Aile hakkında ne çok konuşuyoruz… Peki ya içinde kaynayan kazanlar? Oysa eylemlilik bütün kelimelerden evlâ. Evliliği ve aileyi yaşatmada gürültülü tartışmalara son verecek olan, nimet-külfet dengesinde bireylerin sadece nimete talip olmayı bırakmaları; öte yandan toplum açısından da asgari refah düzeyini yakalayamamış hiç kimsenin kalmaması. Yeşilçam’ın bazı filmleri, özlediğimiz aileyi çok güzel netleştiriyor. Bu tarz filmler, şimdiki gerçekliklerle karşılaştırmalar yapmak, değişimin içinden değişmemesi gereken şeyleri çekip çıkarmak için büyük imkân sunuyorlar.
Babanın gündelik yaşamdaki etkisi ve çocuk yetiştirmedeki rolü karmaşık sebepler yüzünden gittikçe azalıyor. Babalığın dünyevi yoksunluklar içinde bile tecellisini etkili bir şekilde gözler önüne seren rolleriyle Münir Özkul’u unutmak ne mümkün… Ergin Orbay’ın yönettiği Bizim Aile (1975) filminde Yaşar Usta rolüyle verdiği meşhur söylev, zihinlere kazınmıştı. Burada fakir bir ailenin üniversitede okuyan oğluna âşık olan kızını kurtarmak için zora başvuran, zengin kalantor babaya sarfettiği cümleler, dar gelirli halkın kahir ekseriyetini nasıl da kalpten yakalayıverir… “Sen, büyük patron, milyarder, para babası fabrikalar sahibi Saim Bey! Ben, Yaşar Usta…” diye başlayan tirad… “Biz güzel bir aileyiz. Birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Onların kılına zarar gelirse ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben Yaşar Usta, çeker vururum seni!” Bu tehditler orada kalır çünkü para babası sonunda insafa gelmiş, olaylar tatlıya bağlanmıştır.
Aile Şerefi
Bizim Aile’de patlamayan silah, bir yıl sonra çekilen başka bir filmde, yönetmen koltuğunda Orhan Aksoy’un oturduğu Aile Şerefi’nde (1976) patlar. Yapımcılığını Ertem Eğilmez’in, film müziklerini Melih Kibar’ın yaptığı film, restorasyonla güzel bir renge bürünse de, bıraktığı tadı ve duygusuyla siyah-beyaz film kıvamındadır. Özkul, Hababam Sınıfı’nın(1978) başkalarının çocuklarına insani ilkeleri şefkatle aşılayan Mahmut Hoca’sı olmadan önce, Aile Şerefi filminde kendi çocuklarına istikamet vermeye çalışan Rıza Baba’dır. Evin bir ferdi olarak sevgi ve ihtimam gören atı Yadigâr’ın çektiği arabayla gün doğmadan yola çıkar ve kaynak suyu satar sokaklarda. İyi ailede baba birgün bile kendini düşünmemiş, anne ise dertlerinden söz etmeyi ayıp saymış ve bir an dinlendiği görülmeden yuvası için çabalamıştır. Kendine zaman ayırma, arzularının sesine kulak verme, zorda kalınca çekip gitme seçenekleri baş göstermemiştir. Evin büyük kızı da eşiyle birlikte baba evinde yaşar; çocuğunun olması için Tezveren Dede’ye bez bağlamaya gidip adak adar. Fabrikada işçilik yapan genç bir adam, evin küçük kızı Zeynep’le evlenmek istediğinde taliplerde aranan tek kriter, dürüstlük ve namusluluk olduğundan hemen kabul edilir aileye. Büyük ağabey Hasan, küçük kardeşinin tıp fakültesinde okuyabilmesi ve ailenin geçinebilmesi için kendi eğitiminden, hatta evlilik hayallerinden feragat eder. Tekstil işinde çalışan Zeynep de dahil, herkes kazandığı parayı evin maliyecisi sayılan tutumlu anneye teslim eder. İktisatlı anne akşamları bir leğen dolusu çorap ve giysinin söküğünü, yırtığını onarır; çünkü o zamanın insanlarının bir nesneyi keyfekeder atma ve israf etme lüksleri yoktur. Bir evde geçim varsa bu, ev idaresini bilen kadınların, azla yetinen çocukların simyasıdır.
Eşyayla ilişkimiz geri dönülemeyecek şekilde değişti. Sade yaşam, felsefesi yapılan fakat mahiyeti yeterince anlaşılamayan, zoraki yoksunluk olarak görülüp mahkûm edilen bir iddia artık. Sadelikle mağdurluk arasındaki ince çizgide, varlığımızı çoğaltmak için kat edilecek çok yol var daha.
