Bu haykırışı, yavaş yavaş sokaktan geçen bir kamyonetin içindeki bangır bangır hoparlörden duyanlarımız ve gittikçe daha az duymaya başladığımızı fark edenlerimiz vardır. Hele “modern” hayata daha fazla teslim olan yerlerde bu ses belki de çoktan kesilmiştir.
Kelimenin kökeni İngilizce overlock’tan gelmesine rağmen overlok, sokaklarda gezen ve evimize kadar ulaşan bir hizmet türü olarak kültürümüz için özelleşmiş gibi görünüyor.
Overlok özellikle halı, kilim gibi ilmek ve dokuma sistemine dayalı eşyayı bazen tamir etmek, bazen de biçimini değiştirmek için yapılan bir işlem ve genellikle “kapımıza gelen” bir hizmet olarak karşımıza çıkıyor. Bunda galiba biraz halı, kilim gibi eve girmiş eşyanın çok da “menkul” olmaması, yani yer değiştirebilir değil de “gayri menkul” hâle gelmesi etkili. Kapımıza gelen overlokçu, kilim ya da halıyı evimizden alır ve istenilen biçimde kesip biçip kenarlarını dönüştürerek ve olması gereken biçimde sabitlemek için kilitleyerek (lock) tekrar bize teslim eder.
Önceleri tam yerli yerine oturtamadığım bu özel hizmetin ve ürünlerinin izlerini bazı “geleneksel” evlerde sürerek anlamaya başladım sanırım. Ziyaret ettiğim bazı evlerde neredeyse kapı girişinden itibaren başlayan ve bütün evi “boydan boya” kaplayan halıları, mutfak, banyo gibi ıslak mekânlarda bile devam eden, yeri bir tekstil ile kaplama hevesini gördüm. Daha doğrusu gördüğüm bu durumu overlok hizmeti ile ilişkilendirmeye başladım. Belli standart ölçülerde müşteriye sunulan yer tekstilleri olarak halılar ve kilimler, bu mekânlardaki “kaplamacı” mantığa tam olarak uymuyordu. Bu sebeple boydan boya halı çözümleri, o da olmuyorsa mevcut halı ve kilimlerin mekâna uydurulması yoluna gidiliyordu.
Bu evlerin içine girerken kapının dışında bırakılan ayakkabıları da göz önüne alınca, sadece içinde yaşanan değil, aynı zamanda ibadet mekânı olarak ev, hatta bir camii türevi olarak evi yeniden düşünebiliriz. Çünkü ibadet mekânı, vücudun tümünü yer ile ilişkili yapar.
Bu boydan boya oluşturulan mekân tanımı, seccade denilen ve namaz ibadeti ile doğrudan ilişkili nesneyi de dışarıda bırakmaz. Seccade, namazla oluşan bir ibadet birimidir, ibadetin temizlikle olduğu kadar yönelme kısmı ile de ilişkilidir. Bireyseldir. Namazın modülleri olan rekatlar gibi, insan da seccade ile namazın mekânsal modülü olur. Namaz kılınmadığı zaman seccade kaldırılır. Her ne kadar ideal anlamıyla namaz ibadeti tam bir temizlik ön şartı ile yapılsa da ayakların değdiği yerle başın değdiği yerler temas etmeden seccade toplanır. Bazen içine diğer aksesuarlar sıkıştırılır: -tesbih, takke gibi-.
Hazır seccadeyi kaldırmışken başka bir konuya geçebiliriz: İdealize edilmiş Doğu’nun masallarını süsleyen ve olmazsa olmaz kostümü sarık, şalvar ve kalın kuşağı ile Simbad ve benzerlerinin üzerine bindiği, uzak diyarlara doğru dalgalanarak yol alan meşhur “Uçan Halı”ya! Biliriz ki uçan halı ile kahramanımız mutluluğun hüküm sürdüğü diyarlara kanat açar, sevgilisine kavuşur, belki mutlu olmayan birilerine yardıma koşar, pardon, “uçar”.
Bu kahraman figürü, uçabilmesi ve yarattığı fantezi dünyasıyla belki de Süpermen ve türevi kahramanların da ilk örneği olabilir. Hatta Süpermen’in pelerini, uçan halıdaki nazlı salınıma bir nevi göz kırpar. Ancak bu yazıda söz etmek istediğim tam olarak bu değil.
Uçan halı belki de seccadenin arketipi olarak değerlendirilebilir. Üzerinde yapılan ibadet ile kul, yaratıcısı ile buluşur; hatta “mü’minin miracı” olarak namaz, kendini aşmak için yükselmeyi de anlatır. Ancak böyle bir arketipin peşine düşüp gerçekliğini araştırmayı da antropolog, sosyolog ve kültür tarihçilerine bırakalım.
Annemarie Schimmel, camii mekânının sanat ve mimarlık tarihçileri tarafından çokça çalışıldığını ama seccade gibi günlük nesnelerin bu araştırmaların alanına girmediğini söyler. Kullanım nesnesi, fetişleştirilme tehlikesine karşı hep ikinci planda bırakılır; sanat eseri ve mimari ise uzmanların, gelenekçi ve perenyalist yazarların temel örneği olarak yıllardır sembolik manâları ile öne çıkartılır.
Bu yazı belki overlok ipinin ucundan tutarak peşine düşülen bir mini manifestodur. Belki bu yazı vasıtasıyla teknoloji kaynaklı bir kültür ve gündelik hayatın parçası olarak overlok, Simbad’ın fantastik uçan halısı, klasik ve modern camii mekânı ve bütün ilişkili semboller, mümkün kıldıkları fonksiyonlarla birlikte zamansız olarak yeniden düşünülebilir.
Gündelik olan ve kutsal olan aslında ayrılmaz. Mesela amber, Oltu taşı ya da plastik boncuklarla; pilli, dijital ya da mobil uygulamalarla ve bunların aralarında ayrım yapmadan tesbihi mümkün kılan yine teknolojidir. Zamanın ve bütün bu farklılıkların ötesinde inandığı ile var olan bir garip insan kalır ve bu insanın bütün bu maddi kültürün uğrunda dönüştüğü maneviyatı.
Hümanur Bağlı