yönetimi, Batı tarzı üretim alanları ve fabrikalar açmak ister ancak departmanların başına geçirecek yetişmiş eleman bulmadığı için başarılı olamaz; fabrikalar kurması için İngiliz mühendis Hague örneğinde olduğu gibi uzmanlar yüksek ücretlerle ülkeye getirilir. Ancak o da birlikte çalışacağı eğitimli eleman bulamayacak ve başarısız olacaktır. Hamlin bu durumu görür ve pratik felsefesini devreye sokar; günlük hayatın dayattığı sorunları iş ahlâkı, değerler ve erdem yoluyla çözecek bir eğitim sistemi kurmaya dayalı bir düşüncedir bu. Sonuç odaklı bu eğitim tarzı o kadar beğenilir ki Board’dan ayrılıp hayırsever iş adamı Robert ile yeni okulunu kurduktan sonra toplumun ileri gelenleri çocuklarını bu okula verebilmek için sıraya girerler. Hamlin’in eğitim sistemi büyük ölçüde pratik felsefeye, pragmatizme ve protestan ahlâkını gündelik hayatın somut sorunlarına çözümler üreterek yaygınlaştırmanın, sadece dini eğitim vermekten daha etkili olduğu varsayımına dayanıyor. Zaman, öngörüsünde ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor. İşte Fikret, bu eğitim kurumuna girdiğinde Hamlin’in iyi işleyen pratiğini, işini güzel yapmaya dayalı erdemli, ahlâklı eğitim ilkelerini capcanlı yaşatan bir kurumun mirasını solur. Toplumun iliklerine değin işlemiş hırs, tamah ve yozlaşma nedeniyle kendi toplumsal düzeninden sakınarak kaçan mükemmellik yolcusu, burada Hamlin’in “iyi”ye ulaşmak için yapılmış, somut ve etkin hamleleri ile tanıştı. Kendi toplumunu dönüştürmek ve düştüğü çukurdan çıkarmak isteyen şaire, Hamlin’in hayatı ve eseri, bir numune / örnek işlevi görmüş olabilir.
*
Yazının başlangıcında zikrettiğim Fikret’in “gölge” ve “kadar” sözcüklerine dönelim. Gölge, her şeye çevrilebilir olması, sınırlarının keskinlikten uzak oluşu ve tanımlanmasının zorluğu nedeniyle kişiye özgür olduğu sanısını verebilir. Ama bu H. G. Wells’in kahramanı Görünmez Adam’ınkine benzer bir özgürlük; bir kez fark edildikten sonra, herkesin avlamak için peşinize düşeceği açık. İyi bir amaçla başlayan çaba, kolayca yine hem siz hem de muhatabınız için şiddete ve zalimliğe evrilebilir. Fikret’in kısa ömründe, gözden uzak, tıpkı bir gölge gibi belirsiz, doğruya, mükemmele ulaşma çabası, yine gölgeye bakanın görmek istediğini görmesi ile sonuçlanır. Fikret’in “kadar” edatı ise onun kıyas çabasının alâmeti farikası. Kusursuzluk için çoğu zaman doğadan, erdem için François Coppée’den ithal ettiği yoksullar ve emekçilerden, temizlik ve arılık için çocuklardan bahsederken “kadar” ile kontrastı sağlar.
