Sanat tarihi okumaları yaparken karşıma çıkan iki bulgu, nedense beni hassaten mutlu etmişti; birisi mağara resimlerinin kadınlar tarafından yapılmış olabileceği ihtimali -ki kulağa mantıklı geliyor, erkekler avdaydılar sonuçta (bu arada “hayır, kadınlar da avdaydılar, evde/mağarada değil” diyenleri duyar gibiyim); diğeri de Nijer Nehri’nin kuzeyinde kalan ve ismini figürlerin çıktığı kasabadan alan Nok kültürüne ait düşünen adam heykellerinin kadın ustalar tarafından yapıldığı bilgisi. Kendine özgü bu düşünen adam heykelleri ve mağara resimlerinin kadın elinden çıkma olasılıkları, herhalde sanat tarihinde hâkim olan erkek egemen söyleme inat, mutlu etmişti beni. Oysaki sanatın merkezine yerleştirilen, arzulanan, odağa alınan olarak niye mutlu olmuyordum da illa bir de yapan taraftaydı gözüm?
Linda Nochlin’in (1931-2017), 1971’de yayınlanan “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” [1] başlıklı makalesi zamanında büyük ses getirdi. Bu yazısında önemli bir saptaması vardı sanat tarihçisi Nochlin’in; bir ithamla karşılaşıldığında genel refleks nedir: “ama öyle değil” denilmesi ve sonra da neden öyle olmadığının örneklerinin verilmesidir. Nochlin de bu basit gerçeğe dikkat çeker. “Neden hiç büyük kadın sanatçı yok” sorusuna, “neden ama, var aslında” tepkisiyle sanat tarihinin yollarında kaybolmuş kadınları ortaya çıkarmak veya hemen yanı başlarındaki tanınmış sanatçı erkeklerden bağımsızlıklarını vurgulamak suretiyle cevaplar verilegelmiştir.
Bu şekilde savunmacı bir pozisyon, bizim sanat tarihi cephemizde de hâkimdir. Yıllardır batılı/batıcı sanat tarihçilerimiz sanatta ilerleyemeyişimizi, geri kalmışlığımızı (!) dini yasaklara bağladılar. Mesela ‘tasvir yasağı eşittir figüratif resmin olmayışı’ ve tabii bunun dini ve gerici sebeplere dayandırılması şeklinde yaklaşımlara yayınlarda sıkça rastlanır. Buna mukabil, “neden ama, var aslında bizde de” itirazı üzerine şekillenen anlatılar ise daha yakın tarihlidir. Heyecanlı bir cevap verme telaşına girişildiği görülür. “Yasak vardır (ki şahsen ‘yasak’ yerine ‘hassasiyet’ üzerinden düşünülmesini tercih ederim) ve bunun sonuçları şöyle bir sanatın yolunu açmıştır” fikrini yüksek sesle dillendirenler azdır. Bu biraz da kuramsal bir alt yapı döşemenin zorluğu ile ilgilidir. Oysaki savunmacı bir pozisyon üzerinden karşılık vermek daha kolaydır.
Nochlin “Neden hiç büyük kadın sanatçı yok” sorusuna refleksle verilen cevapların sorunun ardında yatan kanıtların sorgulanmasına dair hiçbir katkı sağlamadıklarını söyler ve “Tam tersine, söz konusu girişimlerde bu soruya yanıt vermeye çalışılırken, sorunun içerdiği olumsuz göndermeler de üstü kapalı olarak pekiştirilmiş olur.” [2] gerçeğine işaret eder. Bir anlamda işaret ettiği şey, aynı anlatının çeperine tutunmuş, kuyruğuna takılmış bir varlık göstermenin gerçekten varlık göstermeyle aynı şey olmadığıdır. Peki o zaman Nochlin nasıl bir yol yordam önerir?
