Bulgakov’un Usta ile Margarita’sından uyarlanan sinema filminin gösterime girdiğini öğrendiğimde heyecanlandım. 1930’ların Moskova’sını anlatan bu başyapıtı okuduğumdan beri sürekli önermiş, özellikle genç sanatçıların metne dikkatini çekmeye çalışmıştım. Roman, yalnızca “yazarlar evi”nde güzel bir balık yemek, birkaç bardak şarap içmek ya da bir miktar ruble koparmak uğruna resmi söyleme ram olan Rus kültür organizmasının fotoğrafını çektiği için değil, yazarının böyle bir baskı döneminde “şeylerin/olguların özü”ne sadık kalmasından ötürü de değerliydi. Hikâye, roman ve tiyatrolarında incelikli bir şekilde Rus toplumunun, bürokrasinin ve kültür adamlarının çürümüşlüğünü işleyen Mihail Bulgakov, doğal olarak Stalin Rusya’sının mimlenmiş yazarlarından biri hâline geldi ve eserlerinin basımı yasaklandı. Ölümüne yakın bir dönemde bitirdiği Usta ile Margarita da uzunca bir yasaklılıktan sonra sansürlenerek basılabildi. Bir yazarın yayımlanma ihtimâli düşük, hatta imkânsız bir metin üzerinde çalışması, metnin gelecekte bir gün, gün yüzüne çıkma ümidine sarılmasıyla mümkün olabilirdi ancak. Zaman, Bulgakov’un ümidini boşa çıkarmadı.
Usta ile Margarita filmini izlemeye gitmeden önce bir tedirginlik de yaşadım. Sinema -edebiyat ilişkisine okur olarak dâhil olan birinin, filme çekilmiş kitaplara dair tecrübelerinden kaynaklanan bir tedirginlikti bu. Aynı tecrübeden geçmiş olanlar bilirler: Bir kitabın önce film uyarlamasını izleyip sonra metnini okumakla, önce metni okuyup ardından filmini islemek birbirinden farklıdır; sonuçta her ikisi de bir miktar sorunludur. Kitabı önceleyen uyarlama, onu okuduğumuzda metin boyunca bizi sahnelerine hapseder, bağımsız hayal kurma gücümüzü sınırlandırır. Okuduğumuz bir kitabın filmini seyrederken ise tam tersine hayal ettiğimiz dünya, kahraman ya da sahnelerle yönetmenin tercihlerini kıyaslar, onun hayal evrenini notlandırmaktan alamayız kendimizi. Rus yönetmen Michael Lockshin, tedirginliğime büyük oranda galip geldi. Lockshin, sinemaya uyarlanması zahmetli bir eseri ve eserin paralel anlatısını bütünlüklü bir şekilde aktarmayı başarmış. Filmi izlerken izleyiciler arasında romanı önceden okumamış olanların ne düşündüklerini de merak etmedim değil!
Usta ile Margarita sadece çürümüş Moskova’yı anlatmaz. Buna paralel olarak metinde İsa’nın çarmıha gerilme serüveni ile o tarihin Kudüs’ü de vardır. Kitabı okurken aralarında iki bin yıllık mesafe olan iki olayla iki mekân arasında gidip geliriz. Hz. İsa’nın yargılanması, bu süreçte Yahudi din adamlarının onun katledilmesi için Roma valisine yaptığı telkinler ve egemenin iki dudağı arasında bekleyen karar, yazarın kendisiyle Hz. İsa arasında kurduğu bir kaderdaşlıktan öte, hem kötülüğün hem de tarihsel güçlerin döngüselliğinin bir ifadesi gibidir. Kudüs’ten Moskova’ya aslında değişen pek de bir şey yoktur. Roma valisinin yerini Stalin, Yahudi din adamlarının yerini de tanrıtanımaz Rus kültür bürokrasisi almıştır; o kadar. Mülkiyeti pay eden, öldürmeye ve yaşatmaya karar veren düzen, farklı inanç ve ideolojilerle varlığını devam ettirmektedir. Bulgakov, bu paralel anlatıyla bir yandan tarihe ilişkin felsefi gönderme yaparken öte yandan yeni Rus düzeninin / materyalizmin asla kabul etmeyeceği metafizik ögeler kullanarak Moskova’nın ideolojik sofuluğunu sorgular. Ama bu paralellik aynı zamanda birinin öbüründe kendini göreceği tehlikeli bir aynalamadır da.
Gogol geleneğine yakın bir yazar olan Mihail Bulgakov, Usta ile Margarita’da toplumsal gerçeklikle fantastik ögeleri maharetle harmanlamıştı. Yönetmenin de filmde bu düzeni aynı maharetle perdeye yansıttığına tanık oluyoruz. Metinleri rejimin sansürüne takılan ve gözden düşen yazar / Usta ile sevgilisi Margarita’nın imdadına kara büyü uzmanı / Şeytan Woland yetişir. Moskova o denli çürümüştür ki Woland’ın küçük ekibi (ekibin bir üyesi de kedidir) karşımıza merhametin temsilcileri olarak çıkarlar. Görevleri, diktatörün içeriksiz / çürümüş kültür düzeninin teşhiri ve Usta ile Margarita’yı mutlu bir sona eriştirmektir. Woland’ın bir dizi fantastik eylemi, imkânsızı mümkün hale getirir; çürümüş Moskova’nın sıvası her yerde dökülmeye başlar, Usta da Margarita’sına kavuşur. Romanın bu masalsı yanı, bütün gerçek dışılığına rağmen, edebiyatın bir umudu diri tutmak için girişebileceği en etkili yollardan biridir. Ama tıpkı roman gibi film de önce gerçeklikle yüzleşmek zorunda kalmış: 2021 yılında çekilen film, Rusya’nın Ukrayna’yı işgâli yüzünden birkaç kez ertelendiği için ancak Ocak 2024’te gösterime girebilmiş. Sansüre takılan bir roman ve ondan yaklaşık yüz yıl sonra bu kez savaş engeline takılan filmi; Kudüs’le Moskova arasında tarihsel döngünün devam ettiğini gösteren mizahi bir kader. Bu aynı zamanda “karşı anlatıcılar”la “egemenin dil işçileri” arasındaki ezeli ve ebedi yüzleşmenin sayfalarından biri yalnızca. Bugün de az sayıda Bulgakov, “hegemon”un kültür görevlilerine mesafeli durarak şeylerin özüne sadakatin nöbetini tutmayı sürdürüyor!
Ali Ayçil
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.