Fikret, Attilâ İlhan’ın ya da 1940’lı yıllardan sonra Cumhuriyet ideolojisinin bir inkılâp şairi olarak düşünsel çizgiye eklemlenme çabasının ötesinde, benim düşünceme göre bir ahlâk şairidir. Merhameti ve hoşgörüsü az matematiksel bir mükemmellik algısı, kendi kişisel ve zihinsel evriminin paralelinde tüm edebi eserinin temel izleğini oluşturur. Bu mükemmellik ve doğruluk arzusu Batı’nın kapitalist devriminin hızlı ve etkin dönüşümünün sağladığı imkânlar ile beslenir. Şiirsel üslûp ve biçim özelliklerinde Fransız şiiri, özellikle Musset ve Coppée; toplumsal sisteme bakışını şekillendiren düşünce sisteminde ve toplumun dönüştürülmesinde ise pragmatist ve pozitivist yaklaşım, onun tutamakları oldu. Ancak şiddet, kan, ateş ve gözü dönmüş bir cinnet çağında yaşadı Fikret; üstelik kısa bir ömür sürdü. Eğer ezber tartışmalardan, şablonlardan kaçınabilirsek eserlerinin etraflıca tartışılması, bugünün birçok düşünsel çelişkisini de anlamamızı sağlayacak. Yoksa son şiirlerinde söylediği üzere, Sadece “tel’in eden bir avaz”, “bir fazla siklet”miş gibi, öyle uzakta ve isteyenin istediği şekilde tanımladığı bir gölge olarak kalacak.
Not: Tüm alıntılarda kaynak metnin imlâsı korunmuştur.
Levent Dalar
Kaynakça
Adem Ceyhan. “Fikret’in Târîh-i Kadîm ve ‘Târîh-i Kadîm’e Zeyl Şiirlerinin Meydana Getirdiği Bazı Tesir ve Reaksiyonlar”. 2. İslami Türk Edebiyatı Sempozyumu tebliğleri içinde. 2015. https://isamveri.org/pdfdrg/D236234/2015/2015_CEYHANA.pdf
Ayşe Sandıkkaya Aşır, “Bir Şiir İki Yorum: ‘Târîh-i Kadîm’, TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi. (2022) yıl 10 sayı: 29.
Deniz Aktan Küçük. Tanrısal Sessizlikte Yankılanan İnsan Sesi: Tevfik Fikret ve Modern Osmanlı Şiiri. İstanbul: Tabiat Kitap, Mayıs 2023.
Hacer Gülşen. “ ‘Demircilerin Grevi’ Şiiri ve Tevfik Fikret’te François Coppée Tesiri Üzerine Bir İnceleme”. A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED]. (2013) sayı 49, s. 185-192.
Hikmet Tanyu, Tevfik Fikret ve Din, İstanbul: İrfan Yayınevi, 1972.
Kardelen Kaya, Altuğ Yalçıntaş. “Cyrus Hamlin, Pragmatizm ve Robert Kolej’in Türkiye Modernleşmesindeki Rolü”. Efil Journal. (2020) c.3 sayı 9.
Kenan Akyüz. Tevfik Fikret. Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayımları, 1947.
Nazım Hikmet Polat (haz.). Tevfik Fikret, Bütün Eserleri Eleştirel Basım. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2021.
Özcan Bayrak. “Siyasi ve Sosyal Düzen Karşısında Tevfik Fikret”. Türk Dünyası Araştırmaları. (2011) sayı 191.
Rıza Tevfik. Tevfik Fikret: Hayatı-Sanatı-Şahsiyeti. İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1945.
Robert Koleji Fotoğrafı: https://bogaziciarsivleri.bogazici.edu.tr/koleksiyonlar/robert.php
[1] Mehmet Rauf, Edebî Hatıralar, 1997’den aktaran Adem Ceyhan, “Fikret’in Târîh-i Kadîm ve ‘Târîh-i Kadîm’e Zeyl Şiirlerinin Meydana Getirdiği Bazı Tesir ve Reaksiyonlar”, 2. İslami Türk Edebiyatı Sempozyumu tebliğleri içinde, 2015, s. 340
[2] Rıza Tevfik. Tevfik Fikret: Hayatı-Sanatı-Şahsiyeti. İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1945, s. 16.
[3] Yusuf Akçura, Türk Yılı, 1928’den aktaran Hacer Gülşen, “ ‘Demircilerin Grevi’ Şiiri ve Tevfik Fikret’te François Coppée Tesiri Üzerine Bir İnceleme”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED], (2013) sayı 49, s. 188.
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.