Filistin sineması denilince ilk akla gelen isimlerden birisidir Elia Süleyman. Burası Cennet Olmalı’da da (It Must Be Heaven, 2019) filmografisindeki diğer örnekler gibi temel meselesi Filistin’dir. Yine görünürde absürt komedi etrafında örer senaryosunu fakat bu mizahın altını kazıdığımızda da diğer filmlerinde olduğu gibi memleketi için tuttuğu yas ve hüzün çıkar karşımıza.
Sinema, şüphesiz günümüz dünyasının insanı için güçlü bir ifade alanı. Farklı coğrafyalara yöneldiğimizde bu anlatım biçiminin öne çıkan yönleri de değişiyor. Bazı ülkeler için bir tahakküm aracı ve gücün bir göstergesi iken Filistin gibi ülkeler için bir direniş biçimine dönüşebiliyor. Görmezden gelinen, yok sayılan bir toplum için yetersiz de olsa derdini anlatma imkânı sunuyor.
“Filistin mücadelesinin bütün tarihinin ‘görünür olma arzusu’yla bir ilgisi vardır.” sözlerinin sahibi Edward W. Said’e kulak verelim: “Siyonizmin ilk seferberlik evresini hatırlayın: ‘Biz, halkı olmayan bir toprağa giden topraksız bir halk mıyız?’ Bu slogan, toprağın boşluğuna ve bir halkın var olmayışına dikkat çekmekteydi.” İsrail’de yapılan yollar, yapılaşma, sınırlara örülen duvarlar hep Arapları, Filistinlileri görmeyecek şekilde kurgulanır. Şüphesiz bu kurgu, İsrail’in sınırlarından ibaret kalmayacaktır.
“Batı Şeria’da, Yahudi yerleşimleri ve mahalleleri inşa etmek için topraklarına zorla el konan köylerle şehirlerin isimlerini hiç bilmeden, hatta öyle köyler ve şehirlerin varlığından dahi haberdar olmadan bütün bölgede boylamasına ve enlemesine yol almak mümkündür. O köylerle şehirlerin çoğunun ismi yol tabelalarında yazmaz. Uzaktan bakıldığında, müezzinlerin okudukları ezanlar ve insansız boş sokaklar (zaten dışarı çıkmayı cazip kılacak tek bir şey de yoktur) estetik bir dekorasyon izlenimi uyandırır. Batı Şeria’nın hemen hemen boş yollarında giden bir Yahudi, oralarda artık hiç Arap kalmadığını düşünecektir: Yahudilerin kullandığı geniş yollarda Araplar gezmemektedir.” Edward Said’e göre Filistin sineması bu bağlamda anlaşılmalıdır. Filistin sineması, görsel bir ifade imkânı sağladığı gibi, bir karşı-anlatı ve bir karşı-kimlik oluşturmaya çalışarak Filistinlilere dayatılan ‘terörist’ kimliğine, ‘şiddete meyilli halk’ yaftasına karşı koymanın bir yolunu sunar.
Bir Kayboluşun Güncesi (Chronicle of a Disappearrance, 1996), Kutsal Direniş (Yadon ilaheyya, 2002) ve Geride Kalan (The Time That Remains, 2009) ve son olarak Burası Cennet Olmalı filmlerine imza atan, uluslararası festivallerde takdir gören Elia Süleyman’ın filmlerine de Said’in sunduğu çerçeveden bakmak yerinde olur.
Elia Süleyman, senaryolarını kendisinin kaleme aldığı filmlerinde hep başroldeki ES olarak çıkar karşımıza. ES konuşmaz, gözlemcidir, mimikleri neredeyse yoktur, hiç gülmez ya da ağlamaz. Onun bu oyunculuk tercihi sık sık ve haklı olarak Fransızların güldürü ustası Jacques Tati ya da sessiz dönemin ifadesiz komiklerinden Buster Keaton ile ilişkilendirilir. Filmlerdeki yoğun mizaha rağmen ES’in bu donuk, katılaşmış ifadesinde matem tutar bir hâl vardır. Her ne kadar bu büyük ustaların oyunculuklarından izler görünse de akla Naci el-Ali’nin ünlü çizgi karakteri Hanzala’yı da getirir. Hanzala, ne zaman Filistin özgürlüğüne kavuşursa ancak o zaman yüzünü insanlara gösterecektir. ES’in donuk ifadesinin çözülmesi için de belki bu gereklidir.
