Erdem bir ödev değildir; insanı fıtrat yetkinliğine yükselten, onun değerini oluşturan var olma tarzıdır. Erdeme inanmak; önceliği kendine değil erdeme vermeye, ona boyun eğmeye dayandığı için ahlâki pratikle somutlaşması gerekir. Nihayet erdem hakikate hizmet eder ve ancak buna sahip olanı üstün çıkarır. Erdem, kendiliğindenliğe (öze) dayanmalıdır ki kalıcılığı ihlâl edilmeden yapılması gerekeni yürütebilsin. Çünkü ahlâki niteliklerin karşısında duran ve onu sınayan her türlü dış baskı/unsur ancak bir “kendiliğinden hareketle” geri püskürtülebilir.
Heidegger, bizi özümüzde tutan şeyi, kendiliğimizden hareketle muhafaza edebileceğimizi söylemişti. Kendiliğinden hareket iradesini kaybettiğimizde hakikiliğimizi muhafaza edemeyeceğimizi, inandığımız erdeme bir gerçeklik kazandıramayacağımızı da gösterir bu. Günlük yaşamın/dış çevrenin hadiseleri kendi sebepleri ve şartlarıyla doğarlar. Bunları özümüze sadakatle karşıladığımızda yani ahlâki doğrularla karşılık verdiğimizde bize ait göstergeler olmaya uygun hâle getiririz. Böylece bizi kendimizden başka bir şeye (sahteye) dönüştüremez, sadece bizdeki hakikiliği yansıtırlar.
Günlük hadiselerin başıbozukluğunu, insanın kendi özüne yönelik vurdumduymazlığını, dış etkenlerin sinsi/manipülatif baskısını düşününce; doğrulukla yalanın, iyi ile kötünün, onurla zilletin arasını ayıran kendiliğinden hareketin, ruhsal iradenin olmazsa olmazlığını daha iyi fark ediyor insan. Asghar Farhadi işte bu meseleyi çok katmanlı, sahici bir hikâyeyle ele alıyor Kahraman’da.
Kahraman’ın baş karakteri Rahim son derece ilginç bir adam… Görünürde dürüst-iyi biri ve yaşadığı olaylar bunu doğrulasın istiyor; ama olmuyor. Bir iddia olarak inanılan erdem, kişisel çıkarlardan daha üstün tutulmayınca gerçekleşemiyor. Rahim de hem doğru hem sahte, hem dürüst hem kurnaz, hem iyi hem içten pazarlıklı, hem onurlu hem çıkarcı gibi tezatlar uyandırmaktan kurtaramıyor kendini.
Rahim, ödeyemediği bir borç sebebiyle hapis yatmaktadır. Kız arkadaşı, içinden altınlar çıkan bir çanta bulunca, bu borcu ödemek için fırsat yakaladıklarını düşünür ve onu da ikna eder. Bunun üzerine Rahim, alacaklısı Behram’la uzlaşmayı umarak iki günlük izinle hapisten çıkar. Kız arkadaşıyla buluşur ve kuyumcuya giderler; fakat altınların bedeli borcun ancak yarısını karşılamaktadır. Vicdanen çok da rahat olmayan Rahim, alacaklısını (Behram) ikna edene kadar altınları bozdurmayı erteler. Korktuğu olur ve kalan borcu için senet temin edemez, alacaklısı da anlaşmaya yanaşmaz. Bunun üzerine Rahim vicdanının tarafına geçer ve işini halletmeye yetmeyen altınları sahibine ulaştırmayı bir görev addeder. Gerekli adımları attıktan sonra çantanın sahibinin kendisine ulaşması için hapishanenin telefonunu bırakır. Çok geçmeden altınları sahiplenen bir kadın çıkar ve çantayı Rahim’in ablasından teslim alır. Rahim’in kadınla yaptığı telefon görüşmesine şahit olan hapishane yetkilileri mevzuyu öğrenince, hem hapishane için reklam/itibar malzemesi hem de Rahim gibi dürüst birinin kurtuluşuna vesile olacağını düşünerek medyayı haberdar ederler. Tam da umulduğu gibi hapishane istediği imajı elde eder, Rahim de bir anda kurtarılması gereken dürüst mağdur pozisyonuna geçer.
