Halide Edip Mor Salkımlı Ev adlı hatıratında, hafızasında yer etmiş ilk Ramazan’ını anlatırken İstanbul’da bir Ramazan gününün gündüzüyle, gecesiyle nasıl yaşandığını gözümüzde canlandıracağımız bir canlılıkla tasvir eder: Sabah “sokakları saran sükût”tan ve ikindiye doğru sokaklarda gözlenen tatlı telaş anlarından başlayarak evin içindeki değişimi; camiye varan yolda satıcıların farklı şiveleriyle şenlendirdikleri sokakları ve camide yek-vücut ibadet eden insanları onun gözünden seyrederiz. Halide Edip’in Ramazan sahnesi, temaşa edilen ve coşkuyla hissedilen güzelliğiyle bir çocuk muhayyilesinde bu denli derin izler bırakacak cinsten bir “renk, şekil ve ses ahengi”dir. Sütninesi Nevres Bacı’nın Ramazan’ın ilk günü küçük Halide’yi hem gündüz vakti mukabele hem de geceleyin teravih namazı için Süleymaniye Camii’ne götürdüğü anların satırlara düşen yansımalarını okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.
Halide Edip’in İlk Ramazan Hatırası [1]
O günlerde İstanbul’un bu kısmı sadece eski ve geniş saçaklı ahşap evler ile dolu idi. Sütnine elimi sıkıca yakaladı ve beni camiye götürdü. Sokaklar, yüzü peçeli gençler, rengârenk çarşaflı kadınlar, ellerinde tesbih çeken erkeklerle dolu idi. Her cami avlusu renkli ve kıymetli taşlardan yapılmış tesbihler, çubuk, sigara ağızlıkları, kuru yemiş, baharat ve akla gelmeyen şeylerle dolu idi. İmparatorluğun her bucağından kendi bölgelerinin kıyafeti ile gelmiş, kendilerine mahsus şive ile hepsinin ayrı bir makam verdiği sesle mallarını satan satıcılar vardı. Arapların Mekke’den geldiğini iddia ettikleri kınaları, sürmeleri kapış kapış satılıyordu.
Nihayet Süleymaniye Camii’nde bir mukabele, Cami’nin etrafındaki o kurşun renkli binaların senfonisi âdeta beni sarhoş etti. İçimde ilâhî bir ahenk akını var gibi idi. Bir çocuğun güzelliği sezişinin, büyüklerinkinden çok daha derin olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü o güzelliği kelime ile ifade etmek imkânı yoktur. Renk, şekil ve ses ahengi tek his içinde garip bir surette birleşiyordu.
*
Akşam namazını acele ile evde kıldıktan sonra Sütbaba elindeki feneri sallayarak ve bir omzuna beni yerleştirerek, Bacı ile şakalaşarak tekrar Süleymaniye’ye teravih namazını kılmak için gittik. Sokaklar hareket hâlinde yüzlerce fenerle doluydu. Kalabalık bir ateş böceği kafilesi hâlinde hareket ediyor ve minarelerden “Allahu ekber, Allahu ekber” nidaları havaya yayılıyordu. Bu akşam ilk defa mahya denilen şeyi gördüm. Minareden minareye havada uzanan ışıktan yazılar, mavi kubbede ne garip ve tabiat üstü bir nur tecellisi… Ramazan’ı karşılayan bu nurdan yazılar, beni belki Baltazar’ın [2] duvarda gördüğü yazılar kadar şaşırttı. Karanlık ve esrarlı dar sokakların içinde sallanarak hareket eden ışıkları o kalabalığın en boylu adamının omzundan seyrediyordum. Nihayet yine Süleymaniye’ye vasıl olduk.
Şimdi, gündüzün kurşunîye kaçan hava altın yaldızlı. Havada titreyen bu yüzlerce kandilin altında muazzam bir kalabalık diz çökmüş oturuyor. Bir tek boş yer yok. Bu, âdeta üzerinde her çeşit renk, yaş, kıyafet ve cins insanlardan örülmüş bir halıya benziyor. Kadınlar yukarıda galeride [3] idiler. Nevres Bacı beni kadın sıralarının arasına sıkıştırdığı an, birdenbire “Sallialâ Muhammed” nidası, yerdeki insanlardan halıyı ayağa kaldırdı. Bir tek ses, imamın sesi, her hareketi idare ediyor. Her hareket muazzam ve karışık bir ahenkle tek falso yapmadan, bir hareket senfonisi hâlinde birbirini takip ediyor. Mütemadi bir ışıltı bu insan kütlesinin kalktığını, eğildiğini, alınlarının secdeye kapandığını görüyor ve işitiyorsunuz. Nihayet her şey sükût.
Bana bu hareket ebediyen devam edecek hissini verdiği an, birdenbire herkes dizlerinin üzerinde asılı kaldı; içlerinden kopup gelen, bir ağızdan havayı sarsan “Âmin, âmin” korosu o muazzam kubbeye çarptı durdu.
[1] Halide Edip Adıvar, Mor Salkımlı Ev, 24. basım, İstanbul: Can Yayınları, 2018, s. 71-74. Metnin imlâ ve noktalamasında kaynaktaki kullanım esas alınmıştır.
[2] Kitab-ı Mukaddes’te Belşassar adıyla bahsi geçen son Babil kralı.
[3] Mahfil kastediliyor.