Barışa hizmet etmek ve insanın insanla güven tazeleme imkânına dikkat çekmek üzere 2008’de Milano’dan yola çıkan performans sanatçısı iki kadın: Giuseppina Pasqualino di Marineo (Pippa Bacca) ve Silvia Moro. İtalya’dan Kudüs’e kadar onbir ülkeden geçmeyi planlarken İstanbul ayağından itibaren menzile ayrı gitmeye karar verdiler. Pippa, katili Murat Karataş’ın kamyonuyla son yolculuğuna çıktı ve Gebze yakınlarında öldürüldü. İtalyan yönetmen Simone Manetti’nin 2019’da çektiği I’m in Love with Pippa Bacca adlı belgeseli Türkiye’de Pippa Bacca: Barış Gelini ismiyle bu günlerde gösterimde.
Milanolu iki kadının, Pippa ve Silvia’nın heyecan içinde hazırlanmalarına yardım eden umut dolu kadınlar var ekranda. Pippa’nın eteği onbir katlı olan beyaz gelinliği, içinden geçmeyi planladıkları ülkelerin halklarını, farklı kültürler arasındaki evliliği, çok kültürlü aileleri ve tabii ki barışı temsil ediyor. Elbisenin tasarımında insanlar temsilen uzlaşı içinde, birbirleri üzerine eklenerek, katlanarak temas hâlindeler. Kendisine “Yeşil Tavşan” denilecek kadar sıkça yeşil giysiler giymesiyle tanınan şarkıcı, ressam, fotoğraf ve performans sanatçısı, aktivist Pippa, bu kez beyazlar içinde. Beyaz fanilalar, iç etekler, kalın külotlu çoraplar, üzerine aldığı kısa pelerin ve tekrar kısa beyaz çoraplar. Gelinlik boğazına kadar kapalı; Silvia da öyle. Başlarında beyaz bandana ve beyaz örtüler… Neredeyse saçlar bile görünmüyor.[i] Giyinme faslı, hazırlığın en içe dokunan kısmı. Zambak kıyafetli Pippa’nın onu bekleyen, izleyen arkadaşlarına ölüme hazırlandığını bilmeden “Birazdan hazır olacağım.” demesi ve evden sırtında çantalarla bir scooter’a binerek ayrılması filmin en dramatik anlarından biri. Silvia’nın çok cepli gelinliği ise uğradıkları her milletin yöresel nakışlarını toplamak için tasarlanmış. Ona göre nakış önemli bir anlatım biçimiydi ve bu yolla farklı insanların hikâyeleri ortak bir yerde buluşabiliyordu. İki kadının yola çıkışlarında Don Kişot ve arkadaşı Sanço Panza’nın safiyetini görmemek imkânsız.
Pippa bir arkadaşının düğününde gelinlik kirlenmesin diye herkesin seferber olduğunu görünce buradan ilhamla, tersine, barış yolunda çekilen bütün zorlukların, kat edilen yolların, izlerin, deneyimlerin, kirlerin ve emeklerin yansıdığı bir gelinlik düşünmüş. Çatışmaların güvenmek ve konuşmakla son bulacağı bilinciyle yola koyulmuş. İnsan tek başına kendine yetecek şekilde yaratılmadı. Evrende hiçbir varlık diğer varlıklardan yalıtılmış olarak kendi gücü içinde kendisiyle sınırlı değil ve hepimiz bir bütünün parçasıyız. Güven arayışı, hiçliğe ve yokluğa karşı mücadele demek olan anlam arayışının çok önemli bir parçası.
Belgeselde konuşan annenin dirayeti, çevremizden aşina olduğumuz birçok harika kadını da hatırlatarak güçlü bir Avrupalı kadınla hemen özdeşim kurmamızı sağlıyor. Annesini tanımadan Pippa’nın aktivist karakterini anlamak pek mümkün değil: Pippa’nın Küçük Kara Balık ya da Martı Jonathan misâli, güvenli çevresi dururken tekinsiz uzaklara gözünü dikmesi nereden geliyor? Pippa’nın babası, beş kız kardeş henüz çok küçükken evi terk etmiş. Annenin “Ağlamayacağız! Dağılmayacağız!” diyerek çocuklarını toplaması, “Altılı grup her zaman kazanır.” diye bir motto uydurup hayatı yeni baştan ele alması Pippa’nın cesaretinin gizli bahçesi sanki. Yolculuk bilincini ise annesinin elden düşme satın aldığı, hep birlikte rengârenk boyayıp yola çıktıkları minibüste bulmak mümkün. Anne ve kızlarının İtalya’nın derinlerinden Bosna’ya, Fransa ve İspanya’dan Yunanistan’a uzanan macera dolu yolculukları ilham verici.
