İster bireysel bir deneyim, isterse insanlık tarihinin bir parçası olsun, okuma süreci ve tutkusuna dair aktarılacak ne çok mesele var… Zift Sanat ekibi olarak okumanın önündeki birtakım engellere odaklandık; ilkin okumak için elzem olan “görme” yetisinden başlıyoruz, “Teknoloji, kitabı ortadan kaldırır mı?” sorusundan hareketle okumanın tarihinde görmezden gelinemeyecek olgulara, sansüre ve kitap kıyımına değindikten sonra son kertedeyse kitaplar karşısında kafası karışan okura bakacağız. Bu minvalde okumaya/okuyamamaya dair ufuk açan üç kitaptan tadımlık parçalara göz atalım.
İlk durağımız, kitap tutkusu ve okumanın tarihi deyince aklımıza gelen iki isim: yazar/kütüphaneci Jorge Luis Borges ve onun gören gözü olan Alberto Manguel.
Borges, cenneti kitaplarla dolu bir kütüphane olarak tahayyül etmişti. Onu hayatının tutkusuna bağlayan görme duyusunu kaybedince yine de kitaplarla yolu ayrılmadı; hatta kaderi kitaplarla daha sıkı bağlandı. Manguel ise profesyonel okurluğa on altı yaşında Borges’e kitap okuyarak başladı, yazdığı ve çevirdiği kitaplarla okumanın renkli tarihine değerli katkılar bıraktı.
“(…) Kör olduktan sonra -1955 yılında- Buenos Aires Ulusal Kütüphanesi’nin başına getirilen Jorge Luis Borges, bu tuhaf yazgı (artık görmeyen okura sunulan kitaplar dünyası) konusunda şöyle der:
Kimse gözyaşları dökecek kadar alçalmasın ya da sitem etmesin
Tanrı’nın yeteneklerinin bu yansımasına
O Tanrı ki böyle olağanüstü bir cilve ile
Karanlık ile kitapları bana birlikte sundu.” [1]
*
Eco ile Carriére’nin söyleşi dizisinin asıl meselesi, “Dijital devrim kitabı öldürecek mi?” sorusunu tartışmak değilse de ikisi arasındaki leziz “söz alışverişi” buradan başlıyor ve kitabın “tıpkı tekerlek gibi, muhayyilenin işleyişi bakımından aşılamaz bir çeşit mükemmellik” olduğu sonucuna varıyor. [2]
“Kitap nedir?” sorusu bilgi, birikim, imge, muhayyile bellek duraklarına uğradıktan sonra yazar “kitaplar, az ya da çok esinlenen insan dehasının yarattığı şeyin sadık yansıması mıdır” sorusunda durakladığında sadece sırtımızı dayadığımız birikimi oluşturan kitapların varlığı değil, insan iradesiyle yok edilen muazzam birikimlerin hatıra gelmesi de kaçınılmazdır:
“Bu soru ortaya atılır atılmaz, kafaları bulandırır. Onca kitabın yanıp kül olmaya devam ettiği ateşler birden aklımıza düşüvermez mi? Kitaplar ve derhal simgesi hâline geldikleri ifade özgürlüğü, onların kullanımını ve dağıtımını denetlemeye, bazen de ebediyen onlara el koymaya meraklı onca sansürcüyü yaratmış sanki. (…) Kitap üretim tarihi, daima yeni baştan başlanan hakiki bir bibliyokost [3] tarihinden ayrılamaz. Sansür, cahillik, ahmaklık, Engizisyon, kitap yakma, ihmal, dalgınlık, yangın; bunların her biri kitapların yolunun üstüne, kimi zaman önüne geçilemeyen engeller olarak çıkacaklardı böylelikle. Yani tüm arşivleme ve muhafaza çabaları İlahi Komedya’ların ebediyen bilinmez kalmasını asla engellemeyecekti.” [4]
*
Peki, ya kitap okumanın önündeki engelin ta kendisiysem? Calvino, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu adlı efsane klasiğinde hem yazar figürü hem okur hem de roman türleri üzerine keyifli bir oyun oynarken bu soruya karşılık gelecek türden, okurun kitap ummanı karşısındaki kafa karışıklığına dair bir çeşitleme sunuyor:
“Daha kitapçının vitrininde aradığın yapıtın adı ilişti gözüne. Bu görsel izi sürerek tezgâhların üstünden kaşlarını çatarak bakan, raflardan seni korkutmaya çalışan Okumadığın Kitaplar kalabalığını yararak dükkânda ilerledin. Ama sen çekinmen gerekmediğini biliyorsun; Okumana Gerek Olmayan Kitaplar, Okunmaktan Başka Amaçlar İçin Yazılmış Olan Kitaplar, Daha Yazılmadan Önce Okunmuş Kitaplar Sınıfına Dahil Olduğu İçin Kapağını Açmaya Gerek Olmadan Okumuş Olduğun Kitaplar silsilesinin hektarlarca uzadığını çok iyi biliyorsun. Böylece kalenin ilk surunu yarmanla, Yaşayacak Başka Hayatların Olsaydı Kesinlikle Bunları da Okurdun Ama Ne Yazık ki Ömrünün Geri Kalan Günleri Sayılı Olduğu İçin Okuyamayacağın Kitaplar’ın neferleri üzerine saldırıyor. Çevik bir hareketle onları savuşturuyorsun ve kendini Okumaya Niyet Ettiğin Ama Daha Önce Okuman Gereken Başka Kitaplar Olmasaydı Okumak İsteyebileceğin Kitaplar, Şu Anda Çok Pahalı Olduğu İçin Yarı Fiyatına Düşmesini Bekleyeceğin Kitaplar, aynı şekilde Cep Baskılarının Çıkmasını Bekleyeceğin Kitaplar, Birisinden Ödünç Almayı Deneyeceğin Kitaplar, Herkesin Okumuş Olduğu Ve Bu Nedenle Senin de Okumuş Sayılabileceğin Kitaplar’ın kargılı alayının ortasına düşüyorsun. Bütün bu saldırıları göğüslüyorsun ve kalenin kulelerinin altına varmanla burada direnç gösteren
Uzun Zamandan Beri Okumayı Düşündüğün Kitaplar,
Uzun Yıllardan Beri Arayıp Bulamadığın Kitaplar,
Şu Anda Üzerinde Çalıştığın Konuyla İlgili Kitaplar,
Her Olasılığa Karşı Elinin Altında Bulunmasını Arzuladığın Kitaplar (…)
ile burun buruna geliyorsun.
Sahadaki sınırsız sayıdaki gücü elbette gene çok büyük olan, ama hiç olmazsa sınırlı sayıyla ifade edilebilecek boyuta indirgedin; ne var ki bu göreceli rahatlama seni tuzağa düşürmek için Çok Uzun Zaman Önce Okunmuş Olsa da Şimdi Tekrar Okunabilecek Kitaplar ve Hep Okumuş Numarası Yaptığın Ama Artık Gerçekten Oturup Okumanın Zamanı Gelmiş Olan Kitaplar biçiminde pusu kurmuştur.
Hızlı zikzaklar çizerek canını kurtarıyorsun…”
[1] Borges’ten aktaran Albert Manguel, Okumanın Tarihi, çev. Füsun Elioğlu, 10. basım, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2019, s. 342.
[2] Umberto Eco, J. C. Carriére, Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın, çev. Sosi Dolanoğlu, İstanbul: Can Yayınları, 2010, s. 9.
[3] Bibliyokost, holokost (soykırım) kelimesinden mülhem, kitap kıyımı.
[4] Jean-Philippe de Tonnac, “Önsöz”, Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın içinde, s. 10.