Osmanlı yenileşme hareketlerinin öncü aydınlarından birinin, Namık Kemâl’in tüm divan edebiyatı geleneğini yok saymasına karşın, Nedim’i Türk şiirinin en büyük şairi olarak ilân etmesi, bu kısa yazının ortaya çıkış nedeni. Namık Kemâl, bir toplumu dönüştürmek isterken, edebiyatın aygıtlarını yenilemek için mücadele verirken neden Nedim’i bu dilin en büyük şairi seçsin? Önce bunun büyük edebiyatçının kendi estetik beğenisine uyan, ona haz veren bir kişisel tercih olduğunu düşündüm. Sonra belki de bir şeye işaret ettiğini, eğer öyleyse bu “şey”in doğası üzerine kafa yormanın ufuk açıcı olabileceğini fark ettim. Namık Kemâl, yenileşmenin ve Batılılaşmanın kurucu edebiyatçılarından biri olarak zaten üstyapıda yaşanan zihniyet değişiminin yarattığı politik hamlenin sonuçlarına doğmuştu.
Tanzimat iklimi, Batı’nın iyice gerisinde kalmış bir ülkenin kurtulma çabası içinde, silkiniş ve yeniden yapılanma sürecinin artık somut hâle gelmesiydi. Bu değişim hamlesi, tabandan büyüyüp gelişmemişti; yani toplum değişmemiş ama değiştirilmekteydi. Namık Kemâl bu düşünce ikliminde yazmaya başladı. Değişimin kendiliğinden içindeydi, zaten hazır olan kıyafeti giydi, vatan ve hürriyet şairi oldu. Peki parlamenter sistemi arzulayan, devrimci düşüncesiyle, hâlihazırda başlamış değişimi daha ileri taşımak isteyen, arkadaşı Ziya Paşa’ya divan edebiyatına geri döndüğü için öfkeli şimşekler fırlatan Namık Kemâl, Nedim’i neden söz mülkünün zirvesine taşır? Her ikisinin de resmi Tercüme Odası’nda çalışmaları bir ortaklık, kader arkadaşlığı duygusu oluşturmuş olabilir ustanın zihninde; ama yeterli mi? Nedim’i hangi yönünün büyük yaptığını, yenilik ve dönüşüm açlığı içindeki bir şairin zihninde bunun neye karşılık geldiğini anlamak gerek. Diğer taraftan Nevzat Yesirgil, Nedim: Hayatı, Sanatı, Şiirleri’nde, Yahya Kemâl Beyatlı’yı Nedim’in başarılı sayılabilecek tek temsilcisi olarak tanımlıyor. [1] Bana göre iş burada iyice ilginç bir hâl aldı. “Tanzimat şairi”nden yola çıkıp modern Türk şiirinin ilk temsilcilerinden birine ulaştık. O zaman Nedim’in eserinde Namık Kemâl ile Yahya Kemâl’i aynı çizgide bir araya getiren bir nüve, bir ivme olmalı.
Nedim, akademide, üzerinde en çok çalışılan klasik şiir şairlerinden biri. Hasibe Mazıoğlu’nun Nedim’in divan şiirine getirdiği yeniliği başlı başına tartışan bir kitabı var. [2] Mazıoğlu, Nedim’i “hayatın gayesini bilen, zevki arayan, neşeli ve iyimser davranışlı” bir şair olarak tanımlıyor. Nedim, insanı kendinden önceki şairlerden farklı olarak burada ve bu anda, dünyada yaşayan bir varlık olarak kabul ediyor; kadere teslim olmuş, sonsuz hayat için dünyadan geçmek zorunda kalan kul ve kral tebaası olarak değil. Medrese mensuplarını da aslında öyle olmadıkları hâlde sözde dünyaya önem vermedikleri, dünya zevkleri ve hırslarını küçümsedikleri için iki yüzlü kabul ediyor.
