Benim çocukluğum ‘70’li ‘80’li yıllara tekabül ediyor. Hani şu ara pek meşhur bir simgeselliğe bürünen çokomel kağıtlarının defter sayfaları arasında saklandığı yıllar. Ama asıl çiçekler ve yapraklar; onları özenle yerleştirirdik sayfaların arasına. Bu saklama içgüdüsü neye dairdi, meçhul; moda mıydı, belki; eskiden sevdiceğine yazdığı mektupla çiçek gönderenlerden kalma bir âdet miydi, olabilir. Peki ya okurken bir sürprizle karşılaşma isteği? Özellikle gül yaprakları özsuyunu çeker, şeffaflaşır, neredeyse okumanıza engel olmayacak bir incelikte kağıtla bir olurdu ki o incelikle karşılaşmanın ayrı bir hazzı vardı. Bunu yapan kalmadı, bilen bile kalmadı. Hatıralardan da çoktan uçtu gitti. Derken bir gün gül yaprakları toplayan ve saklayan bir çağdaş sanatçıyla karşılaşınca, şaşkınlık ve eski günlerin mutluluğu sökün edip geldiler, bunları düşündürdüler. Fakat burada garip bir şeyler vardı sanki. Peki neydi beni eskiye götüren, garipsediğim bu gül yapraklı eser?
Sarah Meyohas, bir görsel sanatçı. 2016 tarihinde on altı işçi ile devasa bir veri kümesi oluşturmak için on bin ayrı gül yaprağını fotoğrafladığı işine Cloud of Petals ismini verdi. Bu bilgi, sonsuza kadar yeni, benzersiz yapraklar oluşturmayı öğrenen bir yapay zekâ algoritmasının haritasını çıkarmak için kullanıldı.[1] Performans filme alındı, pek çok festivalde gösterildi. Gül yapraklarının sayfa aralarında saklanması hadisesinin dijital bir versiyonu karşımızdaydı. Kimse on bin gül yaprağı biriktiremez. Dijital ortam bunu sağlama imkânımızı gözler önüne serer; çünkü o, “tekniğin olanaklarının” bir sonucudur. Fakat yine bir aracı ortam olarak on altı kişiye ihtiyaç vardı. Bu on altı kişi on bin gülü elle topladılar, her bir kişi güllerden bir demeti masasına yerleştirdi, her bir gülün en güzel taç yapraklarını seçti, onları presledi, fotoğrafladı ve buluta yükledi. Yüklenenlerle ayrıca izleyicilere sanal gerçeklik deneyimi yaşatıldı, bir dizi dijital heykel de bu deneyimde yerini aldı.[2]
Doğa ve teknolojinin insan eliyle iş birliği ve güzellik algımız üzerine yeniden düşünmek gibi sorular ortaya atıldı. Zihnimizdeki güzellik imgesine dokunamadığımızdan belki de bunun haritası çıkarılsın istendi. İmgelerimizin bulanıklığına karşılık son derece net ve hatta sanal gerçeklikle katlanan bir gerçeklik dünyasına dahil edildik. Unutup gitmelere karşılık da önlem alınmış oluyordu. Koku ve dokunma gibi algıların harekete geçmesi için türlü aşamaların imasını da içeriyordu. Sanki bir botanikçi/fitolog; türü, menşei, tipi, formu vb. hiçbir ayrıntıyı atlamadan elde ettiği tüm verileri büyük bir titizlikle işliyor, kaydediyordu. Ayıran, didikleyen, parçalayan bakış yine gündemdeydi. Malzemenin güller olması neyi değiştirirdi ki?
Yapılan seçim işlemi bizim çocuklukta yaptığımıza benziyor; biz de seçer, en itinalı bir şekilde yerleştirirdik. Onlar kopmazsa, sayfaların arasından düşmezse, yırtılmazlarsa yuvalarında durmaya devam ederler, kağıtla bütünleşirlerdi. Burada ise bir gülün en güzel yaprağını seçmek için diğer yapraklar atılır, sadece en güzele itinalı davranılır ve sonsuzluğa bırakılmak üzere fotoğraflanarak veri olarak buluta yüklenir. Güzelliğe karar veren insan, saklayan makinadır. Bir sonraki aşamada daha güzeli bulması/karar vermesi istenen de makinalardır. Bu seçim işini daha iyi yapması için en güzel örneklerle karşılaşması sağlanır ki daha güzeli bulabilsin/seçebilsin. Diğer yandan fotoğraflandığı an, o en güzel yaprak da daha az güzel yaprakların arasına kayar gider. Görevini tamamladığı an ondan vazgeçilir. Oysa ki iddia şudur: Yükleme işlemi sayesinde birçok gül yaprağı diğer gül yapraklarına dokunur, birbirleri ile temas kurarlar ve daha da önemlisi güvenle saklanacak bir yerleri olur. Yani fotoğraflanan o en güzel gül yaprakları ölümsüzlüğe kavuşur.
Sanat, önceden de gülü dillendirerek ölümsüzlüğüne kavuşturmuyor muydu onu? Hele bu dillendirmede kokusu bile duyulur, yüze bile sürülecek kadar yakınımıza gelirken. Cemal Süreya’nın “Gülün tam ortasında ağlıyorum” diye başlayan “Gül” şiiri, gül ile hemhâl olan söyleyişi ve devamında “Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum, her nasılsa sokağa düşmüş” deyişi. Peki onun güllerinin kaderine mi benzetsek ötekileştirilen, atılan gülleri? Meyohas’ın cinsiyet rolleri üzerine de çalıştığını öğrenince bu şiirle irtibat kendiliğinden kurulup gider sanki.
İrtibat kurulur gibi olsa da asıl fark büyüktür. Dijital ekranın ardındaki gül uzaktır, orada bir yerlerde en güzel yapraklar olarak var gibidirler ama yokturlar; kendi bulutlarında erişilmezdirler. Bizim güllerimiz ise belleğimizi dürtünce nasıl da tekrar canlandılar ve hatıraları canlandırdılar. Canlanan neydi gülün hatırası ile? Görünümündeki değişimin getirdiği incelikle yenilenen güzelliği veya çocukça gayretimiz; sadece bunlar değildi. Hatırladığımız; o gülün bize yaşattığı mutluluk hissi, gösterdiğimiz itinaya saygı duruşuydu. Geçmişle ilişkimizde hep ne’yi kaybettiğimiz düşüncesine takılarak yanlış mı yapıyoruz? Artık korkumuz da yok, makinalar bundan sonra ne istersek saklayacaklar! Bizim korkumuz, geçmişten bu güne aktaramadığımızı düşünerek hayıflandığımız ‘şeylerden’ uzak düşmek değil de onlardan bize kalan ‘duygulardan’, onlarla irtibatımızdaki ‘itinadan’ uzak düşmek olmalı. Olmalı, -meli, -malı… Benim yeni bir fiil kipine ihtiyacım var.
Zeynep Gökgöz
[1] https://www.sarahmeyohas.com/projects/cloud-of-petals
[2] https://www.sarahmeyohas.com/projects/cloud-of-petals
* Yazıya ait görseller sanatçının resmi websitesinden alınmıştır.