Rahim için yeni bir umut doğmuştur; çünkü ona üstünlük kazandıran erdemli davranışı sebebiyle kahraman ilan edilmiştir. Kazandığı övgü ve itibar bir yana, ona yardımcı olmak isteyenler de çıkar. Bir hayır kurumu bu yardımı organize etmeyi üzerine alır. Alacaklısı (Behram) hariç herkes onu takdirle destekler. Behram ise; “Bulduğu çantayı sahibine vermesinden daha doğal ne olabilir? Ondan daha zor durumda olanlar var, hırsızlık mı yapıyorlar? Yahut dünyanın neresinde insanlar yanlış bir şey yapmadıkları için ödüllendiriliyor?” diye sorar. Behram’a göre bütün bu onurlandırma/ödüllendirme, medya desteği birer şamata ve gösteriden ibarettir; oysa hakiki erdem, sergilenecek bir performans öznesi, kullanılarak tüketilecek bir meta olamaz; gerçekten dürüst olan biri de erdemi bu biçimde istismar etmez. Behram’ın yorumu acımasız bulunur; çünkü Behram’ın eleştirisinin ucu, Rahim’in kahramanlık serüvenini kendine mal edenlere, kendi performansını bu serüvene ekleyenlere de dokunmaktadır.
Rahim’in tüm borcunun ödenmesi ve bir işe girebilmesi için ön ayak olan vakfın başvurusu, resmi konseyin onayından geçmelidir. Konsey, bu kahramanlık hadisesini soruşturunca şüphe uyandıran bazı açıklar yakalar. Rahim’e güvenilmesi için altınların sahibi olan kadının şahit olarak getirilmesini şart koşar. Rahim titizlikle iz sürer ama kadının ismine ve adresine ulaşamaz. Son çare olarak taksicinin önerisiyle kız arkadaşını altınların sahibi kadınmış gibi gösterme hilesine başvurur. Fakat iyice çuvallar çünkü o kadının bu kadın olmadığı ortaya çıkar. Üstelik Rahim’i yalanlayan başka deliller de vardır. Kahramanımızı bir şüpheliye dönüştüren parçalar birleşince, vakıf ve hapishane yetkilileri muhtemel bir sahtekâra güvendikleri için zan altında kalırlar, herkes kendi itibarını kurtarmanın derdine düşer. Şaibeye bulaşmak, Rahim’in neyi niçin yaptığını sorgulamayı getirir.
Rahim bir anda kazandığı kahramanlık şöhretini yine bir anda kaybediverir. Gözden düşünce “Para umurumda değil, onurum önemli benim için” demeye başlar ama bu gerçekten böyle midir; kimse emin olamaz. Rahim her zamanki gibi iddiada bulunur ama iddiasını ispata gelince yalpalar. Tutarsızlıklar arasında ışık hızıyla gidip gelen Rahim kendi de dâhil, herkeste yarattığı kafa karışıklığıyla kalır. Hapishane müdürünün “Sen ya çok safsın ya da fazla kurnazsın.” yorumunu, “Dediğin kadar kurnaz olsaydım hapiste olmazdım.” diye cevaplar. Oysa bu gayet kurnaz bir cevaptır, gel gör ki bilinçli bir cevap değildir sonuçta; bu tam da Rahim’deki soruna, farkındalıktan yoksunluğuna işaret eder. Rahim, kendini kendi bilinciyle kavrama yetisini taşımadığı için hadiselerle/yaşadıklarıyla ilişkisini de farkındalık düzeyinde kuramaz. Karakteri, bilinç potansiyeline değil davranış performansına olanak verir.
Vakıf yetkilisinden; kendisi için toplanan paranın ona verilemeyeceğini, küçük bir kızın babasını idamdan kurtarmak için parayı kefalete ayırdıklarını duyunca sessiz kalır meselâ. Genç bir adamın idamdan kurtarılmasına, bir çocuğun yetim, bir kadının dul kalmasına engel olmaya öncelik vermesi gerektiğini düşünürüz; ama kahramanımız yorum yapmaz.