Filmlerinin içerisinde bir hayalet gibi dolaşır ES, onun bu transparan varlığı başrolün yaşadıklarından ziyade şahitliklerini ön plana çıkarır, etrafındaki hikâyelerin görünürlüğünü artırır. ES filmin içerisinde kendisini oynarken bazı sahnelerde bilgisayarının başına geçerek yazılar yazar. Adeta filmin içerisinde gözlemlediklerini kayda alır, senaryosunu filmin içerisindeyken yazar gibidir. Her filminde kendisini canlandıran Süleyman’ın biyografik hikâyesine şahit edilir izleyici. Genel itibarıyla senaryo onun hatırladıkları ve gördükleri üzerine kuruludur. Bir önceki filmi Geride Kalan’da babasının günlüklerinden yola çıkarak yazar senaryosunu. Babasının son günlerini ise 2002 tarihli Kutsal Direniş filminde konu etmişti. Burası Cennet Olmalı’da da Nasıra’daki evin içerisinde yatılı bir hastadan geriye kalan eşyaları görürüz; muhtemel ki babası henüz vefat etmiştir. Filmlerinde kapalı uçlu bir hikâye yoktur, hafızanın işleyişinden mülhem, daha çok episodlardan müteşekkil, durumları ön plana çıkaran kesikli bir anlatı söz konusudur. Süleyman’ın filmografisine dair bir hatırlama ve hatırlatma seansıdır denilebilir. Burası Cennet Olmalı filminin nihayetinde barda ES’in karşısında oturan adamın söylediği sözler de bizi bu manâda destekleyebilir: “Siz Filistinliler bir tuhafsınız. Tüm dünya unutmak için içerken siz hatırlamak için içiyorsunuz.” Elia Süleyman filmleri ve Filistin sineması için de benzer bir cümle kurulabilir; hatırlamak, hatırlatmak, tarihe not düşmektir amaç.
Burası Cennet Olmalı, Elia Süleyman’ın doğduğu şehir Nasıra’da başlar. Bir ayin, etkileyici bir ilahi ve uhrevi bir ortam pederin açılması için karşısına geçtiği kapının ardından gelen alaycı seslerle bozulur. Kapı açılmayınca peder şiddete başvurur ve bir şekilde kapıyı kendisi açar. Açılış sahnesi filmin estetik tercihleri ve mizah anlayışına dair önemli referanslar içerir. Sonrasında evinde çiçek sularken, balkonunda otururken ve sokaklarda insanları izlerken görürüz ES’i. Komşusu gözünün içine baka baka bahçesinden meyve çalar; ES yol kenarında otururken, dürbünle etrafına bakan polisin gözünün önündeki şiddeti göremediğine şahit oluruz. Gittiği bir restoranda, tanımadığı hâlde karşısında oturup dik dik kendisine bakan adamlar, sokak arasında üzerine doğru koşan gençler vardır. Memleketinde sokaklarda gezen insanların ve polislerin şiddetinin altını çizer. ES eşyalarını toparlar; önce Paris, sonrasında ise New York’a gider fakat vatanının ruhunda açtığı yaralar, travmalar peşini bırakmaz. İlk olarak uçakta görürüz bunun izlerini, türbülansa girer uçak, herkes sakindir, bir tek ES panik halindedir. Paris’e ilk vardığında başlangıçta bir cennet manzarasının içine düşmüş gibidir fakat şehrin sokaklarında dolaştıkça kendi ülkesi ile bu mekânlar, buralarda yaşayan insanlar da benzeşecektir. Uçak sesleri, sokaklarda karşısına çıkan polisler, tanklar, insanların birbirlerine karşı kabalıkları, sebepsiz şiddet her yerde aynıdır. Verdiği bir röportajda da ifade ettiği üzere, önceki filminde Filistin’i dünyanın bir mikrokozmosu olarak sunmuştur; yeni filminde ise dünyayı Filistin’in bir mikrokozmosu olarak temsil eder.
