Yıl 2009. Aylardan Haziran. Bir kitap yayımlandı. Turgut Cansever’in vefatından (22 Şubat 2009) 4 ay sonra. İdrak ve İnşa: Turgut Cansever Mimarlığının İki Düzlemi (Klasik Yayınları). İlk telif kitabım. Kapağında bir Cansever fotoğrafı var…
2005 yılında tamamladığım yüksek lisans tezimin kitap formatında ilk taslağını 2008 yılında Klasik Yayınları’na iletmiştim. Kitabın önsözünü 6 Ağustos 2008’de yazmıştım. Genel Yayın Yönetmeni Akif Emre’ydi. Tezin kitaba dönüştürülme aşamasında onunla yaptığımız konuşmaları hatırlıyorum. Allah rahmet eylesin. Faruk Deniz’le olan muhabbetlerimizi de hatırlıyorum. Editörüm Mustafa Demiray, Alim Arlı ve Salih Pulcu kitabı satır satır okuyup geri dönüşler yapmışlardı.
Bu yazıya başlar başlamaz mail kutumu karıştırdım. Kitabın yayın aşaması ile ilgili acaba hangi mailler duruyordu? Maillerime bakınca diğer yazışmalarımı gördüm. Doktora tezimin son demleriydi, onunla ilgili bir sürü yazışma… Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi’nin “Mimarlık Tarihi” sayısının editörlük işleri de tam gaz devam ediyordu. Bir taraftan da onlar… İdrak ve İnşa ile ilgili bulabildiğim iki mail 23 Ağustos 2008 ve 12 Ocak 2009 tarihliydi. İkisi de anlamlıydı. Birincisi tezi kitap formatına çevirdiğim, henüz editöryal okumalardan geçmemiş SON hâllerden biri, ikincisi, editör ve hakem okumalarından gelen düzeltilerin yapılıp tasarımcıya gönderilen EN SON hâliydi. İlk mailin konusunu “Değişiklikler” olarak not düşmüşüm. Şöyle yazmışım: “Salih Abi merhaba, kitabın önsözünde, tablo 1’de (kırmızı satırlar) ve kaynakçanın ‘Cansever hakkında çalışmalar’ kısmında bazı eklemeler ve değişiklikler var. Hepsi ekteki dosyada… Kızınıza acil şifalar. Muhabbet, selam ve dua ile… Halil İbrahim.” Olağan bir tashih, değişiklik, geri dönüş trafiği… Malûm, bir kitap yayınlanacaksa bu trafik kaçınılmaz.
12 Ocak 2009 tarihli mail ise şöyle: “Konu: İdrak ve İnşa Kitabının Son Halleri. Salih Abi merhaba, ekteki dosyalarda kitabın son hali var. Çok şükür, bugünleri de gördük. Büyüklüğünden dolayı maille gönderilmesi zor olan ‘Turgut Cansever’ bölümünü tablosuz olarak gönderiyorum. Senin elinde zaten mevcut bunlar. Başlıklarını kırmızı puntolarla belirttim. İlgili yerlere yerleştirirsiniz. Bu son haldeki tablo başlıklarını kullanırsan sevinirim. Yer kaplamayan, yazıdan müteşekkil tablolar ise metin içerisinde. Gönderdiğim bu son hallerini kullanırsan sevinirim. Onlarda da düzeltmeler yaptım çünkü. Artık top sende. İnşallah bana fazla ‘azap çektirmeden’ bitirirsin! Muhabbetlerimle. Halil İbrahim.”
Maillerden de anlaşılacağı üzere kitabın tasarımcısı Salih Pulcu idi.
Mimar ve grafik tasarımcı Salih Pulcu Turgut Cansever’in daha önce hiç görmediği, beyaz sakallı bir fotoğrafını görmüştü. Etkilenmişti. Bunun üzerine Cansever’in kızı Emine Öğün’ü aramış, sakal bırakır mıydı, başka fotoğrafları var mıydı gibi sorular yöneltmişti. İdrak ve İnşa kitabının kapağı için fotoğraf arıyordu. Aslında fotoğraf kendini göstermişti. Cansever’in çok görülmemiş bu hâlini göstermek ve kamuya sunmak istiyordu. Çünkü, ilk ve tek beyaz sakallı fotoğrafı idi… Sonrasında Emine Öğün’den Cansever’in ellerinin farklı açılardan çekilmiş fotoğraflarını istemişti. Fotoğraflar gelmişti: İhtiyar sahibi, ak sakallı bir çehre ve eller. 1 Ağustos 2007’de Bodrum’da, Demir Evleri’nde bir gece sohbetinde çekilmiş videodan ekran görüntüsü alınarak üretilmiş bir dizi Cansever fotoğrafı…
87 yaşında, bedenen yorgun ama zihni son derece işlek bir insanın derin bakışının fotoğrafı.