Danslar, şarkılar bitip de uluslararası yol ayrımında Silvia ile yalnız kaldıklarında hava kararıncaya kadar onları kimse almıyor. Doğru insanlarla karşılaşarak güvenli bir araçla yol alma ümidiyle beklerken otostop için duran ilk arabaya biniyorlar sonunda. Çünkü projenin en temel amacı; bu güvensiz ve tekinsiz dünyada insanların birbirine güvenebileceğini, her bireyin ötekisi için karşılıksız bir şeyler yapabileceğini, insanın insana iyi geleceğini göstermek. Kaybedilen güven duygusunu yeşertecek, yaraları saracak “barış gelini projesi, okyanusta küçük bir damla ama büyük etkileri olabilir; dünya ile diyalog kurmak istiyorsak cesur olmalıyız.” düşünceleriyle dolular.
Gittikleri ülkelerde ebelerle buluşmak ve onların ayaklarını yıkamak da performansın önemli aşamalarından biri. Bu fikrin çıkış noktası, erkekler çatışmalarda can alıp can verirlerken kadınların en zor koşullarda bile doğurması, ebelerin insanın hayata gelişine eşlik etmesi ve bebeği rahmin karanlığından çekip alması… Ebelerin ayağını yıkamak için kucağında yıkama kabıyla gezen Pippa, bunu da annesinin kızlarına sıklıkla okuduğu bir İncil pasajında geçen, hacıların ayağını yıkama ritüelinden almış. Ebelere sorduğu soru: Doğumun acısını, mutluluğunu, bebeğin gelişini gören, bunun gerçekleşmesine yardım eden, sayısız insanın ilk ânının tanığı olan ebe bir insanı öldürebilir mi? Bu mümkün görünmüyordu ebeler için. Saraybosna durağında buluştukları otuz yıllık ebe Raziye Hanım’ın, ayağının yıkanmasını kabul etmeyip onunla birlikte yere oturmasına da yine kendi inanç birikiminden bir açıklaması var Pippa’nın: Son akşam yemeğinde Hz. İsa azizlerin ayağını yıkamak istediğinde Aziz Petrus da bunu reddetmişti.
Pippa ile Silvia’nın yollarının ayrılma sebebi, temkini ve dikkati önemsemeden herkesin iyi olduğunu var sayma ilkesi, Pippa’nın hiçbir otostop teklifini geri çevirmeyi kabul etmemesi. 31 Mart’ta katili Murat Karataş ile tek başına yola çıkması hakkında ablasının gazetedeki fotoğraflardan yola çıkarak söyledikleri de bu yönde: “Kötü izlenim bırakmayan sıradan bir çiftçiye benziyordu.” diyor. Sayısız insanla ses kayıtları yaparak yolculuk yapan, yol boyunca arabasına bindiği insanların, ailelerin fotoğraflarını hafıza kaydı olarak biriktiren Pippa, annesine göre hayalperest biri değildi. Somut şeyler üzerine çalışan bir sanatçıydı. O hâlâ güvenmenin yaşamın özü olduğuna inanıyordu. Yol arkadaşları da bu elim olayla güvenmenin yanlışlığının kanıtlandığını düşünmüyorlar. Milyonlarca insan Pippa’ya güvendi ve onu destekledi çünkü. Bu ağır gelinliği taşımak kolay değildi; zira barış zordu ama barışmanın da tanımak ve konuşmaktan başka yolu yoktu.
Pippa gibi diğer bütün insan hakları savunucuları da daima dayanışma ve işbirliğinden söz ederler. İnsanlar birbirlerine emanet edilmişlerdir. Meselâ felsefeci Ahmet İnam güven ve emanet kavramlarını birlikte kullanır: Güven arayışı yaşam ufkunu ve bir arada daha nitelikli yaşamanın imkânlarını genişleten saygın bir çabadır. Öte yandan güveni bir varoluş atılımı olarak görmek, ‘emanet’ ve ‘üstlenme’ eylemleriyle ortaya çıkan diri, taze bir güven ahlâkını da gündeme getiriyor. İnam’a göre yaşamak, yaşam denilen emanete gözümüz gibi bakmak demek: “Emanete güvenmek. Bu güvenle emaneti üstlenmek. Ben bana emanetim, bedenim bana emanet! Yaşam emanet, yaşamı üleştiklerim. Emanet aldığım bana zarar vermeyecek, yaşamımı elimden almayacak. Emanet edilen, emanet ellerine bırakıldığı insana güvenecek. Beni üstlendi, bana zarar vermeyecek, yaşamımı elimden almayacak.”
Yönetmen Manetti, “Kötülüğün vatanı yok; her yerde olabilirdi.” diyor Cumhuriyet Gazetesi’nden Emrah Kolukısa’ya verdiği mülâkatta (28 Ağustos 2022). Pippa’nın annesine göre güvenli alanda hareketsiz yaşarken her şey yolunda görünse de elinizde hiçbir şey yoktur. İnsan iyiliği ancak deneyerek, yaşayarak kazanır. Pippa’nın dediği gibi: “Pek çok insan sadece hayatta kalmakla yetiniyor. Hâlbuki bize verilen kısa sürede harekete geçmemiz, bir şeyler yapmamız gerekir.”
Yıldız Ramazanoğlu
[i] Bu detayları aktarmamın nedeni, tecavüz ve cinayetlerde ileri sürülen kurbanın şurası-burası göründü gerekçelerinin geçersizliği.