Şiir bizi terk etmediği için sevinmeliyiz. Şairlerin bizi şu umutsuz hâllerimizle baş başa bırakmamış olması ne büyük lütuf.
Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.
Kendi hâlimize kalsak çamurdan elbiseler içinde temizliğin ne olduğunu unutacağız.
Biraz kolonya sürünsem,
Ferahlasam, pencereyi açsam.
derken iç sesimizin çatlaklarından sızan sularda boğulacağız.
“Güçlü bir el silkele”meden bizi, dökmeden dallarımızdan ah’larımızı, bize o “…hiç erimeyen /Kırmızı bonbon şekeri”ni kimse yollamayacak.
“Olmayan çayları / Olmayan fincanlardan iç”meye, “Olmayan ziller çaldığında / Olmayan kapıları aç”maya şuursuzca devam edeceğiz.
Neyse ki şairler var. Gitseler bile buradalar…
Saklansalar bile buradalar…
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Kapının arkasında yokum demiştim
Ve divanın altında da.
Bulamazsınız ki artık beni,
Hayatın ortasında.
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Beni kimse bulamazdı
Tanrı’nın arkasına saklansam.
O kocamandı, en kocamandı o.
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.
Onlar sayesinde “beli bükük bir ahlat ağacından” çok şey öğreniyoruz hâlâ… Hâlâ umuttan bahsedebiliyoruz…
İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,
Kırıklar dolar kucağına,
İşte orası umudun tarlasıdır.
“Hafızamız bıçağın ucunda” ama biz hâlâ Cezayir’de cezasını çeken bir suçlu gibi o dikenli, ulaşılmaz, sarılınamaz ahlat ağacının gölgesinde ah edebiliyoruz.
İnanıyoruz, “etimolojinin Etiler’den kalma bir zaman birimi” olduğuna ve bir zamanlar “mutsuz olduğunda insanlar, yok olduğuna bazı dakikaların…”
Gülümsüyoruz bazen, bazen seviniyoruz, yedi yaşındaymışçasına… Sonra tekrar “ah” diyoruz, dallarımıza bağladığımız “rengârenk çaputlar (mavi, mor, kırmızı ve yeşil)” fazlalaşıyor “eksikli yaşamaktan…”
Sonra “acilen makas değiştiriyoruz”, söyleniyoruz içerimize: “raydan çıkma bundan sonra”, olur mu?
“Dökülmüş harfler gibi kelimelerden / Saf ve pembe gülümsüyoruz” tekrar… Hayattan söz ediyoruz, “zor” deyip “ardından susuyoruz mutlaka”. Âdettendir…
Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi,
Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan.
….
Ah!
….
Ah bizim nergis kokulu cehaletimiz…
….
Ne diyecektin, ne söyleyecektin
Şairlerin şahı olsan,
Bir AH’dan başka.
Ah bizim nergis kokulu cehaletimiz
Bize yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.
AH!
Sen sus, şair söylesin, doğduğu gün hatırladıklarını:
Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım tanrının eliydi,
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan,
Çok şey geçmiş gibi başımdan
Ah dedim sonra,
Ah!
İç ses, diye söylendim.
Gel!
Havva Yılmaz