Diyalogları olabildiğince eksilten Elia Süleyman, filmlerinde mekân tercihleri gibi ses kurgusunda da özenlidir. Memleketinde şahit olduğu şiddet, kabalıklara rağmen fonda hep bir kuş sesi vardır. Daha sonra bu sesi dağıtacak olan uçak sesi, Avrupa ve Amerika’ya gittiğinde de peşini bırakmayacaktır. Sürekli bir savaş duygusu veren bu seslerin yanı sıra memleketinde adım başı karşısına çıkan polis, Paris’te de, New York’ta da insanları/hayatı hizaya getirmek için iş başındadır. Nasıra’da özellikle ES’i evinde gördüğümüz sahnelerde sesiyle dikkat çeken belirsiz bir kuş, Paris’te odasında çalışırken camdan içeri giren ve masasının başında ES’in çalışmasına bir türlü izin vermeyen serçeye dönüşür. Filmin öne çıkan sahnelerinden biridir bu ve ES için eve dönüş zamanının geldiğine dair ilk işaret… Burası Cennet Olmalı’nın akılda kalan diğer bir sahnesi ise zeytin ağaçları arasında yöresel kıyafetleri ile karşımıza çıkan halhallı genç kızın imgesidir. Tıpkı küçük serçe gibi bu imge de onu vatanına, evine çağırır. ES, memleketine döner dönmez yine bu ağaçlık yere gidecek ve bu hayalin önünden geçmesini bekleyecektir. Önceki filmlerinde de odasında, daktilosunun başında, izlediğimiz seyrin senaryosunu yazdığını düşündüren ES, Burası Cennet Olmalı filminde bir boyut daha katar, gerçek ile film arasındaki sınır iyice muğlaklaşır. Fransa ve New York’ta gittiği şirketlerde filmi için destek arar. Fakat bu şehirlerin meydanlarında dolaşırken olduğu gibi film şirketlerinde de hep insanlarla kurduğu ilişkilerde ES’in Filistinli kimliği bir paravan olur. Fransa’da filmi yeterince “Filistinli” bulunmaz, New York’ta ise muhatap alınmayacaktır bile.
Elia Süleyman’ın sinemasında kara mizah kendine has bir tona bürünür. Senelerdir toprakları elinden alınmış bir toplumun trajedisi ile hayata tutunma coşkusu arasında salınır bu mizah. Gündelik hayatın garipliklerini koyulaştırır, abartır yönetmen. Garip bakışları ve hâlleri ile sıradan olanı o kadar öne çıkarır ki ister istemez her unsur absürt bir hâl alır. Simetrik kadrajlar, birbiriyle aynı giyinen ve davranan karakterler, ES’in şaşkın bakışları, koreografik hareketler… Daha önceki filmlerinde olduğu gibi Burası Cennet Olmalı’da da bir iki ‘aşırı’ ve akılda kalıcı sahne armağan eder izleyiciye. Kutsal Direniş’te bir direnişçiye dönüşüp gökyüzüne yükselip tekmeler savuran sevgiliyi hatırlatan bir karakter, Paris’te su kenarında kanatlı bir melek olarak çıkar karşımıza; üzerinde Filistin bayrağı olan bu melek, polisler tarafından kovalanacak ve tabii ki yakalanamayacaktır. New York sokaklarında Azrail kostümü ile felafel yiyen adam gibi, ES’in havaalanında x ray cihazından geçerken şüpheli bulunarak tekrar tekrar aranmasına gösterdiği tepki de filmin akılda kalan, muzip sahnelerindendir.
Bir önceki uzun metrajını on yıl önce çeken Elia Süleyman’ın son filminde mizahının ve Filistin’in bir gün bağımsızlaşacağına dair inancının eksildiğini görmek mümkün; Burası Cennet Olmalı’nın ardından izleyicide biraz daha buruk, hüzünlü bir tat kalıyor. Filmlerinde bütün kaybettiklerine ve en başta vatanına ağıt yakan Elia Süleyman yine de bir parça umut kırıntısı sunuyor. Tarot falcısına memleketinin geleceğini sorduğunda aldığı cevap, en azından böyle düşündürüyor: “Filistin yine Filistin olacak ama bunu görmeye senin de benim de ömrüm yetmeyecek.”
Tuba Deniz
Kaynakça:
Edward Said, “Filistin Sineması: Görünür Olma Arzusu”, Filistin Sineması: Bir Ulusun Hayalleri İçinde, Hamid Dabaşi (der.), İstanbul: Agora Kitaplığı, 2009.
Tuba Deniz, “Donuk, Trajik ve Komik: Elia Süleyman’ın Çağrışım Sineması,” Hayal Perdesi Sinema Dergisi, Mayıs-Haziran, 2010.
*Bu yazı daha önce www.perspektif.online’da yayınlanmıştır.