“Hep 33 Yaşında” filminin açtığı pencere sayesinde anlam dünyamda lâyıkıyla yeri bulunması gereken bir konuyu ihmâl ettiğimi fark ettim. Anlatmaktan ziyade hissettirmeye odaklanmış bu film vesilesiyle İslâm Ansiklopedisi’nin başlangıcını ve devam eden yolculuğunu izlemek, bu konudaki eksikliğimle verimli bir yüzleşmeydi. Pekçoğunuz gibi ansiklopediden haberdardım; ancak alanında ilklere imza attığını ve müthiş fedakârlıklarla işlenmiş hassas ilmeklerden örüldüğünü bilmiyordum. “Medeniyetimizin amel defterine” hak ettiği değeri vermediğimizden dolayı, gündeme getirilmesinin zaruri bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum artık. Zaruret, aslında, Batı medeniyetinin ötekisi olan Doğulular olarak bizlerin, kültür birikimimizle övünmek istediğimizde yüzlerce yıl öncesine referans verme halimizle ilişkilidir. Benzer ilişkiyi yanı başımızda duran çok daha güncel değerli ürünlerden bile haberdar olamama halimizde de görebiliriz. İşte bu noktada “Hep 33 Yaşında” gibi hatırlatıcı yapımlar özgüvenimizin yenilenmesi için anlamlı vesileler oluşturuyorlar. İddia, sebat, dirayet ve fedakârlık olmak üzere birçok nitelikten oluşan tarihsel bir tecrübeyi kurmaca belgesel formatında toplumsal dokuya sunmak dikkate alınması gereken bir emektir ve bu emeğin tarihselliğimizde kendine bir yer bulmasını ümit ediyorum. Bu yerin oluşması başlı başına kıymeti haizken İslâm Ansiklopedisi tecrübesinin ve bu tecrübe ile film üreterek yüzleşen yönetmen ve senaristin sergilediği cesarete eklemlenemediğimi belirtmeliyim. Filmin kıymeti konusunda söylenebilecek olası başka sözlerin varlığı bir yana, bu yapımın “nasıl”ından bahsetmek gerekir. Niyetim, sergilenen emeğe bir haksızlık yapmak ya da nakısa aramak değildir, bilâkis payıma düşeni paylaşmak istiyorum.
Bir kurmaca belgesel örneği olarak karşımıza çıkan filmi incelerken, öncelikle belgesel tarafının kurgu tarafından daha geride durduğunu görüyoruz. Bu durumun filmin hissiyatının güçlendirilmesine belirgin bir katkıda bulunduğu aşikâr. Belgesel tarafı ağırlık basan gri tonda bir eserin konunun hakkını veremeyeceğini düşünüyorum. Filmde sadece konuda değil, kurgusu ve çekim tekniği başta olmak üzere her detayda bir ansiklopedi titizliği fark ediliyor. Başlangıç kısımlarında yer alan yakın çekimler, aynadan yansıtma gibi teknik detaylar, işlenmeyi bekleyen malzemeler olarak duruyor. Başlangıçta bütüncül durmayan, seyirciyi dışarıda bırakan bu malzemeler, ansiklopedinin serüvenine benzer bir biçimde ilerleyen sahnelerde işlendikçe yerini buluyor. Ansiklopedi formatında kurgu yapıldığını ortaya koyan başka bir husus da olay örgüsünün madde madde sırayla verilen kavramlardan yola çıkmasıdır. Ansiklopedi işinin başında yazılacak maddeler için kavramların belirlenme sürecine şahit oluyoruz ve devamında maddelerin yazım süreci başlıyor. Kurguda işlenen “fedakârlık, kapris, fırça yemek, hayatı vakfetmek, kuşaktan kuşağa aktarım” benzeri pek çok kavram önceden belirlenerek, ansiklopedi yazıyormuş gibi filmin olay örgüsünde madde madde sırayla yer alıyor. Bu detaylarla düşünüldüğünde kurgunun parçalılığı sayesinde film, ansiklopedi ile paralel ilerliyor. Ayrıca zaman algısı muğlâklaştırılarak hikâye, her izleyicide farklı izler bırakabilecek çok katmanlı bir yapı ile karşımıza çıkıyor. Öykünün izleyiciyi olayın içine dâhil edebilmesinin nedenleri arasına nezahetini ve sadeliğini eklemek gerekir. Konu, olabildiğince kısık sesle anlatılıyor; her sahnede farklı tezahür eden incelikleri hissedebilmek için seyircinin dikkat kesilmesi gerekiyor.
