Ansiklopedi düşüncesi “birleme” fikrinden neşet etmiştir. Gaye “çok”u bir eylemektir. İslâm tarihinde ansiklopedik sayılabilecek, toplayıcı, “çok’u bir edici” çeşitli türlerde pek çok eser verilmiştir. Modern dönemde ise Müslümanların hazırladığı ansiklopedi tarzı derleyici eserlerin sayısındaki artışın altında Batı’nın varlığa meydan okuyucu yaklaşımından çok daha başka bir saik olduğuna inanıyorum. Hüseyin Vassâf (1872-1929) merhumun muhalled Sefîne-i Evliya’sı -eserin ismindeki inceliğe bakar mısınız: Nuh’un Gemisi gibi Veliler Gemisi- ya da Bursalı Mehmed Tahir’in (1861-1925) Osmanlı Müellifleri, İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın (1871-1957) Son Hattatlar vb. diğer eserlere baktığımızda şunu görürüz: Burada bir tahattur eylemi var! Bu eserlerin vücuda gelmesinin kanaatimce en önemli gayesi “kaybedileni” hatırlama ve hatırlatma girişimidir. Genel olarak İslâm dünyasının ve bilhassa hilafet merkezi Osmanlı’nın en sıcak şekilde yüz yüze olduğu zamanın meydan okumalarına cevaplar geliştirilmelidir; halbuki o günlerde yaşayan Müslümanların birikimi buna yetmez. Bu durumda yapılacak bellidir: safları sıklaştırmak, -öldüğünü zannettiğimiz ama aslında ölmemiş- seleflerimizin de esasen yanımızda olduklarını hatırlamak ve onlardan ilham almak. Vassâf’ın eserinin isminin “gemi” metaforu içermesi bu açıdan manidardır; bir nevi modern bir tufan olmuş ve Müslümanlar Nuh’un gemisi misâli bir gemide sahil-i selamete çıkmak üzeredirler. Fakat önce geminin farkına varmak ve gemide elimizde olanları tanımamız gerekir; ta ki sahile çıktığımızda hayatı yeniden olması gerektiği gibi, erdemlerle inşa edelim. Tufanın hâlâ dinmediğini, biz gemide olsak da henüz sahile çıkmadığımızı hatırlatarak bu temsili şimdilik burada kapatalım.
Yolun bizi getirdiği yer İslâm Ansiklopedisi fikri. İlk İslâm ansiklopedisini Batılılar, yukarıda kısaca değindiğimiz gibi farklı bir âlem tasavvuruyla gerçekleştirmişlerdi. Müslüman toplulukların tanınması gerekiyordu çünkü ancak bu şekilde kalıcı bir otorite sağlayabilir, dünyanın hükümranlığını ellerinde tutabilirlerdi. Müslümanların yaptığı ilk İslâm Ansiklopedisi ise tamamen farklı bir zeminden hareket ediyordu. Kesinlikle onların bir taklidi ya da şerhi, zeyli, mütemmimi değildi. Herhalde bir İslâm Ansiklopedisi ihtiyacını doğuran temel ihtiyaç, geçici bir hafıza kaybı yaşayan Müslümanlara geçmişte neler olup bittiğini ve bugüne nelerin ne şekilde kaldığını gösterebilmekti. Şükür ki bu satırların yazarından önceki nesil bu ihtiyacı gördü ve buna TDV İslâm Ansiklopedisi’yle cevap vermeye çalıştı. Hz. Nuh’un gemisine her bir hayvan türünden birer çift alması gibi, İslâm tarihinde önemli olabilecek her bir düşünce, kavram, mesele bu ansiklopedide yer almalıydı. Öyle de oldu. Dile kolay, 17 bini aşkın madde belirlendi ve 33 yıl içinde yazıldı, 46 ciltte bir araya getirildi. Girişte bahsettiğim toplayıcı varlık olma, kesreti vahdete dökme, çokları birleme ameliyesi ansiklopedide tecessüm etti; İslâm düşüncesinin ve birikiminin bir DNA’sı gibi. İnanılmaz bir başarı: 1400 yıla ve tüm dünyaya yayılan Müslümanların birikimini bu kadarcık ciltte derc edivermek. Bu, gerçekten çok büyük bir iş; zira bunu yapmak için her şeyden önce küllî, toplayıcı bir nazar gerek. Bütünü birden görebilen ve dolayısıyla neyi içerip neyi içermeyeceğine karar verebilecek bir câmi bakış. 1400 yıldan ve o geniş coğrafyadan, milyarlarca Müslümanın ortaya koyduğu birikimin özünü çıkarma girişimi bu.
