İnsanların yaşadıkları yere benzemelerine atıfla her dönemde toplulukların düşünme biçimleri, alışkanlıkları ile yaşadıkları yerin görünümü arasında yakın bir ilişki kurulur. [1] Mekân insanla, insan ise mekânda şekillenir. Mekânın insanda oluşturduğu aidiyet duygusunu ifade edebilmek için kullanılan kök salmak deyimiyle bir yere iyice yerleşmek, orada sağlamlaşmaktır kastedilen. Ya da “köklerine bağlı biri” ifadesi ile geçmiş kuşaklara bağlılık ve atalardan kalan miras mekânına atfedilen değer anlaşılır. Heidegger, köklere bağlılık kavramının karşısına yersiz yurtsuzluk kavramını koyar. “Köklere bağlılık ilk olarak “inşa etmek” (bauen) ve “iskân etmek” (wohnen) kavramlarıyla yakından ilgilidir.” [2]Oturmak/ ikâmet etmek fiilleri gündelik anlamıyla bir yerde adresinin belirli olması hâli iken daha derin anlamıyla insanın bulunduğu yere bağlılık hissi ya da yer sevgisi olarak karşılık bulur.
Her insan, var olabilmek için kendinden önce yaşamış öteki insanların varlığına gereksinim duyar. [3] Upuzun bir zincirin halkası misâli insan ömrü, öğrenilmiş genel bilgilerin kuşaklar arası aktarımında rol oynar. İnsan bu aktarımda, kendinden bir önceki ve bir sonraki halkaya tutunur; onun bir öncesindeki halka da yine aynı şekilde bir öncekine bağlanır hâlde zincir uzayıp gider. Zira “tek insanın ömrü, yüksek bir sentez düzeyini temsil eden neden, sonuç, zaman vb. kavramları, bunlarla ilintili spesifik bağları bir başına öğrenemeyeceği kadar kısadır.” [4] Beşer, zamanın akışında kendinden öncekilerin geride bıraktığı izleri takip ederek var olma sürecinde kendi bilincine varır ve sürekliliği sağlayan zincirdeki halkada yerini alır. Böylelikle insan ömrü ile sınırlı olmayan, ortak bir kültürel kimlik oluşumunu mümkün kılan kültürel bellek inşa olur.
Geçmiş, bellekte olduğu hâliyle kalmaz, ilerleyen şimdiki zamanın değişken ilişkileri çerçevesinde sürekli olarak yeniden örgütlenmektedir ve ancak kendisiyle ilişki içinde olunması hâlinde ortaya çıkar. [5] Bir yerde kültürel bellek aktarımından söz edebilmek için orada yüz, yüz elli yıllık bir zaman diliminde yaşayanların şahitliği gerekir. “Süreklilik duygusunun kökü mekândadır.” der Pierre Nora. [6] İnsan, yaşadığı coğrafyaya özgü kültürel bağlamda geçmişiyle sürekli ilişki hâlindedir; yaşanılan mekânda geçmişten emanet alınan kültürel miras değerleri -bir manâda- kültürel belleğin vücut bulmuş şeklidir. Dinamik bir sürekliliğe sahip olan kültürel belleğin nesilden nesile aktarımı yaşam sürdüğü müddetçe gerçekleşmeye devam eder. Geçmişten miras alınan somut ve soyut kültürel değerler şimdiki zamanda yeniden şekillenip geleceğe taşınır. Kültürel miras öğeleri tarihsel, estetik ve ekonomik değerlerinin yanı sıra toplumsal kimlik algısını geliştiren yönleriyle de değerlidir. Hatıra değeri ile bireysel olarak anlam yükleme, haz alma gibi duygulara ilâveten toplumsal olarak bir bölgeye yönelik aidiyet ve kültürel bağlılık duygusu perçinlenir.
Bir başka yönden insanlığın ortak vicdanını yaralayan savaşlar, soykırımlar, yerinden sürülmeler, bunlara maruz kalan toplumda -can kaybı ve kültürel miras değerlerinin yıkımı sebebiyle- yaşam sürekliliğinin ve dolayısıyla kültürel belleğin kesintiye uğramasına yol açar. Çatışmalarda “düşmanın tarihsel ve kültürel mirası, onun kimliğinin bir parçası olduğundan bir nefret hedefidir ve bu miras yok edilerek karşı taraf üzerinde psikolojik bir hâkimiyet kurulmaya çalışılır. Diğer yandan, hasım tarafların birbirilerine ideolojik olarak aykırı olan tarihsel ve kültürel değerleri de düşmanın ya da düşman ideolojinin birer sembolü olarak başlı başına bir nefret unsuru olarak algılanır.” [7] Bu bağlamda insanların yanı sıra geçmiş ve gelecek arasında bağ kurmayı sağlayan kültürel miras öğelerinin yitimi de kültürel bellek kaybı (kültürel amnezi) oluşmasına sebep olur.