“Ayeti unutan imam ve yerdeki yanık, belli belirsiz sayfalar” sahnesinde olduğu gibi bazı sahnelerin olabildiğince geniş anlamlarla seyirciye bırakılması, seyirciyi esere paydaş hâle getirmek için fırsatlar sunar. Bu sahnede yerdeki sayfalar ve bu sayfalara çaresiz bakış, geniş bir temsil dünyasına kapı aralar. Aynı zamanda bu kapı, İslam Ansiklopedisi hikâyesinin başlangıcındaki bir bütüne gönderme yapmayan fragmanların nasıl işleneceğiyle ilgili müphemlikle de ilişkili okunabilir. Ayeti unutan imamın “durun hatırlayacağım” ifadesinin “İslam medeniyeti” olarak kurgulanan dünyaya ya da yeniden üretilecek bir geleceğe gönderme yaptığı öne sürülebilir. Her izleyiciye kendi dünyasıyla ilişkili olmak üzere sunulan ve her defasında çoğalmaya imkân sunan bu temsillere/hediyelere film içinden başka örnekler de verilebilir. Kâğıttan uçakların atıldığı sahnede onlarca metnin havada uçuşup kendisine yer bulmaya çalıştığı ânın yoruma açıklığı aidiyet de hissettiriyor. Farklı fikirlerin ve metinlerin havada uçuşmasından ortaya çıkan kaos, temsil katmanlarını dışarıya açmaya potansiyel sunuyor. Öte yandan tam da bu sahnenin devamında “kuşak çatışması” ifadesinin verilmesi, zengin anlamın daraltılıp seyirciyi bu sahne hakkında belirgin bir yönlendirmeye maruz bırakıyor; yönetmen, kendi kast ettiği mesajı fısıldıyarak hediyesini geri alıyor sanki. Bana göre bu sahne, kuşak çatışmasıyla kısıtlanamayacak kadar güçlü; o yüzden ucu açık bırakılarak sunulan armağanın geri alınmaması daha etkili olurdu.
Filmin başlangıcında yer alan kürsü konuşmasındaki üst perdeden meseleyi açan ve mealen “ne büyük iş yaptık” vurgulu hikâye, henüz ansiklopedi üretim sürecinde yaşanan ızdıraba şahit olmamış izleyiciyi geriyor. Seyircinin istemsizce “O kadar da büyük bir iş mi?” sorusuyla muhatap olmasına neden oluyor. Bu soruyla meşgûl olunması durumunda, hikâyeyi algılayabilmenin imkânı bir probleme dönüşüyor. Filmin sonuna gelindiğinde ise aynı kapanış konuşması devam ederken seyirciye “hissiyatına temas etmediğin konularda yargılamak için acele etme” mesajı veriliyor. Son sahne, hikâyenin bitmeyişini anlatırken kardaki ayak izi metaforu da temsil katmanlarına ekleniyor.
Filmin gücü, tekniği, yapısı, hissiyatı üzerine birtakım tespitlerden sonra, Erol tiplemesiyle temsil edilen meseleye gelmek istiyorum. İsmi sadece jenerikte yer alan ve filmde de iş değiştirmek amacıyla başka bir arşive geçmek için dilekçe vererek İslâm Ansiklopedisi’ndeki görevinden ayrılan kişiydi. Niyaz ile birlikte kitap dizme sahnesinden hatırlayabiliriz. Olumsuz bir karakter olarak kurgulanmış olması nedeniyle ona haksızlık edildiğini düşünüyorum. Filmin bu konuda toplumumuzun değer yargılarıyla uyumlu bir seyirde, hatta konuyu daha merhametli bile işlediğini söyleyebiliriz. Cömert bir karakter olarak Erol, Niyaz’a borç verir ve zaman belirtmeksizin “eli rahatlayınca ödeyebileceği” kolaylığını sağlar. Ama Niyaz kadar ansiklopedi projesine sâdık değildir, hatta fedâkarlık göstermeyerek maaş azlığı nedeniyle iş değiştirmek istemesi ansiklopediye “ihanet” gibidir. Toplumumuzdaki fedakârlık kavramının içselleştirilme biçimi, hangi pencereden olduğu fark etmeksizin o kadar problemli bir duruma işaret eder ki filmdeki görece merhametli tutum bize makûlmüş gibi geliyor. Erol’un doğal talebinin nahoş görülme sebebini irdelemek için Cumhuriyet tarihi bize