TDV İslâm Ansiklopedisi, tüm bir İslâm dünyasının birikiminin özünün derlenmesi çalışmasıydı. İyi bir seçim yapılamazsa, ehem mühimden ayrılamazsa, öz ortaya konamazsa ansiklopedi 333 yılda belki 1000 ciltte ancak tamamlanırdı. Fakat Allah’ın inayetiyle korkulan değil, duası edilen maksud gerçekleşti: ansiklopedi kemâle erdi. Ortada bir neslin hayatına yayılan toplayıcı / câmi / küllî bir proje var. Bu projenin de sonraki nesillere ilham kaynağı olarak aktarılması için onun da usaresinin çıkarılması ihtiyacı doğdu bu sefer. Bir diğer deyişle özün özü çıkarılmalıydı artık. Bu en iyi, görsel imkânlarla başarılabilirdi. Çağrı filminin bütün bir siyer anlatısının özünü ortaya koyma girişimi olması gibi, bir film gerekliydi ansiklopediye. Çağrıya, hafıza filmlerinin yönetmeni Murat Pay icabet etti. İşi onun üstlenmesi bu büyük projenin bereketinin bir devamı niteliğindeydi kanımca; zira böyle önemli bir vazifeyi ancak o yapabilirdi. Dilsiz ve Miraciyye: Saklı Miras gibi filmleri zaten daha evvel bu meyanda atılmış “hafıza tazeleme” (İngilizcedeki tabiriyle recall yani geri çağırma) adımlarıydı. Dışarıdan görebildiğim kadarıyla Hep Otuz Üç Yaşında filmi işte böyle bir serencamın sonunda beyaz perdede bizlerle buluştu.
Böylesi bir film projesini gerçekleştirmeyi en zor kılan unsur, herhalde özün özünün çıkarılmasının güçlüğüdür. Ansiklopedi bin dört yüz yıla ve tüm dünyaya yayılan Müslüman birikiminin özü olduğu gibi bu film de ansiklopedinin özü olacaktı; yani özün özü. Otuz üç yıl, 17 bin madde ve 46 ciltlik serüven sadece 1,5 saatlik bir sinema filmine sığdırılmalıydı.
Ansiklopedide nasıl fıkıhtan tasavvufa, hat sanatından mimariye İslâm toplumlarını ilgilendiren her alandan maddeler varsa filmde de bunlar yansıtılabilmeliydi ki nitekim öyle de oldu. Film bu açıdan bir kırkambar niteliğinde. Yönetmen ve senarist bunu, anlatıya Mevlevilikteki matbah/mutfak eğitiminden mülhem bir katman katarak başarmış. Mevlevi dergâhına intisap eden “nevniyaz” buna göre, on sekiz farklı hizmet türünü, bin bir günde tamamlayarak “çile”sini tamamlar ve “pişer”. Filmde de Niyaz karakteri bir Mevlevi nevniyazı gibi intisap ettiği İSAM’da türlü çilelerden geçerek olgunlaşır ve Ekmel hâlini alır. Bu ikisi arasındaki geçiş ve tüm hizmetlerin tek bir karakter üzerinden anlatılabilmesi gerçekten büyük bir anlatı başarısı. Diğer taraftan ansiklopedide hakikaten de bir maddenin ciltte yayımlanabilmesi için geçmesi gereken en az on yedi işlem basamağı vardır. Bu bir maddenin on yedi masa, on yedi ayrı uzmanlık alanı ve on yedi ayrı gözden geçmesi demektir.
Filmin bir diğer katmanı İngilizcede “crowd-sourcing” denen kitlesel katılım meselesi. Yani ansiklopedi projesine “halk”ın katkısı harikulâde bir biçimde filmin temel katmanlarından biri hâline getirilmiş. Ansiklopedi projesini bir kahramanlık hikâyesi olarak okuduğunu söylüyor yönetmen Murat Pay. Buradan bakıldığında “Bu hikâyenin kahramanı kim?” sorusuna verilecek en güzel cevap ise topyekûn bir Türk halkı, hatta belki ölüsüyle dirisiyle tüm Müslümanlar, şeklinde olabilir. Niyaz’ın yolun başında uğradığı Terzi Yakup da bu hikâyenin kahramanıdır; filmde geçtiği gibi belki ilk tedvin hareketini gerçekleştiren ve ansiklopediye ilham olan Ebu Hanife de, Câhiz’in bir kitabının emanet bırakıldığı kasap da hikâyenin kahramanı olmaktan nasiplenir, Câhiz’in kendisi de. İSAM’da temizlik hizmetlerinden yemek ve çay servisi yapan personele kadar tüm çalışanlar da bu kahramanlık hikâyesinin paydaşlarıdırlar. Filmin bir sahnesinde aktarıldığı şekliyle İsmail Erünsal hocanın dediği gibi İslâm Ansiklopedisi “beyinsiz bir ansiklopedi” olmuştur,;zira yük tek kişiye yüklenemeyecek denli büyüktür. Bunun için zamanları ve mekânları aşan kolektif bir beyne ve bilince ihtiyaç vardır. Kanaatimce bu katman, filmin ansiklopediye dair yakaladığı ve biz seyircilere sunduğu en önemli boyuttur.