Etrafındakilere hararetle birşeyler anlatan bir mimarın sürekli hareket hâlinde olan ellerinin fotoğrafı.
Heyecanı hiç dinmeyen, yaşı kemâle ermiş bir mütefekkirin ak sakallı fotoğrafı. Ak sakallı çehre, idraki; eller ise inşayı anlatır gibiydi Salih Pulcu’ya göre…
Ben kapağın tasarım ve karar süreçlerini bilmiyordum, doğrudan bitmiş hâlini görmüştüm ilk önce. Süreci sonradan öğrendim. Salih Pulcu, kapakta kullanmak üzere, biraz bulanık ama son derece ifadeli bu bakışlardan ve ellerden bir fotoğraf “tasarlamıştı”. Siyah, kahverengi, gri tonlamalarıyla çeşitli zeminler denemişti.
Öyle bir zemin olmalıydı ki, hem Cansever’i bir kapak ikonuna dönüştürmeyecek (ki bu onun asla kabul etmeyeceği bir şey olurdu), hem derin bakışlı bir adamın işbu derinliğini bize hissettirecekti. Zor bir işti. Pulcu, kapak sathı üzerinde bir yatay boşluk açmıştı. Göz kapakları gibi her an kapanıp açılma hissi uyandıracak, dolayısıyla dinamik bir satıh olacaktı. Zeminde alttan yukarı doğru koyudan açığa giden bir kahverengi gradyan tonlamaya karar vermişti. Tam ortada Cansever fotoğrafını içeren, içine alan ve devam eden, aynı zamanda onun tarafından belirlenen bir zemin. Yani zemin şekle, şekil de zemine galebe çalmıyordu. Orta noktada, yatay olarak yarılan zemin sathındaki boşluğun içine girip, bir müddet orada kalıp, fotoğrafa bakıp, gecenin loş ışıklı ve kesif karanlıklı hâline dokunup tekrar çıkıp satıhta gezmek… “Modern” ama başka bir şeylerin de olduğu bir kapak işi gibi. Cansever gibi. “Modern” ama başka bir şeylerin de olduğu bir mimarlık işi gibi… Modern algılarımıza hitap ettiği gibi, tam da kavrayamadığımız bir ucu açıklık gibi… Zihnime bir sürü şey daha üşüştü yazarken… Salih Pulcu kapağa bir de “mimari plan” iliştirmişti. İçinden “Turgut Cansever Mimarlığının İki Düzlemi” yazısını yerleştirmişti. Nihayetinde Salih Abi mimardı; sanat erbabı, grafik sanatçısı bir mimar.
Peki tasarımcı bunları mı düşünmüştü kapağı tasarlarken? Bilemem. Ama peşine düştüm.
Peki ben bunları 2021 Şubat’ında mı düşündüm? Onu bilebileceğimi zannederim. Ama yazının sonunda açıklarım.
Kapağı neden bu şekilde yorumladığımı biraz açayım. Kitabın kapağına seçilen Cansever fotoğrafı onun son fotoğraflarından biriydi. Hatta 2021’e kadar yayınlananlar içerisinde, benim görebildiğim kadarıyla sonuncusuydu. Fotoğrafta bir mimar yer alıyordu. Tam 87 yaşında. Ufka doğru vakur ve keskin bir bakış sahibi… Pür ciddiyet… Ve sakallıydı, ak sakallı.
Önce Salih Abi’nin Turgut Cansever’le tanışıklığını ve hukukunu anlamaya çalıştım. Hususi sorular sordum, cevapladı; ben aralarından seçimler yaptım: [1]
– “Turgut Hoca’nın ilk gördüğüm yazısı Arredamento Dekorasyon’da 1989’da yayımlanan röportajı idi. 1990’ların ilk yarısında tanıştık. 1996’da İstanbul’da yapılan Birleşmiş Milletler Habitat II raporu için bir nevi asistanlığını yaptığımı söyleyebilirim. Hatta Habitat’ın bir toplantısında benimle röportaj yapmışlardı ‘Hocanın asistanı’ diyerek (gülerek anlatıyor)…” [2]
– “İdrak ve İnşa kapağından önce Turgut Hoca’nın üç raporunun kapağını tasarlamıştım. 1995’te Habitat raporu, 2001 ve 2003’te Pilot Şehir raporları idi bunlar. Aslında bu kapakları ‘tasarlamıştım’ dersem abartmış olurum. Yazı büyüklüklerinden, fotoğraf büyüklüğüne, kapak renginden, fotoğrafın konumuna Turgut Hoca’nın tashihleri çoktur. Aslında bu kapaklar Hoca’yı daha yakından tanımak adına bir rahle-i tedris süreci olarak görülebilir.” [3]
– “90’lı yıllarda Bosnalı ressam Mersad Berber’in resim sergisine gitmiştim Akbank Sanat’ta (Sergi tarihi: 26 Kasım-25 Aralık 1998). Turgut Hoca’nın bürosu Sıraselviler’de idi. Ona bahsettim. Davet ettim. Sergiyi gezdik birlikte. Tekniği ve içeriği ile beni etkileyen sergi Turgut Hoca’yı etkilememişti. Ben Berber’in resminin Osmanlı resmini çıkış noktası olarak aldığını söyledim; Hoca öyle olmadığını, özellikle mor rengin Batı resmine ait olduğunu söyledi. Resmin derinlerine dalıyor-çıkıyor, satıhta gezintiler yapıyordu. Bana uzun uzun ‘Salih Beycim, bunlar…’ diye başlayarak bir sanat semineri verdiğini hatırlıyorum. Çok belirgin bir anlatım üslubu da vardı. Turgut Hoca meseleleri jestlerle anlatırdı ve anlattıklarını el hareketleriyle vurgular,adeta elleriyle inşa ederdi.”
