İstanbul’u anlatmanın kolay bir yolu yok; İstanbul’u anlamanın da… Zira şehirle sahici bir ilişki kurmak üzere yola çıktığınızda karşınıza çıkanlar öncelikle önemli klişeler olur. Nedim’in “Bu şehr-i İstanbul ki bî-misl ü bahâdır / Bir sengine yekpâre acem mülkü fedâdır” dizesinde karşılık bulan klasik İstanbul güzellemeleri şehirle temasınızın önüne kalın bir perde çeker. Şehrin Roma / Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarına başkentlik ettiği, Asya’yla Avrupa’yı birbirine bağlayan büyük bir coğrafi ve kültürel birikim havuzuna sahip olduğu bilgisi, çok kültürlülük ve bir arada yaşam konularında muazzam bir deneyim inşa ettiği yönündeki güzellemeler, yüzyıllardır “medeniyetlerin beşiği” olan kentin her göreni kendisine hayran bırakan ve her imparatorun arzu nesnesine dönüşmesini sağlayan muhteşem cazibesi, vs… Bu ve benzeri pek çok klişeleşmiş yargı, bilgi ve anlatı unsurlarının şehre dair birtakım gerçeklere işaret ettiği ve şehri anlama çabası açısından değerli olduğu ne kadar doğruysa artık bambaşka bir İstanbul’da yaşadığımız ve İstanbul’u anlamak için bu gerçeklerin ötesine uzanan bir rota çizmemiz gerektiği de o kadar aşikâr bir hakikat.
Neyse ki sosyal bilimlerin bu hakikatin peşine düşüp şehri farklı veçheleriyle görmeye çalışması sayesinde bugün İstanbul’a dair büyük bir araştırma havuzundan söz edebiliyoruz. Keza şehrin filmlerde ve edebiyattaki temsili de İstanbul’un çok farklı yüzleriyle tanışmamıza yardımcı olacak mahiyette. Öte yandan İstanbul konulu sergiler için aynı şeyi söylemek şimdilik zor. Küratörler, henüz İstanbul’a ilişkin materyal havuzunun renkli ve yer yer egzotik ikliminden çıkabilmiş değiller. Meşher’de yakın bir tarihte sergilenen Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar sergisi de bu kervanın yeni halkası olmuş görünüşe göre. Küratörlüğünü Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı’nın üstlendiği sergi Ömer Koç Koleksiyonu’nda yer alan çeşitli nadide eserlerden oluşuyor ve İstanbul’un Osmanlı payitahtı olduğu, 15. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk çeyreğine uzanan bir zaman dilimini kapsıyor. Sergide, İstanbul manzaralarını gösteren tablolardan gravürlere, nadir kitaplardan albümlere, panoramik fotoğraflardan “Yadigâr-ı İstanbul” objelerine 100’ün üzerinde eser yer alıyor. Ziyaretçilerini “(…) şehre tekrar bir güzelleme yapmak yerine, anlatının çeşitliliğini, tasvirlerin farklılığını incelemeye” [1] davet eden sergi, bu vaadini yerine getirme konusunda biraz bocalamış gibi. Zira sergide bundan önceki sergilerde görmeye alışkın olduğumuz İstanbul tarihine ilişkin materyallerden bir seçki sunmanın ötesine geçilemiyor.
