İnsan iki cihanda da en kıymetli ödüle sahip olabilecek varlık. Hâliyle iyi ya da kötü şekilde iki tarafın da başrolünde insan var. Yeryüzünün kahramanı olan insana “yolculuğunda” her zaman refakat eden bir yoldaşı var; bu âlemde ise attır onun yanındaki. At, insanın çıktığı fetihlerde dev gibi görünmesini sağlayan kutsal varlık; üzerinden inildiğinde de insanın gücünü eksiltendir. At sadece taşıyıcısı ya da arkadaşı değil; aslında Burak gibi insanı uçuran, kimi zaman da hikmet diyarına taşıyan bir canlı. At, insanın manevi ve maddi ihtiyaçlarında onun tamamlayıcısı.
Çeşitli vasıtalar, onun taşıyıcılık görevinin yerine geçebilir ama atın inceliği, zarafeti, asil duruşu gibi birçok kıymetli özellikleri; gözleri, yelesinin güzelliği, kuyruklarının kendine has rengi, rüzgârda dalgalanışı; aheste, hızlı, süratli ve dört nala gibi koşma türleri ile yerini başka bir canlı alabilir mi?
Peki, ulvî ve bediî özellikleri ile var olan bu canlının gelenekteki yerine gelirsek… İnsanın teselli bulduğu kıymetli varlık at, çeşitli veçhelerle övülüyor. “Kasem olsun, soluk soluğa koşanlar üzerine” (el-adiyat), böyle diyor söz sanatlarının en yücesi Kelâm-ı Kibar. Rüzgârın çocuğu at, Hz. Peygamber (sav) tarafından da övülüyor: “Dünya saadeti atların sırtındadır.” Ve ataların söylediği güzel sözlerde de yer alıyor: “Koşan atın sırtı, oturulacak yerlerin en iyisidir.”
Atın başka yerlerde de izi sürülmek istenirse görülecek ki mahlûklar arasında en güzellerden biri olan bu canlı, kâinatın her yerinde. Mitolojinin zirvesinde; uçan at, hızlı, ateşli, öfkeli; denizin altında yaşayan at olarak türlü şekillerde görmek mümkün. Masallarda şehzade, sultan ve dünya güzeline hizmet eden varlık. Kimi zaman canavarlarla mücadele etmeye gücü yeten, kimi zaman sultanın kızını korumak için kaçıran. Hayal ve hakikat içerisinde her zaman görevi olan at, adeta haykırıyor: “Ben insanın maddi ve manevi en büyük yoldaşıyım.”
At, Türk folklorunda da oradan oraya koşturuyor. Bolu Beyi’nin kır atı, Battal Gazi’nin arkadaşı Aşkar olarak, bir seferden diğer sefere koşturup orduyu coşturarak şanına şan katıyor.
İnsanın sadece bineği değilmiş atı; sözünü güzelleştiren bir enstrümanmış da, değil mi? Enstrüman demişken saza da güzel söz oluyor at:
“Yiğit yiğidin yoldaşı
At yiğidin öz kardaşı…”
Şahlanan, çırpınan, sıçrayan, duran, toprağı eşeleyen, nur üstünde uçan at; bu hâllerini üzerine binen yiğidin ruh hâline göre sergiler kimi zaman, belki de çoğu zaman. Yiğitlik denilince kendini hatırlatan atla ilgili çok beyit var… Şair Nef’î’nin şu satırı yer buluverir kendine.
“Çabukluğu o kadar ki, süvarisinin gölgesi
Yere düşünce mekân, o gölgeye mekânsızlık olur”
Atın mahiyetine dair biraz daha ayrıntılı vurgu yapmak için şiir sanatına müracaat edilsin.
***
Siyah Atlar
Saçında gecenin soğuk rüzgârı
Bir gün kapatırsın bu ufukları
Beklersin köşende sessiz ve yorgun
Siyah atlarını son yolculuğun.