Salih Pulcu’nun telefonda anlattıklarından benim anladığım ise şunlar oldu. Onunla tanış olmaktan yaklaşık 20 yıl sonra Turgut Cansever’le ilgili bir kitap tasarlamıştı. Kapağına tek bir Cansever fotoğrafı koymayı düşünmüştü. Hikayesini yukarıda okuduğunuz bu fotoğrafın seçimi anlık bir tasarımcı ilgisiyle değil, 20 yıllık bir tanışlığın arkaplanıyla ilgiliydi. Salih Pulcu onu ak sakallı, derinlere doğru bakan ve zihnindeki “oraya”, ukbaya işaret eden, söylediklerini elleriyle sürekli inşa eden bir adam olarak resmetmişti. Sathı da buna uygun düzenlemişti. Yukarıda da yazmıştım: Ak sakallı çehreye, İdrak’i; ellerine ise İnşa’yı taşıtmıştı.
2009 yılında Salih Pulcu’nun tasarladığı bu kapağı gördüğümde ilk duygum, kararsızlıktı. Fakat tasarımcıya itimadım çoktu. Kararsızdım, tâ ki Cansever’in çocukluk fotoğrafıyla kapaktaki ak sakallı fotoğrafını yanyana koyup 8 ve 87 yaşlar üzerine düşününceye kadar. İnsanın yeryüzü macerası zihnime kazınmıştı adeta, irkilmiştim… Kapak tasarımında başka şeylerin varlığını hep hissediyordum. Tam açıklayamıyordum, tâ ki Salih Pulcu ile muhabbetimiz derinleşene kadar. Yukarıdaki kapak yorumlarımı ise yeni yazdım. İdrak ve İnşa’nın giriş bölümünde ise şöyle yazmıştım: “İdrak seviyemize göre inşa ederiz”.[4] Kapağı da yeniden inşa ettim. Kapak yavaş yavaş açıldı, açılmaya devam ediyor.
2019’da kitabın ikinci baskısı yapıldı. Kapağı değiştirmek aklımdan dahi geçmedi. Çünkü bu kapak sadece bir kapak değildi.
Kapağı gösteremedik. Kitap Haziran 2009’da basılmıştı. Cansever, 22 Şubat 2009’da vefat etmişti. Vefat haberini alır almaz Trabzon’dan İstanbul’a gittim. Cenaze namazı Fatih Camii’nde kılındı. Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’nde babasının mezarı üzerine sırlandı. Akşam evindeydik.
Kuran okundu, ney üflendi, dualar edildi, arkasından hayırla konuşuldu. Rahmet olsun.
Halil İbrahim Düzenli
NOTLAR
[1] Salih Pulcu ile 12 Şubat 2021 tarihinde yapılan görüşme.
[2] Mustafa Ruhi Şirin’in yayınladığı günlüklere bakılırsa Salih Pulcu burada tevazu gösteriyor: “Habitat II Konferansı 31 Mayıs-14 Haziran 1996 tarihinde İstanbul’da gerçekleşecek. Bilge Mimar Turgut Cansever’in Başkanlığında Habitat II Türkiye Gönüllü Çalışma Grubu’nun koordinatörlüğü mimar Salih Pulcu’ya, bendenize de sözcülük görevi verildi.” (Mustafa Ruhi Şirin, “Çocuklara Karşı Asli GörevimizDünyayı Güzelleştirmektir”, Mimar ve Mühendis Dergisi, sayı: 73, Ekim 2013, s. 56).
[3] Bu raporların ve kapaklarının hikâyesi hakkında müstakil bir yazı yazmayı planlıyorum.
[4] Editörüm Mustafa Demiray bu ifademi arka kapağa da taşıdı. Birçok yerde Cansever’in ifadesi olarak alıntılandığını gördüm. Kızmıyordum, aksine, her gördüğümde çok mutlu oluyordum. Benim bir ifadem ona lâyık görülüyordu. Ne mutlu bana.