Filmde yıkılacakmış gibi harap görünen evin içinden yükselen iyilik hâli dikkat çekici. Ailenin alâmeti farikası, birlikte yemek yenilirken muhabbet edilen, günün meselelerinin tartışıldığı sofralar… Kolombiya Üniversitesi’nde 2011’de yapılan “Aile Yemeklerinin Önemi” başlıklı araştırmada ulaşılan sonuçlar dikkat çekici. Düzenli olarak ailece yemek yenilen evlerde büyüyen çocukların uyuşturucu ve başka kötü alışkanlıklara kapılma oranının, bundan mahrum olan çocuklara göre çok daha düşük olduğu ortaya konuluyor.
Babanın sorumluluklarını idrak eden ve para kazanmanın ötesinde de evlatlarına emek veren biri olmasının yanısıra; gündelik yaşamın ve ev işlerinin külfetlerinin paylaşılması, sadakat, birbirini dinleme, her bireyin sorununa canı gönülden eğilme, çözüm üretme, eksikleri yanlışları tolere etme gibi bir ailede bulunması arzu edilen temel değerlerin belirginleştiği bir film Aile Şerefi… Evde şiddet görülmediği gibi, dış dünyayla yaşanan problemlerde de erkek evlatlara kendi tarzıyla hukuki yolu öğreten bir baba figürü var. Maddi imkânsızlıklar yüzünden kız çocuklar yüksel tahsil göremese de istedikleri kişiyle evlenmelerinin önü açıktır. Tabiri caizse yarı-tanrı çocukların krallıklarını ilan ettikleri şimdiki zamandan çok farklı, aile içindeki işlerin yüksünmeden paylaşıldığı zamanlardır bunlar.
Eşyayla ilişkimiz geri dönülemeyecek şekilde değişti. Sade yaşam, felsefesi yapılan fakat mahiyeti yeterince anlaşılamayan, zoraki yoksunluk olarak görülüp mahkûm edilen bir iddia artık. Sadelikle mağdurluk arasındaki ince çizgide, varlığımızı çoğaltmak için kat edilecek çok yol var daha.
Filmde yıkılacakmış gibi harap görünen evin içinden yükselen iyilik hâli dikkat çekici. Ailenin alâmeti farikası, birlikte yemek yenilirken muhabbet edilen, günün meselelerinin tartışıldığı sofralar… Kolombiya Üniversitesi’nde 2011’de yapılan “Aile Yemeklerinin Önemi” başlıklı araştırmada ulaşılan sonuçlar dikkat çekici. Düzenli olarak ailece yemek yenilen evlerde büyüyen çocukların uyuşturucu ve başka kötü alışkanlıklara kapılma oranının, bundan mahrum olan çocuklara göre çok daha düşük olduğu ortaya konuluyor.
Babanın sorumluluklarını idrak eden ve para kazanmanın ötesinde de evlatlarına emek veren biri olmasının yanısıra; gündelik yaşamın ve ev işlerinin külfetlerinin paylaşılması, sadakat, birbirini dinleme, her bireyin sorununa canı gönülden eğilme, çözüm üretme, eksikleri yanlışları tolere etme gibi bir ailede bulunması arzu edilen temel değerlerin belirginleştiği bir film Aile Şerefi… Evde şiddet görülmediği gibi, dış dünyayla yaşanan problemlerde de erkek evlatlara kendi tarzıyla hukuki yolu öğreten bir baba figürü var. Maddi imkânsızlıklar yüzünden kız çocuklar yüksel tahsil göremese de istedikleri kişiyle evlenmelerinin önü açıktır. Tabiri caizse yarı-tanrı çocukların krallıklarını ilan ettikleri şimdiki zamandan çok farklı, aile içindeki işlerin yüksünmeden paylaşıldığı zamanlardır bunlar.
Yoksulluğun karşısına sermaye birikiminin tekelleşmesi ve mutlu azınlığın ortaya çıkışı konuluyor filmde. Adaletsiz gelir dağılımı ve varsıllığı elinde bulunduranların hak hukuk tanımaz şımarıklığı abartılı biçimde gözler önüne seriliyor. Zenginlerin illa ki insanlık değerlerinden bütünüyle bihaber, sefih bir hayat yaşaması gerekmese de, kötülüğün altının iyice çizilmesi için Yeşilçam filmlerinde genellikle böyle temsil edilirler. Hukuku satın alma, suçluyu gücün zorbalığıyla aklama çabaları ise çok eskilerden beri devam ediyor.