Ve dersin yavaşça kendi kendine;
Ömrün çemberinden kurtuldum yine
Sanatçıların soyutu somut olarak ifade edebilmek için müracaat ettikleri varlıklardan biri olan at; şiir sanatında dile gelmiş yukarıdaki satırlarda. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Siyah Atlar”ı onun hayal dünyasının, güzele ve sanata olan vukufiyetinin izlerine rastlanan şiirlerinden biri. Şiirde ölümle sonsuzluk düşüncesinin at başı gittiğini söylemek mümkün. Az tekrarlanan kelimelerden müteşekkil bu şiirde at da bir kez geçiyor. Şiirde ata sembolik anlam yükleniyor. Ölümün sesi duyuluyor şiirin başında, sonunda da nihayete kavuşulduğundan bahsediliyor. Bedbin bir ruh hâlinin varacağı yerin sükûtu hayal olacağı anlatılıyor gibi ama geçici hayattan kurtulmanın vereceği yeniden doğum da müjdeleniyor. Ölümle gelen ebedileşmenin yolu siyah atla kesişiyor. Siyah renk matem havasını hissettirirken “at murattır” deyimi de hatırlatılıyor ya da okuyucu böyle algılıyor. Ölüm ve sonsuzluk iç içe geçerken bunların taşıyıcısı at oluyor sanki.
Şiirde aslında konu, varlık olarak insan. İnsanın varlığına son verilirken varlığın acziyeti hafifletiliyor; gölgeden, kırıntıdan ibaret bedeninin silikliği güçlü enstrümanlarla somutlaştırılıyor. Ölüme gidiş, at ile işleniyor, öteki âlem ebedilikle şereflendiriliyor. Bireyin öne çıktığı şiirde onu çeşitli tezatlara bürüyen şair, yalnızlık ve içe kapanıklığı belirginleştiriyor. Varlık ile yokluk arasındaki şair, ânın ötesine ulaşma arzusunda iken sembollerle derdini dile getiriyor.
Şiir bazılarına güzel sanatların dekoru gibi görünüyor olabilir; halbuki şair iç dünyamızı beslerken hayranlık verici unsurları kullanır. Güzelliği ve ihtişamıyla sanatta imge kurmaya yarayan at, soğuk ve yavan bir yazınsal metni, içinde tılsım taşıyan bir hazine sandığı yapabiliyor. Şiir at gibi enstrümanlar üzerinden insanın ruhunu okşamaya devam ediyor. İnsana anılardan çok hayalleri, duygular kadar düşünceleri de ve çocuksu heveslerden çok sanatçıların hayranlıklarını hissettiriyorsa bir sanat/edebiyat eseri daha zengin oluyor; böylece büyüleyici bir yolculuğa dahil oluyor insan. Çünkü doğanın insana sunduğu sanatsal malzemeler, onun kadimliğinden gelen eski ama hâlâ inanmak istediğimiz bir efsanenin ya da efsanelerin derin ve içten büyüsünü taşıyor olabilir.
***
Peki at, şiir sanatının neresinde? At, yukarıdaki şiirde esin perisinin elinde. Esin perisi, şiiri okuyan birinin kalbinde bir duyguya dokunuyor, onu kımıldatıyor; at, okuyucunun muhayyilesinde şaha kalkıyor ya da dört nala koşuyor. Bunu nesnel verilerle açıklamak zor, belki de imkânsız ama estetik ifadelerle dile getirmek mümkün… İş yine en başa döndü; kelâma. Varoluş ve yalnızlığını anlamlandırmak için kelâmını bir düzleme oturtmak isteyen şair, duygu ve düşünce dünyasına özgürlük alanı açarak atı, soyut olanı somut ifade etmek için kullanıyor. Mistik bir atmosferi barındıran şiir, sanatkâr bir kimliğin çok yönlü bakış açısında atı misafir ediyor.
Betül Sezgin