Nochlin önce “kadınlık durumlarının kendine özgü koşulları üzerine temellenen bir kadın üslubuna” dikkat çekenlere eğilir. Ama bu şekilde ortak bir kadınlık paydası bulunmasının söz konusu olamayacağı tespitini yaparak bu tarz ortaklıklar bulma ihtiyacının ön kabullerimize dayalı sanat tanımlarıyla ilgisine odaklanır: “Sanatın bireysel, duygusal deneyimlerin doğrudan, kişisel bir ifadesi, kişisel yaşamın görsel yollarla ifade edilmesi olduğu şeklinde saf bir görüş taşıyorlar. Sanat çoğu zaman hiç de böyle bir şey değildir, büyük sanatsa hiç değildir. Sanat üretimi, zaman içinde tanımlanmış belirli uzlaşımlara, şemalara ya da kod sistemlerine az çok dayanan ya da bunlardan bağımsız olan, kendi içinde tutarlı bir biçim dilini gerektirir ve bunların ya eğitimle, çıraklıkla ya da uzun süren bireysel deneylerle öğrenilmiş ya da edinilmiş olması gerekir. Sanatın dili, kâğıt ya da tuval üzerinde boyayla, çizgiyle, taş, kil, alçı ya da metalle somut olarak biçimlenir – sanat ne dokunaklı bir yaşam öyküsü ne de kişisel sırların fısıldandığı bir iç dökme aracıdır.” [3]
Sanata dair ön kabulleri sıralamasının ardından -yeterince değerlendirilmemiş sanatçılar olduğunun da hakkını teslim ederek- şu gerçeği yüksek sesle dillendirir: “bildiğimiz kadarıyla çok büyük kadın sanatçılar olmamıştır” [4]. Cevabı verdikten sonra sorunun yanlışlığına geri döner. “Neden hiç büyük kadın sanatçı yok” sorusunda olduğu gibi bazı sorular peşinen bir koşullandırma içermektedirler. (Yine aklımıza geliveren karikatür krizi ardından yöneltilen “tasvir yasağı var mı yok mu” sorusu; krizin sebebi sanki bu soruda gizliymiş, cevabı verilse her şey çözülecekmiş gibi!) Demek ki sorular yanlış olunca veya sorunuz doğrudan koşullanmışlığınızın işareti olup çıktığında tıkanıp kalmak işten bile değildir. Nochlin bu tarz soruların kurgulandığını ve buna dikkat edilmesi gerektiğini söylüyor. Neden böyledir; çünkü daha büyük sorunlar gizlensin ya da açığa çıkabilecek daha büyük farkındalıklar ortaya çıkmasın, olduğu yerde kalsın diye. Bunun için gerekeni, kendine acımak yerine tavır değişikliğine gitmek olarak görüyor. Eşitsizliği de inşa edilen kurumsal yapılara ve onların dayattığı gerçeklik anlayışına bağlıyor. Sanatın da aynı şekilde inşa edilen yazımı üzerine düşünmek gerektiğinin altını çiziyor.
Büyük sanatçı miti de böyle bir inşadır ve diğerleri bu inşanın altında kalır. “‘Neden hiç büyük kadın sanatçı yok?’ sorusu, bizi şu sonuca götürdü: Sanat, üstün güçlerle donanmış bir bireyin kendinden önceki sanatçılardan ve daha belirsiz, daha yüzeysel biçimde de ‘toplumsal koşullar’dan ‘etkilenerek’ ortaya koyduğu özgür ve özerk bir etkinlik değildir. Aksine, hem sanat yapanın gelişimi hem sanat yapıtının doğası ve niteliği açısından baktığımızda, sanat yapmanın koşulları belli bir toplumsal çevrede gelişir, bu toplumsal yapının ayrılmaz parçasıdır ve ister sanat akademileri, ister himaye sistemleri, ister ölümsüz yaratıcı, üstün sanatçı-insan ya da toplumdışı ilan edilen yalnız yaratıcı efsaneleri olsun, özgül ve tanımlanabilir toplumsal kurumların dolayımından geçer ve belirlenir.” [5]
Bu şekilde belirlenmişlikler soruları domine ediyor Nochlin’e göre; evet haklı. Büyük sanatçı mitinin altının kazılması gerektiğini söylerken de haklı. Peki, Nochlin’in tabu yıkıcı düşünme şeklini devam ettirsek, yeni sorulara ve cevaplara yol açması için biz de kışkırtıcı soru ve cevaplarımızı sıralasak: Kadınlar kısıtlanmışlıklarının ötesinde, ya sanat yapmaya talip olmadılarsa? Böyle bir heves duymadılarsa? Bu neye işaret ederdi diye sorsak kendimize; onlar zaten ellerinin değdiği şeyi, gösterdikleri itina ile güzelleştiriyorlardı deyip kestirmeden romantik bir cevap versek veya gizil-fiili annelikleri yaratıcılık duygularını derinden tatmin ediyordu desek? Ya da daha ileri gitsek; zamanında kadınları “haset”likle suçlayan psikologlar ve filozoflar şöyle dursun, yoksa kendi “haset”lerinden mi erkek sanatçılar bir şeyler yaratmak için bu kadar üretken ve de bu kadar hırslı idiler; bu yüzden mi -yani sayemizde mi- sanat aldı başını yürüdü desek, ne dersiniz?
Zeynep Gökgöz
[1] Linda Nochlin, “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?”, Sanat/Cinsiyet: Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri, çev. Ahu Antmen, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008, s. 119-159. Makale, Linda Nochlin’in Thames and Hudson Yayınları arasından çıkan Woman, Art, and Power and Other Essays kitabında yer almaktadır.
[2] A.g.e., s. 123.
[3] A.g.e., s. 124-125.
[4] A.g.e., s. 125.
[5] A.g.e., s. 136.