Riyâsı zâhidin der-kârdır dil-ber husûsunda
Velîkin zâlimin atâmı kalmaz zer husûsunda
Oysaki ânı yaşamak, dünya nimetlerinden faydalanmak insanın doğal hakkı, Tanrı’nın kullarına bağışladığı bir lütfu. Demek ki Nedim, yüzünü yaşanan hayata ve gerçeğe çevirmiştir. Din duygusunu zamanının düşünme biçimlerinin dışında, dünya üzerinden yorumlamaktadır; dünyayı din üzerinden değil. Buradan sanayi devrimi sonrası şekillenecek toplum hayatının sekülerizmine ulaşmak mümkün mü?
Mazıoğlu, Nedim’in yetişme tarzı ve muhiti dolayısıyla gelenekten tamamıyla ayrılan ve yepyeni bir sesle terennüm eden bir şair olmasına imkân bulunmadığını söylüyor; Nedim’in şahsi dehası sayesinde bazı noktalarda geleneği aştığını, eski edebiyatın düşünüş, duyuş ve hayâl sistemi içerisinde yepyeni olan bir canlılık ve tazelik gösterebildiğini vurguluyor. Bu hususta kısmen hemfikirim; ama Lâle Devri’nin mekânı dönüştüren, güzeli arzulayan barış döneminde Batı ile temaslar artmış, savaşlardan sürekli mağlup dönen Osmanlı, bir taraftan savaştan kaçarken diğer taraftan kurtuluş ve ıslah yolları aramaya başlamıştı. Yeniliğin tohumları bir “kâhin” ve dönüştürücü olarak Nedim’de uç vermeye başlamış olabilir mi?:
Çünkü şâirsin hayâl-i tâzedir senden mûrâd
Öyleyse Nedim’de önceki şairlerde bulunmayan, yeni neler var sıralayalım:
Namık Kemâl’den geçen ve Beyatlı’ya ulaşan çizgide, sıraladığımız yenilikleri temel alarak Nedim’i modern şiirin uç verdiği ilk toprak olarak tanımlamamıza yol açacak kavramları bulup çıkartabiliriz: Ben bilincinin berrak bir şekilde belirmesi (Mâlûmdur benim sühânım mahlâs istemez); içinde yaşanılan zaman ve mekânın farkındalığı; mekânın tanımlanarak insanın içine yerleştirilmesi yani perspektif duygusu (insanın insanı insan gözüyle görmesi), yeni söyleyiş biçimlerini fütursuzca kullanma; şehre ait olduğunu bilme ve şehre sahip olma (Bu şehr-i SıtanbuI ki bî-misl ü bahâdır/Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır); çok sonra, Rimbaud ile tanışacağımız sinestezi kavramına girebilecek bir söyleyiş biçimi ile sesi resme dönüştürmesi (Turfa rengâ-reng âheng eylemiş sahrayı pür/Kuh ses verdikçe şeydâ bülbülün efgânına).
Farkındayım bütün bunlar Nedim’i modern yapmaya yetmez. Sanayi ile hiç tanışmamış bir Osmanlı toplumunun yeni hayat ile henüz yeni yeni mahcupça söyleştiği, yönetici elitin kendi mekânını ve aklını olmadık bir yerden dönüştürmeye başladığı bir zamanda yaşadı zaten. Ama Namık Kemâl’in zihni ile Beyatlı’nın şiiri arasına kurulan köprüyü yekpare tutmaya yetecek kadar modern. Kendisi de söylemişti zaten:
Kilk-i ayyârın aceb nâ-refte râh açtı Nedim
Hâne-i endîşeden gülzâr-ı isti’dâda dek
Nedim’in gayet farkında olarak açtığı, düşünce evinden yeni söyleyişin çiçeklerine ulaşan bir yeni yol.
Devamı gelecek…
Levent Dalar
[1] Varlık Yayınları’nın Türk Klasikleri dizisinin üçüncü kitabı. Nevzat Yesirgil, Nedim: Hayatı, Sanatı, Şiirleri, İstanbul: Varlık Yayınları, 1952.
[2] Hasibe Mazıoğlu, Nedim’in Divan Şiirine Getirdiği Yenilikler, Ankara: Akçağ Yayınları, 2018.
*Fotoğraflar: Dilruba Kılıç Kocaışık
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.