Ancak bir mobilya için söylenebilecek sıfatlar: Oymalı, kakmalı, okkalı, sabit… Kalın deri ve neredeyse ahşap kadar tok karton kapaklı, kiloda ve görüntüde ağır.
Bu albümlerin kapaklarında genellikle bir fotoğraf stüdyosunda çekilmiş rötuşlu, sevimli bir bebek resmi ya da metalik bir rölyef tekniğiyle yapılmış dere kenarında gezen şemsiyeli kadınlar, keman çalan çocuk gibi kolay tüketilen “kitsch”in klişe temaları var. Ancak üstleri ne kadar genel ve klişe ise, içleri de o kadar özel: bir kişi ya da ailenin geçmişinin kaotik, dağınık imgeleri bir tür düzen fikri ile istiflenmiş. Bir cevizin kabuğunun içindeki kırılgan öz gibi.
Eski fotoğraflar kadar onları taşıyan eski albümlerin de imgeler ile ilgili söyledikleri ve sundukları belli ki bugünkünden farklı. Her fotoğraf için belirlenmiş ve kişiselleştirilmiş “yerler” konum ve büyüklük belirleyen üçgen köşelerin içinde. Sanki fotoğrafın kendi kadrajı yetmezmiş gibi, şimdiye taşındığı, nesneleştiği ve tekrar tekrar bakılmayı beklediği çerçeveler de belirli.
Albüm o kadar büyük ve ağır ki bizimle birlikte gezemez, bir yere götürülemez, “gayr-ı menkul”dür; ancak arada bir ziyaret edilir, bir mobilyanın içindeki raf ya da dolaptan bir çekmece edası ile çıkarılır, sakince ağır kapağı kaldırılır, içindeki kalın sayfalar kolayca değil biraz zorlayarak yavaşça açılır, tam açılmayan bu sayfalara ve içindeki resimlere kişi, başını özel açılarla ayarlayarak bakmalıdır. Hele birkaç kişi birden albüme ve fotoğraflara aynı anda bakıyorsa süreç daha da zorlaşır; kolay mı, göz gezdirdiğimiz, artık geri gelmesi imkânsız bir diyar olan geçmiştir. Zaman makinesini çalıştırmak ne kadar muhalse bu da öyle: Geçmişi ele geçirmek, dize getirmek çaba ister. Fotoğraflar da sanki teknolojinin sonucu olarak değil de zaman içinde renklerin solması ile siyah beyaz olmuştur. Eksik bilgileri bakan kişi tamamlamaya çalışır isterse, aynı tanık olduğu ya da olmadığı geçmişin başka detaylarını hayal ettiği gibi: “Burası Gençlik Parkı olsa gerek”, “burada babamın güldüğü kişi yılda bir gördüğü amcasıydı”, “bu kazağı çok severdim, vişne çürüğü rengindeydi” vb.
Albümdeki fotoğraflara bakmak, zamanı ve zemini belli bir ritüeldir. Aile ve ahbap buluşmalarına dair bir performanstır. Resimler üzerinden tekrarlanan hikâyeler çoğunlukla yeniden hatırlanır, çaylar içilirken aynı anekdotlara gülünür, aynı kayıp kişi hakkında birkaç hatıra dönüşümlü olarak anlatılır.
Evin kendisi gibi mekân, bu ritüelde fotoğraflara ayrılmış bir “yer” olarak albümdür, zaman bu yerin, bu çerçevenin içinde “geçmiş” adı altında mekânlaşır, fotoğraf karesi ile ait olduğu kadraja yerleşir, bir arının bal toplayıp getirdiği kovandaki petekler gibi, bakıldıkça ballanır, bazen de yine zaman, arının arkasındaki iğneye fazla yaklaşınca sokar, yakar.
Nostalji denilen budur, aslında ânın yavanlığı ve yavaşlığı, ya da fazla gerçekliği içinde geçmişten medet ummak, böylece geçmişe yapılan bir güzelleme. Ya da geçmiş kovanının petekleri içine yapılan -bazen de haddini aşan- yoğun şeker yüklemesi.
Hümanur Bağlı