Filmde nüfusu henüz makûl ölçüler içinde kalan İstanbul’u seyretmeye doyum olmuyor. El değmemiş eski evlerle uzayan sokaklar; at arabalarının Cadillac’larla yan yana yol aldığı, gençlerin babalarının arabalarıyla ölümcül yarışlar yaptıkları, yemyeşil ağaçların uzandığı Bağdat Caddesi… Filmin asıl başlama noktası tam da burası: Babası tarafından şımartılmış, her hatası paranın gücüyle kapatılmasına alışkın Oktay, bizim ailenin ilkokula giden küçük oğlu Murat’a çarpıp kaçar; zengin baba ise çocuğun ölme ihtimaline karşı bile“arabaya bir şey olmadıysa gerisini hallederiz” ruhsuzluğunu sergiler.
Rıza Baba ilk andan itibaren ağabeylerin öfkesini yatıştırır ve gidip Oktay’ı döverlerse onlardan farklarının kalmayacağını söyler. Özür dileyen Oktay’ın asıl amacı ise olaylarda görüp göz koyduğu Zeynep’i ele geçirmektir. Yönetmene göre zenginler sevemezler; maddi varlıkları da insanları da servet ve güçle sahip olunacak nesneler olarak görürler. Her şey gibi sevginin de fiyatlandırıldığı bir dünyaları vardır. Haddi hududu aşan kötülüklere Zeynep’in kaçırılma olayı eklenince Bizim Aile filminde duvarda asılı duran silah burada patlar. Rıza Baba, Oktay’ı vurur; bu ise babalığın şahikası olarak gösterilir. Namus meselesinin kırmızı çizgi olduğunu anlarız böylece.
Filmde iyi insanların Ayşe, Zeynep, Hasan gibi geleneksel isimlerle temsili, kötülüklerin ise bir nevi köksüz modern yaşam tarzına fatura edilmesiyle Oktay isimli bir gençte vücut bulması ilgi çekici. Oktay, bireyciliğin ve bencilliğin filmdeki dışavurumu hükmünde.
Sabırsızlık Zamanı
Bu Yeşilçam filmlerinden 55-56 sene sonra genç yönetmen Aydın Orak’ın Diyarbakır’da çektiği Sabırsızlık Zamanı (2021) filmi de zaman içinde iyice derinleşen sınıflar arası uçurumu gözler önüne sermekte: Şehrin yeni yapılan, sadece zenginlerin oturduğu korunaklı sitelerden birindeki havuza girmek isteyen yoksul aile çocukları Mirza ve Mirhat’ın hikâyesi… Burada da yoksunluklara rağmen, şarkılar söyleyen bir aile, fedakâr bir anne; çocuklarıyla ilgilenen, her gün kalın bir sözlükten günün kelimesini öğreten güzel bir baba vardır.
Filme göre küçük bir dünyadayız artık; zamanın ruhu yeryüzünün her köşesine nüfuz ediyor. Radikallik, demokrasi ve demagoji gibi nice kavramlar ücra bir mahallede herkesin hakkında konuştuğu, bildiği şeyler artık. İnsanlığın ulaştığı bütün değerler, dünyanın bütün kıvrımlarına kolayca sızıyor; yaşam tarzlarındaki uçurumlara rağmen, herkes birbirine kelimelerin aydınlığı ya da zehriyle bağlanmış durumda.
Çocukların sorgulamaları üzerinden insanların yoksul siyahlar ve varsıl beyazlar olarak ayrıldığı gündelik yaşam masaya yatırılır Sabırsızlık Zamanı’nda. Koşullara teslim olmuş yetişkinler bir yana, çocuklar isyanla doludur. Yazın dayanılmaz sıcağında birileri derya gibi büyük havuzlara girerken onların damdaki plastik leğenimsi havuzda ıslanma çabaları kabul edilemez. Çocukların duvarların arkasından diyalog kurabildikleri, sitede yaşayan küçük kızın bu eşitsizliği meşru gösterme çabaları sakil kalır.
Aile Şerefi’nde karınca incitmez bir adamı cinayet işlemeye götüren toplumsal gerçeklik, Sabırsızlık Zamanı’nda içi içine sığmayan güzelim çocukların ölüm koşusuna evrilir. İki film de evin içi ne kadar sevgi dolu olursa olsun, toplumsal yapının içine işlemiş, aman vermeyen sınıflar arası uçurumun aile içindeki dengeleri alt üst edişine dikkat çekiyor.
Mutlak eşitlik kurulamasa da toplumda herkesin yararlanabileceği asgari koşullar sağlanmak zorundadır. Çocukların susması toplumun ölümüdür; iyi ki delice itiraz ediyorlar diye düşünmeden edemiyor insan. Sanatın işlevi, verili olanın buyurganlığını sarsmaktır zaten.
Yıldız Ramazanoğlu