Rahim talihsiz bir adamdır; kendini savunduğu gibi “işleri yolunda gitmez” gitmemesine ama işlerinin yolunda gitmemesinin sebebini, kendisinin bundaki payını hiç düşünmez. Çaresizlik zorunluluğa, zorunluluk ise yalana sürükler onu. Masum ve kaçınılmaz olduğu için söylemekte sakınca görmediği her yalan onu doğrudan ayırır, doğruluktan saptıkça yolu sarpa sarar ve kendi yalanlarıyla mücadele hâlinde, sürekli bir belirsizlik içinde bocalar durur. Sebep-sonuç ilişkisini idrak edemez bir türlü.
Birbirine bağlı olaylar birbirine bağlı ilişkilerin, birbirine bağlı yalanlar birbirine bağlanan tezatların içine sokar onu; sonuçta işin içinden çıkmak için dokuz takla atmaya mecbur kalır. Bulunan altınla borcunu ödemeye kalkışmakta bir sakınca görmemiştir meselâ. Ama altınlar sorunu çözmeye yetmeyince kurtulması gereken bir “belâ” olur nazarında. Televizyona röportaj vermeden önce hapishane müdürüne, “Altınları ben değil kız arkadaşım bulmuştu.” deyince, müdürün “Bunun önemi yok, ben buldum diyebilirsin” ruhsatını tereddütsüz benimsemiştir. Hilesi anlaşıldıkça, “Bana başka çare bırakmadılar.” ajitasyonuna başvurur. Sosyal medyanın, insanların abartılı övgülerinin baştan çıkarıcı etkisini ‘avanta’ sayar. Tek başına plan yapacak kadar cin fikirli, vaziyeti kurtarmak için yalan üretecek bir sahtekâr değildir ama onun adına plan yapan, kurnazlık öğreten fikirlere açık olmakta, manipüle edilmeye izin vermekte, doğrunun aksine uyum göstermekte ve sorumluluğu kendinden başka her yere dağıtmakta bir sakınca görmez. Erdeme, onura inanır ama bu değerlere sahicilik sağlayacak mücadeleden, kararlılıktan yoksundur.
İnsanın sahip olmadığı şeyler sahip olduklarıyla yer değiştiremez; hiçbir şey zıddıyla bir arada barınmaz. Rahim’in, altınları sahibine iade fikrine katılmayan kız arkadaşına; “Eğer bu altınları çok istiyorsan git beni ara, çantamı kaybettim, de. Doğru tarif edersen sana iade ederim.” diye yaptığı espri onun köşeye sıkışınca sergilediği davranışların özeti gibidir. Ne var ki yalan, doğrulukla alay edemez. Doğru, ciddiye alınmayı; yalan ise kaypaklığı sağlar insana. Nihayet bunu yaşayarak öğrenir Rahim. Çaresizlikten yola çıkan, umutla yol alan hikâyesi hayal kırıklığıyla sonuçlanır. Ama bu yolun sonunda erdemin öğrenilebilir bir değer olduğunu gösterir Rahim. Son davranışında dersini aldığını ispatlar; etki altında kalmayı, doğru bulmadığı yöntemle uyuşmayı, inandığı doğrudan gayrısına ikna olmayı kendi bilinciyle reddeder. Bunun bedeli hapishaneye dönmektir ama kendinden, ne yaptığından, olması gerekenden emindir artık.
Aslında hapishane müdürü, vakıf yetkilisi, taksici vb. Rahim’in hikâyesiyle kesişen kim varsa köşeye sıkışma/paçayı kurtarma durumu karşısında hemen herkesin önceliği kişisel çıkardan, fayda sağlamadan, hedefi tutturmaktan yanadır. Gerekirse yalan, gerekirse hile, gerekirse sahte kaçınılmaz görülür. Bu sebeple değil midir; erdemin üstünlüğü, ahlâki pratiğin gerçekliğiyle hayatı kuşatamaz. Çünkü kalbe yerleşmeyen, hayata da yerleşemez.
Münire Daniş