Siyasetten, tıptan ve sanattan, özellikle de edebiyattan anlamayan bir babayiğide rast geldiniz mi hiç zamanımızda? Boşuna yormayın zihninizi; bulamayacaksınız. Bir tanecik olsun hem de. Çünkü siz görmezden gelseniz de bu topraklarda doğan her er kişi, (Evet, bu kez özellikle er.) bırakalım siyaset tahsil etmeyi, mektep medrese görmemişse dahi memleket meseleleri ile ilgilene ilgilene siyaset uzmanı kesilir.
İşin acı tarafı, insan bu tiplerden biri ile herhangi bir siyaset uzmanının söylediklerini karşılaştırıverince ve ikisinin tespitlerinin arasındaki o ihmal edilebilecek orandaki farka tanıklık edince dumura garkolmadan da duramıyor ya, o da ayrı mesele.
Ne bileyim, biraz soğuk almayagörün, defter defter reçete yazmaya kalkar size çevrenizdekiler. En azından birkaç bitki tavsiye eder.
Söz edebiyattan açılmaya görsün bir de. Siz o babayiğitleri asıl o zaman görmelisiniz. Beheri doğuştan şairdir, yazardır; edebiyat uzmanıdır.
Bu tipin müzik uzmanı kesilmeyeceğini nasıl düşünebilirsiniz?
Her Türk asker değil, müzisyen doğar asıl. Müzisyen, şair, yazar, ressam, hekim, hâkim… Liste uzar gider, ta arşa kadar.
Bu kendini her şeyden anlar kabul etmiş tipin iki önemli kaynağı vardır; tartışılmaz önem atfettiği ve sarsılmaz bir biçimde iman ettiği: Gazete ve televizyon. Söz konusu müzikse ikinci kaynak birinciye galebe çalar hâliyle.
Neyse. Kendimi demin andığım tip konumuna düşürmeden “Ne dinlemeli?” sorusuna cevap vermeye çalışacağım.
Ne dinleyeceğim? Nereden başlayacağım? Defalarca duyduğum bu soruya hakiki cevabını vermek zor; çok zor. Cevabını bilmediğimden değil; tersine, çok iyi bildiğimden. Kalp kırma pahasına müsaadenizle ifade edeyim:
Aslında “Ne dinlemeli?” sorusu ile “Ne okumalı?” sorusu bir ve türdeş; belki de ikiz kardeş. Demek istediğim, tıpkı kitap okumak gibi müzik dinlemek de modern insan için çığrından çıkmış, yolundan sapmış durumda. Günümüz insanı için okumanın gayesi öğrenmek değil, okuduğunun bilinmesini sağlamak. Bırakalım hikmete yakınlaşmayı, günümüz insanı için kitap okumanın yegâne anlamı, çok bilmek değil, çok okuduğunun, dolayısıyla çok bildiğinin zannedilmesini sağlamak. Hakikat için okumak değil, zan için okumak, evet.
Dinlemek de öyle…
Bile-isteye “Ne dinlemeliyim?” diye soran kişinin, farkına varsın veya varmasın, aslında dinlediği müziğin işaret ettiği duygu dünyasını, seslerin açtığı pencereden mümkün mertebe sarmak gayesini, hatta düpedüz haz alma talebini bile ıskaladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü tıpkı kitap okuma listeleri gibi müzik dinleme listeleri de meseleyi bir tüketim düzlemine taşımış demektir. Mesele o kitaplardakinden nasibine düşenleri devşirmek değildir; mesele o listedeki kitapların kellesini almaktır.
Doğrusu müzik dinleme listeleri de bana göre aynı kaderi paylaşmaktadır zamanımızda. O yüzden size belli bazı şarkıları, albümleri veya müzisyenleri değil, dinleme alanında işinize yarayacağını tahmin ettiğim bir anlayışı tavsiye edeceğim.
Yolun başında rahat gitmeli. Canınız ne çekiyorsa onu dinleyin.