George Simmel insanı “sınırları olmayan bir sınır varlık” olarak tarifler; bir yandan sınır çeken ve aynı zamanda sınırı aşan roldeki insan bağlantı kuran, ayırmak zorunda olan; ancak ayırmadan birleştiremeyen bir varlık. İki yakayı bir köprü ile birleştirebilmek için iki kıyının o kayıtsız var oluşunun öncelikle ruhsal olarak bir ayrılmışlık olduğunun idrakine varmak gerekir. [8] İnsanın bu sınırlarla birleşme ve ayrışma hâli, somut düzlemde köprüler inşa ederek mümkün olabildiği gibi zaman zaman da zihin dünyasında üretilen soyut bir sınır çizgisi şeklindedir. Çatışmalarda öncelikle dinî ve etnik ayrışmalar sebebiyle, karşı tarafa duyulan kin, miras mekânlarına yöneltilir. Örneğin Boşnak-Hırvat savaşında (1992-1995) iki etnik grubu birleştiren tarihî Mostar Köprüsü’nün Hırvat birlikleri tarafından yıkılması, bu ayrışmayı gözler önüne serer. 2000’lerin başında Afganistan’daki Bamyan Vadisi’nde yer alan devasa Buda heykellerinin Taliban tarafından yıkımı ise inanç bahane edilerek yapılan kültür kırımına farklı bir örnek.
Koruma kavramının gelişimi yönünden iki dünya savaşında pek çok tarihî alanın yok olacak derecede harap edilmesiyle beraber, kültürel belleğin sürekliliğinin savaşlarla tehdit altında kalmasına dair bilinç oluşmaya başladı. Bu doğrultuda UNESCO Lahey (1954) ve Dünya Kültürel ve Doğal Mirası Koruma (1972) Sözleşmeleri’nde savaş zamanlarında kültürel mirasın korunmasına dair maddeler yerini aldı. ICOMOS yürütücülüğündeki Dresden Deklarasyonu’nda (1982) savaşların insanlar açısından olduğu kadar miras değerlerinde de acı kayıplara yol açtığına ve anıtların salt manâda korunmasının yanı sıra “yarattıkları anlam ve etki” nedeniyle de korunmalarının gerekliliğine dikkat çekildi. [9] Uluslararası arenada, yukarıdaki sözleşmelere ek olarak Cenevre Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları ile çatışmalarda anıt eserlerin kasıtlı tahribi, “savaş suçu” sayılıyor.
Alınan tüm bu kararlara rağmen dünya üzerinde yaşanan çatışmalarda sivillerle birlikte miras mekânları da hedef alınmaya devam ediliyor. Meselâ Suriye’de yıllardır süregiden iç savaşta çoğu kültürel miras değeri yok oldu; ne yazık ki bir gün huzur ortamı sağlansa bile miras mekânlarını, kültürel belleği sürekli kılan o eski hâline getirebilmek mümkün olmayacak. Diğer taraftan iki yıla yakın zamandır devam eden Ukrayna – Rusya savaşı yüzünden yine pek çok anıt eser ve klasik/modern sanat müzesi, maalesef tehdit altında. Bugüne gelindiğinde tarihin tekrarını izler gibi, benzer şekilde bir kültürel kırımın Gazze’de geliştiğini görüyoruz; ancak Filistin’in zaten acıya yazgılı bir coğrafyada olduğu ön kabulü, Gazze’deki kıyıma, dünyanın birçok bölgesindeki siyasi iradenin umursamazlıkla seyirci kalmalarına neden oldu. [10]
Bölgedeki saldırılarda pek çok sivilin sığındığı miras mekânları; camiler, kiliseler, arkeolojik ve geleneksel miras müzeleri hedef alınıp bombalandı. Tarihî öyküsü bir Pagan tapınağı olarak antik döneme dek uzanan -5. yy.’da Bizans Kilisesi’ne, 7.yy.’da ise camiye çevrilen- Gazze’deki en kadim cami olan Büyük Ömer Camii (Ulu Cami) ile dünyanın en eski üç kilisesinden biri olarak anılan, yapımı 5. yy.’a kadar dayanan Aziz Borfiryus Rum Ortodoks Kilisesi bunlar arasında. Refah Müzesi -Gazze’nin Filistin Mirası Müzesi- hemen sonrasında harap olan bir başka miras mekânı. Ayrıca Eski Şehir’de yer alan Qasr al-Basha Müzesi de bombardıman sonucunda ağır hasar aldı. Gazze’deki Anthedon Limanı (2012) UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınmıştı. [11] Tarihî liman gibi “yaşayan kültürel miras mekânları” kabul edilen sivil mimarlık örnekleri ve müzeler Gazze’de hâlen tehdit altında. Geçmişten emanet alınan, yerel neslin kökleriyle bağ kurma aracı ve en önemlisi de insanlığın ortak mirası olan kültürel değerler, telafisi mümkün olamayacak şekilde yitiriliyor.