yetmiyor. Hikâye çok daha eski dönemlerden başlıyor ve günümüze kadar devam ediyor. Devletimizle, milletimizle bizler insana hak ettiği değeri vermiyoruz veya değer vermiş gibi yapıyoruz. Fedakârlık konusunda, meseleye ya ahmaklık ya da kati şart olarak bakıyoruz. Yani ya söyleniyoruz ya da zorlama tavırlarla mecburiyet hâline hapsediyoruz. Pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da itidalden çok uzak durduğumuzu belirtmek gerekir. Allah, din, devlet ve millet “için”ler bitmiyor, özellikle bu konularda hamasi söylemlere yaslananlara dikkat kesildiğimizde de ilginç bir şekilde menfaati olmadan bedel ödemeye yanaşmamış insanları görüyoruz. “Medeniyetin amel defterinde” insana değer vermemeye örnek olarak, mütedeyyin camiada özellikle sivil toplumdaki maaş politikalarını belirtebiliriz. Kabiliyetli ve özel sektörde çok daha iyi şartlarda çalışabilecek bir insan için devam etmek gerçekten hayır mı, şer mi belli değil. Hayırlı işlerde yer almanın bedeli insanın ailesini maddi manevi mahrum bırakması olabilir mi? İslâm Ansiklopedisi’nin profesyonelliğine, disiplinine bakarak imreniyoruz; ama “medeniyetin amel defterindeki” başka bölümlere bakınca insana değer vermekten sınıfta kaldığımıza tanıklık ediyoruz. Burada suçladığım kesim, bu ansiklopedinin oluşmasında ter dökenler değil, bilâkis filmin temsil düzlemiyle de paralel bir biçimde topyekûn olarak “bizi” suçluyorum.
Konuyu erdem kavramı üzerinden düşünecek olursak bazı sorular karşımıza çıkıyor. Sorumluluğunu üstlenerek iş değiştirmeye karar veren Erol mu, yoksa tüm sorumluluğu hamile eşinin üzerine yükleyen Niyaz mı daha erdemli davranıyor? Niyaz’ın “baskı altında hissetme” ifadesi ise cevabımız ne olursa olsun çarpan etkisi yapıyor. İnsanın ailesi ile “izzetli” bir yaşam sürmek adına makul bir hayat standardını karar verme parametresi olarak öncelemesi “erdemsiz” bir davranış mıdır? Erdem kavramını bırakalım, kendimize dönelim ve oradan bir soru yöneltelim. Sahabeye her geceyi namazla geçirmemesini, eşiyle de ilgilenmesini öğütleyen peygamberin ümmeti, Allah rızası için ailesinden ne ölçüde fedakârlık etmelidir? Allah rızası için çalışan bir erkeğin eşini dışarı çıkarmak için “bir ömür bekleyelim, sonra çıkaracağım” demesi nasıl izah edilebilir? Bu sorulara eklemeler yapılabilir ve pek çok cevap da verilebilir; ancak soruların asıl amacı bu sahnelerin paradoksal tarafına dikkat çekmektir. Filmin toplumsal eleştiri barındırıyor oluşunu fark etmek gerekiyor; ama tedavilerin de “teşhisle” başladığını akılda tutmakta yarar var. Nihayetinde Erol, Niyaz ve Ekmel karakterleri ile örülen kurmaca anlatıdaki problemin samimiyet değil, merhamet problemi olduğunu belirtmek isterim. İdrak etmemiz gereken şey bu problemlerin filmin, yönetmenin ya da senaristin değil, doğrudan bizim problemlerimiz oluşudur.
Filmin bütünü ile ilgili bende bıraktığı izlere tekrar döndüğümde şunları söyleyebilirim. Nezâhetli bir yapımın izleyiciye alan açarak içine dâhil olma fırsatı vermesi, bir çok yerde seyirciyle sert bir diyaloğa girerek konfor alanında rahatsız etmesi, bunu yaparken ansiklopedi hikâyesinden ödün vermemesi, öyküyü belgesel formatında verebileceğinden çok daha güçlü bir şekilde yavaşça zihnimize ve gönlümüze nakşetmesi ciddiye alınması gereken tavırlar olarak önümüzde duruyor.
Ferit Yakuboğlu
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.