“İyi ama biz bunu zaten yapıyoruz.” demeyin. Dinleyin! Önünüze ne geliyorsa, o ân canınız ne çekiyorsa dinleyin. Ama şu şartla: Gerçekten müzik dinlemek istiyorsanız, dinlediğinizin daha iyisinin bulunduğunu ve yanıbaşınızda ona ulaşabileceğinizi aklınızdan çıkarmayın. Sevdiğiniz tür hangisiyse önemi yok bunun.
Evet, dinlerken kimileyin ağzınızın tadının kaçması pahasına, ısrarla ve inatla o türün ana akımdaki müzisyenlerini, ardından da uçlarda gezinenlerini dinleyin. Ve o daha iyiyi, daha güzeli, daha etkileyiciyi arayıp bulmaya gayret edin. Beğendiklerinizin, en beğendiğinizin de daha iyisi var ve müzik dinlemek demek, o müziği keşfetmek demek. Ardından da daha da etkileyicisini!
Tabii ki gerekirse bir ömür boyu. Doğru, müzik dinlemek demek, bir ömür boyu dinlemeye değer o ezgi okyanusunu aramak demek. Doğru, bulmak değil, aramak.
Varsayalım buldunuz. Tecrübeyle sabit, o hisse kapılabilirsiniz zaman zaman. Yılmak yok. Çünkü ihmal etmemek şart: Daha iyisi, daha güzeli, daha etkileyicisi ve kalıcısı yanıbaşınızda.
İkinci aşamada, beğendiklerinizin kendisi değil, benzerleri var. Bir adım sonrasında ise benzerlerinin benzerlerini dinlemek var.
Bir de bakmışsınız, bir zamanlar nice değerler yüklediğiniz albümler ve müzisyenler kırpılıp kırpılıp konfeti eskisine dönüşmemiş mi? Çünkü zamanımızda en çok da yıldızlar sönmekte ya.
Neyse ki benzerliklerin sizi aynı zamanda farklılıklara taşıdığını farkedersiniz bir süre sonra. Farkına varınca da tadını çıkarırsınız.
Müzik dinleme macerasının en zevkli evresi, işte burası.
Artık sizin için müzik üç dakikada başlayıp biten bir heves değildir bu evrede. O bilindik, beylik şarkılardan, türkülerden, hercai zevklerden kaçarsınız. Sizde anlatılamaz derin izler bırakmış, hatıra yüklü parçalar istisna elbette. Döne döne dinlersiniz beherini.
Hoş, güzel, zevkli, duygulu… Artık bu sıfatları bir müzik parçası için kullanmak sizi üzmeye başlar. Farklı, çarpıcı, duyulmamış, bilinmedik, değişik, ilginç… Müzik üzerine sohbet ederken sizden en çok bu sözcükleri duymaya başlar muhataplarınız.
Son aşamada müzik ile ses, ses ile sessizlik, sessizlik ile beste, beste ile kakafoni arasında fark gözetmemeye yaklaşırsınız. Bu evrede müzik yok, ses vardır sizin için; tasarlanmış ses elbette. Çevrenizdekilerin ancak gürültü duydukları sesler, sizin için ruhunuzda yankılarını bulan yepyeni sadalara dönüşür bu aşamada. Dikkat buyurunuz, tasarlanmış gürültü ile klâsik anlamdaki müzik arasında hiçbir fark görmezsiniz demiyorum; aradaki farkın hesaba katılamayacak bir kırata iniverdiğini işaret ediyorum.
Bu evredeki müziksever için en çok ahenk mühimdir. Ahenk ve o ahengin taşıdığı duygu durumunun etkisi. Ve o etkinin kalıcılığı… Bunu da kimileyin bir rock parçasının isyanında bulursunuz, kimileyin bir ney ezgisinde. Artık siz sesi zevken idrak etmeye başlamışsınızdır.
Mesele şurada: Hangi düzeyde ve kaç albüm hatmettikten sonra müzikte zevken idrak aşamasına yakın düşersiniz? Tahmin ettiğiniz gibi burada kemmiyet değil de keyfiyet esas.
Ve şahsiyet.
Hasanali Yıldırım
Not: Bu yazı daha önce www. gercekhayat.com‘da yayımlanmıştır.