1967’deki işgalden bu yana barışın tesis edilemediği Filistin’de kültürel miras korumanın tarihsel sürecine göz attığımızda, miras değerlerine yeterli korumanın sağlanamadığı aşikâr. Üç ilahi dinde kutsal sayılan Kudüs şehrinde ilk mabedin inşa tarihi M.Ö 6. yy.’a kadar dayanır. Bu doğrultuda Kudüs, çok katmanlı yapısının birikimini yansıtan kültürel miras öğeleri ile değerli ve özel bir konuma sahip. Buna yönelik olarak Kudüs Şehri ve Surları 1981 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edildi. Hemen sonrasında -tespit edilmiş tehlike ve potansiyel tehlike kriterleri doğrultusunda- [12] tarihî şehir ve surları Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi’nde yer aldı (1982). [13] Bunun yanı sıra Beytüllahim’deki İsa’nın Doğum Yeri; Doğuş Kilisesi ve Hac Yolu (2012-2014) ve Battir’deki Filistin zeytin ve üzüm toprakları, Güney Kudüs kültürel peyzajı (2014-2019), tehlike altında olduğuna karar verilen diğer miras mekânları.
Bir ülke toprağında bulunan kültürel miras değerlerinin yeterli şekilde korunabilmesi, orada öncelikle sulh ortamının tesis edilmesi, sonrasında ekonomik refahın sağlanması ve bunlara bağlı olan turizm gelirleriyle doğrudan alâkalı. Yıllardır çatışmaların odağında yer alan, abluka altında ve ambargolara maruz kalan Filistin’deki miras mekânları, idari birtakım sorunlarla da karşı karşıya kalıyor. 1967 sonrasında İsrail, Eski Şehir başta olmak üzere Kudüs’teki kentsel mirası koruma ve planlama faaliyetlerini kontrol altına aldı. [14] 1978’te çıkarılan Eski Eserler Kanunu’na göre yeni keşfedilen herhangi bir arkeolojik kalıntı İsrail’in mirası ve mülkiyeti kabul edilir. [15] Buna yönelik olarak 2005’te UNESCO tarafından Kudüs şehrinin kültürel mirasını korumak amaçlı Eylem Planı oluşturulurken 2016 yılında İsrail’in Harem-i Şerif etrafındaki kazı çalışmalarının olumsuz etkilerine de vurgu yapıldı. Ancak ne çatışma hâlinde mirasın korunmasına yönelik uluslararası sözleşmeler ne de Filistin için oluşturulan eylem planları, kültür mirasının korunmasında yeterli etkiyi sağlayabildi.