Galerinin web sitesindeki açıklamalara göre bu çeşitliliği sağlamak üzere “Gemi kaptanından seyyahlara, askerlerden elçilere, yazar, ressam ve fotoğrafçılardan mimar ve şehir plancılarına kadar Batılılar tarafından bazen politik veya askeri, bazen estetik amaçlarla üretilen eserler”e yer verilmiş. Farklı tekniklerin öne çıktığı bu eserlere ise “Yapıldıkları dönemin diplomatik ilişkilerine, şehrin geçirdiği dönüşümlere, çok kültürlü yapısına ve sosyal yaşamına ait izler bulunduran görüntülere yazılı kaynaklardan alıntılar eşlik ediyor.” Ancak Batılı eser sahiplerinin bakış açısı ile 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyıl Osmanlı/Türk Edebiyatı’ndan esinlenmiş sanatsal üretimler arasında bir diyalog fırsatı yarattığı var sayılan bu alıntılar oldukça sınırlı ve sergilenen işlerle ilişki kuramayacak kadar serginin kıyısında kalacak şekilde yerleştirilmişler. Sergi, etkileyici seyir zevkine rağmen ziyaretçilerin şehre bakışını derinleştirecek herhangi bir unsurla karşılaşma imkânı sunmuyor. Oryantalist ressamların tabloları, birkaç harita, sigorta planı, kültleşmiş fotoğraflar ve bazı dekoratif objelerle İstanbul güzellemesine güçlü bir itiraz geliştirilemiyor.
Ayrıca “İngiliz ressam Henry Aston Barker’ın 1800 yılında Galata Kulesi’nin tepesinden çizdiği eskizlere dayanarak oluşturduğu İstanbul Panoraması, elçilik sekreteri olarak İstanbul’da bulunan Philipp Franz von Gudenus’un 1741’de İsveç Elçiliği’nin çatısından yaptığı çizime ait gravür, Joseph Schranz’ın Karadeniz’den Marmara Denizi’ne Boğaz panoraması, (…) bilinen en eski 360 derecelik panoramik İstanbul fotoğraflarını çeken sanatçı olarak tarihe geçen James Robertson’ın Bayezid Kulesi’nden çektiği Mayıs 1854 tarihli fotoğrafın sanatçının imzasını taşıyan ithaflı albümünü de sergide görebilirsiniz.” Ancak ne sergilenen eserlerden en eskisi olan Hartmann Schedel’e ait Liber chronicarum (1493) ile en yakın tarihli eserler arasında olan Alexandre V. Pankoff’un özgün tasarım ve resimlerini içeren albümü (1922-1924) arasındaki değişimi açıklayan bir içeriğe ne de “Yerel kıyafetler içinde esnaf, öküz arabasında giden kadınlar, şapkalarıyla ayırt edilen Batılılar, çocuklar ve şehrin dört ayaklıları” gibi oryantalistlerin tahayyülündeki İstanbul silüetinin tamamlayıcı unsurlarının dışında bir objeye rastlamak mümkün. En azından, ele alınan dönemlerde İstanbul’un öne çıkan bölgeleri yerine şehrin çeperlerine mercek tutulsaydı bambaşka bir İstanbul çerçevesi çizilebilirdi.
Elbette beş asrı 100’den biraz fazla sayıda eserle özetlemeye çalışmanın getirdiği birtakım sınırlılıklardan söz edilebilir. Ayrıca sergi, çocuklarla yapılacak harika bir sosyal etkinlik olarak değerlendirilebilir. Ancak Batılıların gözünden romantik İstanbul tasviri izlemeye doymuş sanat alıcıları için sergi, İstanbul literatüründe sıklıkla ismini duyduğu bazı eserleri bir miktar yakından görme fırsatı dışında herhangi bir yenilik vadetmiyor.
Havva Yılmaz
*Kapak Görseli: Henry Aston Barker (1774-1856)’ın “A Series of Eight Views, forming a Panorama of the Celebrated City of Constantinople, and its Environs, taken from the town [i.e.] of Galata (Ünlü İstanbul Şehri ve Çevresinin Bir Panoramasını Oluşturan Sekiz Görünüm Dizisi, Galata Bölgesi’nden -yani Kulesi’nden- yapılmıştır)” başlıklı çizimlerinin renklendirilmiş, birleştirilmiş ve dijitalleştirilmiş hâli.
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.
[1] Bu ve diğer alıntılar için bkz. https://www.mesher.org/sergiler/istanbul-tr