Film ekibinin ayrıca ansiklopedinin hazırlık aşamalarını çok iyi etüt ettiklerini söylemeliyim. Mesela dokümantasyon veri tabanı zannımca ansiklopedinin bu projeye getirdiği en büyük katkılardan biridir; filmde de çok özel bir yeri olduğunu görmek beni çok memnun etti (Şerif Targan’ın “Koşan Çocuk” bestesi eşliğindeki bu sahneyi unutmak mümkün mü?). Bu veri tabanı gibi süreç içerisinde geliştirilen yöntemler, güncellenen stratejiler filmde oldukça isabetli şekilde tespit edilerek temsil edilmiş. Önce bir kütüphane kurulma ihtiyacının tespiti, ardından bir araştırmacı kadrosunun yetiştirilmesi ve nihayet bu süreçlerin senkronize bir şekilde ilerlemesiyle ansiklopedinin vücut bulması…
Filmin sanat başarısı konusunda kendimi söz sahibi görmüyorum ancak bazı görsel tercihlerden etkilendiğimi söylemeden de geçemeyeceğim. Meselâ ansiklopedinin “mutfağının” bir orta oyunu meydanı ya da bir Mevlevi meydanı gibi tasarlanması, burada bir sahnede Ekmel’in vecde gelerek hafifçe bir semâa kalkması, camide ansiklopedi için bağış toplayan ellerin renkli mürekkepler alarak bunlarla ilk madde taslaklarının yazılması, yine benzer ellerle çayların taşınması, İSAM’ın bahçesindeki şeftali ve meyve detayları… Bunların hakkınca takdirini ehline bırakarak filmin, Hep Otuz Üç Yaşında’nın ansiklopedi projesinin artık bir parçası olması noktasına kısaca temas edip yazıyı nihayetlendirmek istiyorum.
Filmde çok güzel gösterildiği üzere ansiklopedi bütün bir Müslüman milletin ortak başarısıydı ve Hep Otuz Üç Yaşında, bu başarıyı görselleştirerek bu projenin yeniden üretilmesinin, farklı suretlerde devamının bir parçası oldu. İslâm Ansiklopedisi gibi bir meyveyi veren, Müslümanların ilmî ve kültürel birikimi Hep Otuz Üç Yaşında filmini de netice verdi. Bunu bir silsile, bir zincir gibi düşünebiliriz. Ansiklopedi, zincirin önemli bir halkasıydı; film ise zincirin yeni bir halkası olarak ansiklopedinin bir hayrü’l-halefi olduğunu kanıtlamış oldu.
Filmde tekrar değil bir süreklilik teması olduğu kanaatindeyim. Tarih tekerrürden değil, teselsülden ibarettir. Filmde de Niyaz’la Ekmel hem aynı kişiler hem de değiller. Aralarında bir tekerrür var gibi görünse de bu tekerrür değil, teselsüldür. Burada teselsülü bir kelâm terimi olarak kullanmıyorum elbette. Birbirini takip etme anlamında, lügavî olarak kullanıyorum. Meselâ Niyaz’la Selim arasında ya da Terzi Yakup’la çırağı arasında da bir tekrarlama ilişkisi değil bir takip etme ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Nasıl günler günleri, namazlar namazları, rekatlar rekatları ve tesbihler tesbihleri takip eder, ardı ardına gelir; onun gibi Ekmelleri Niyazlar Niyazları Ekmeller takip eder ve bunların hiçbirinin yekdiğeriyle aynı olduğu söylenemez. Zira yaratışta tekrar yoktur, her an yeni bir yaratış vardır ve filmin seyirciye aşıladığı ümitte görüldüğü gibi bu yaratışlar yeni ansiklopedilere, yeni projelere her daim gebedir. Yolculuk devam ediyor.
Abdullah Taha Orhan
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.