Tarihsel süreklilikteki zincirin bu zaman dilimine denk gelen birer halkası olarak bizler, savaşlar ve soykırımlarda milyonlarca insanın yerlerinden sürüldüğüne ve öldürüldüğüne şahitlik ediyoruz. Şüphesiz ki her koşulda öncelikle değerli olan, insan yaşamıdır ve kültürel sürekliliği sağlayan insan unsuru olmadıkça miras mekânlarının, içleri boş yığınlara dönüşmesi kaçınılmaz. Çatışma bölgelerindeki anıt eserlerden söz ederken göz ardı edilmemesi gereken asıl mesele, tarihî eserlere yapılan bu saldırıların toplumları “köksüzleştirme” politikalarının bir sonucu olmasıdır. Bu yıkımlarla hedeflenen, savaş mağduru insanların gün gelip geri dönebileceği, aidiyet hissettikleri bir yerin kalmaması ve dolayısıyla geri dönmeye dair ümitlerinin yitip gitmesi. Bir kültür kırımı (culturecide) amaçlanarak henüz doğmamış nesillerin kendi kültürel kodlarını öğrenebilme ve geleneğinin ardından gidebilme haklarının ellerinden alınması söz konusu. [16] Kültürel miras değerleri, dünyanın neresinde olursa olsun tüm insanlığın ortak mirasıdır; bulunduğu bölgeye göre “daha değerli” ya da “korunması gereksiz” olarak değerlendirilemezler; tıpkı yaşadığı coğrafyadan bağımsız olarak her bir insanın hayatı gibi; çünkü biricik ve değerli olan her bir yaşam, bir sonraki halkaya öğretisini miras bırakma rolüyle zincirdeki yerini alarak dünyanın ortak kültürüne katkı sunar.
Kübra Turangil
[1] Maurice Halbwachs, Kolektif Bellek, çev. Zuhal Karagöz, İstanbul: Pinhan Yayıncılık, 2019, s. 83.
[2] Arslan Topakkaya, “M. Heidegger’de Köklere Bağlılık (Ortsverbundenheit) Kavramının Tahlili”, Temaşa Felsefe Dergisi, Ocak 2018, sayı 8, s. 64-72/68.
[3] Norbert Elias, Zaman Üzerine, çev. Veysel Atayman, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2000, s. 32.
[4] Norbert Elias, Zaman Üzerine, s. 61.
[5] Jan Assman, Kültürel Bellek: Eski Yüksek Kültürlerde Yazı, Hatırlama ve Politik Kimlik, çev. Ayşe Tekin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2001, s. 35.
[6] Pierre Nora, Hafıza Mekânları, çev. Mehmet Emin Özcan, Ankara: Dost Kitabevi, 2006, s. 17.
[7] Kila, 2013- Van der Auwera, 2013, aktaran Nazım Çokişler, Aytuğ Arslan, Elvan Çokişler, “Silahlı Çatışmaların Somut Kültürel Miras Üzerindeki Etkilerinin Turizm Bağlamında Değerlendirilmesi”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 24, 2016, s.17.
[8] Georg Simmel, Harabe, Kapı ve Köprü, Kulp, çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner, İstanbul: Janus Yayıncılık, 2020, s. 59.
[9] UNESCO: United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization
ICOMOS: International Council on Monuments and Sites
[10] Yönetmen Elia Suleiman, Burası Cennet Olmalı (It Must Be Heaven, 2019), filminde bölgeye yönelik bu ortak bakışa içeriden bir gözle, alaycı bir üslupta değiniyor. Eleştirel tonda seyreden filmin sonlarına doğru New York’ta bir arkadaşının Suleiman’ı, yapımcıya tanıtırken: “Ortadoğu’da barış teması üzerine bir komedi filmi çekiyor.” şeklindeki repliğine karşı film yapımcısı: “Şimdiden komikmiş.” cevabını verir.
[11] Gazze’de tehlike altındaki müzeler hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Zainab HajHasan https://www.nehna.org/post/tehlike-altindaki-muzeler-ve-kulturel-miras-bombardimanin-altinda-kalan-gazze-nin-mirasi// 18 Kasım 2023.
[12] 1972 Dünya Kültürel ve Doğal Mirası Koruma Sözleşmesi’nin birinci ve ikinci maddeleri.
[13] https://www.unesco.org.tr/Pages/177/18
[14] Dumper vd., 2012, aktaran Lana Kudumovic, “Kudüs, Eski Şehir: 19. Yüzyıldan Bu Yana Kent Dokusundaki Değişimler ve Günümüz Sorunları”, Kudüs: Tarih, Şehir, Toplum, İstanbul: İlem Yayınları, 2019, s. 189-216/ 206.
[15] Lana Kudumovic, (2019). KUDÜS, Tarih, Şehir, Toplum, Kudüs, Eski Şehir: 19. Yüzyıldan Bu Yana Kent Dokusundaki Değişimler ve Günümüz Sorunları s. 189-216/ 205.
[16] Robert Fisk, “Killing A People’s Heritage Is The Weapon Of Choice Among Dictators”, The Independent, 08 January 2020. Fisk, “kültür katliamı” (culturecide) teriminin ilk olarak Bosna Hersek-Hırvatistan Savaşı’nda kullanıldığına dikkat çekiyor.