2020’nin en çok konuşulan dizisi Bir Başkadır’ın gençler tarafından neden bu kadar beğenildiğini anlamaya çalışırken belirdi bu soru zihnimde. “Hangi gençler?” “Gençlerin beğendiğini nereden biliyorsun?” “Genç derken hangi yaş grubunu kast ediyorsun?” gibi sorular geliyor tabii hemen akla. Tahmin edileceği gibi, gençlerin genellikle diziyi beğendiğine dair bir veri yok elimde, hatta sosyal medyada dönen tartışmalar dizinin seveni kadar sevmeyeninin de olduğunu görmeye kâfi. Fakat ben sevenlerle ilgileniyorum. Başta muhafazakâr/mütedeyyin gibi isimlerle kategorize edilen ‘dini bütün’ hayat tarzını benimseyen ailelerin çocukları olmak üzere gençlerin diziye gösterdikleri ilgiyi önemsiyorum, anlamak istiyorum.
Düşündürücü bir zamana erdi günümüz. Dünya çapında düşündürücü, memleket çapında yine öyle. Olayların içinde yaşadığımız için belki hakiki ölçüleri ağırlıkları değerleri kestiremiyoruz. Bu bir bakıma hayatı kolaylatan, avutan bir ruh esnekliğidir ki olağanüstü halleri bile nihayet olağan görünüşe sokarak insanın hadiselere intibakını sağlar. Öte yandan, zamanın düşündürücülüğünden kaçamayan toplumun ümitsiz bir kitle hâline gelmesi an meselesidir. ‘Büyük resmi’ görmeye çalışırken kendi küçük hikâyesinde tek satır ilerleyemeyen, kocamış ama büyüyememiş fertler kümesine dönüşebilir toplum. Bu fertler sürekli vesvese tanrılarını doyuracak kanlı ayinler düzenler, ritüeller icat ederken, fırçanın elinde olduğunu unutup tüm renklerin birbirine karıştığından, simsiyah bir gecenin tüm aâametleriyle üstümüze çöktüğünden bahsederler.
Bir Başkadır’ın açtığı pencereden, dizinin tüm kusurlarına rağmen nasıl bu kadar güçlü bir aydınlık sızabiliyor ya da diziyi beğenen gençler burada geleceğe ilişkin bir umut gördükleri için mi böylesi hayranlık içerisindeler? Burada bir parantez açalım ve dizinin nostaljik göndermelerinin de uzağına, 1961 yılına gidelim. 14 Mart Salı günü yayımlanan Son Havadis gazetesindeki köşesinde Safiye Erol’un aktardığı bir anekdota kulak verelim:
“O politika alanında ateşli bir arkadaşla çekiştik. Bana dedi ki: ‘Ya Halk Partili olacaksın, ya onun muhalifi. Mutlaka bir cephede ya ötekinde çarpışacaksın. Bir sağ, bir sol var, ille birini seç!’ (…) Politik ihtiras dalgasının sürüklediği taşkın bir mizaç karşısındayım. Sohbetin çıkmaza girdiğini anladım, işi şakaya döktüm: ‘Zaman, beni ifratla tefritten birine katılmaya zorlamasın zinhar, dedim eshab-ı kehfin mağarasına sığınır, iki yüzyıl da ben uyurum.’ dedim.
‘Dalgacı seni!’ dedi. Arkadaşım beni anlamamıştı. Düşüncesiz, tarafsızca düşünen tarafsızı ayıramıyordu ve bilemiyordu ki düşünen bir tarafsız olmak taraf tutmaktan çok daha güçtür. Demokrasinin ancak milli birliğin sarsılmaz ve ebedi çerçevesi içinde çeşitli ilkeleri çarpıştırarak ideal dengeyi aramak ve tekamüle gitmek olduğu layıkıyle anlaşılamadı. Çok partili sistemi mutlaka muhalifin yok edilmesiyle bitecek kıyasıya bir döğüş sanıyorlar.” [1]
Başa dönelim, bu pek tanıdık, eskimemiş hikâyenin anlatıcısı nasıl giriyor bakın konuya: “Biliyorum, şu buhranlı günlerimizde itidal aramak kolay yerine getirilecek bir istek değil belki. Yine de… Yine de müsaade edilsin… Lütfen… Ben de kendi meşrebime sadık kalayım.” [2] Bir başka buhranlı dönemden, 2020’lerin hızlandırılmış buhranlar distopyasından bakınca nasıl da nazik ve bir o kadar da samimi bir arzu! Erken Cumhuriyet döneminin Batı’da eğitim almış kadın entelektüellerinden birini, nerdeyse yılgınlığa düşürecek bu buhran hâli 2020’lerin gençlerine ne yapmaz? İşsizlik, adam kayırma, ideolojik kamplaşma, sınıfsal eşitsizlikler, kimlik çatışmaları vs derken bu neslin imtihanı da kendinden başka kaçacak hiçbir yer bulamamak oldu.
Hâl böyleyken, Youtuber yahut sosyal medya fenomeni olmayı beceremeyen/ istemeyen gençler için dijital yapımlar, belki hayatları boyunca gidemeyecekleri “bir başka” dünyanın, çoğu zaman en az içinde bulundukları hayat şartları kadar acımasız olsa da “dürüst” saydıkları bir dünyanın kapısını aralamış olabilir. Bir çeşit “gerçekçi harikalar dünyası”nı andıran bu kapının ardında tanıdık bir odayla karşılaşmak heyecan verici geldi belki de. Bir Başkadır, klasik Netflix yapımlarından ayrılan pek çok özelliğe sahip olsa da; esneklik, çoğulculuk, kimlik ve sınıf meselelerine odaklanma anlamında diğer yapımlarla benzerlik taşıyor. Olayların ve/veya karakterlerin görünmeyen yüzlerinin ardında travmatik geçmişlerin yattığı, farklı hayat tarzlarının aynı acılardan geçmeye engel olmadığı, farkında olmadan etrafımıza ördüğümüz duvarların hayatımızı gereksiz yere ağırlaştırdığı vb. tezler de bu yapımların ortak argümanları arasında çoğunlukla.
Tanpınar’ın alıntılamalara doyamadığımız “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma izni vermiyor.” tespitini hatırlayalım. Sürekli buhran hâlinin kıskacından çıkmanın epik yolları kapandığında geriye ne kalır? Ve Ashab-ı kehf gibi sığınacak bir mağara bulunamadığında? Organik bir gülün canlılığından güç alan salaş bir hikâyeye inanmak işte böyle bir iklimde mümkün oluyordur belki de.
Not: Bu yazıdaki tırnakları “unutulmuş” alıntıyı akademik kayırmacılıktan muzdarip tüm gençlere ithaf ediyorum. Bulabilene benden bir Safiye Erol alıntısı hediye.
Havva Yılmaz
[1] Safiye Erol, “Başlangıç ve Uğur”, Makaleler, haz. Halil Açıkgöz, İstanbul: Kubbealtı Yayınları, 3. basım, 2010, s. 122-23.
[2] Safiye Erol, “Başlangıç ve Uğur”, Makaleler, s. 122.