Kısa hikâye türünün ilk ustası, gotik edebiyatın piri ve polisiye türünün mucidi olarak kabul edilen Amerikalı şair-yazar Edgar Allan Poe, her devirde edebiyata ve sinemaya ilham vermeye devam ediyor. Neredeyse bütün hayatı boyunca trajik şartlarda yaşayan Poe, genç karısının ölümünden birkaç yıl sonra, 40 yaşındayken şaibeli bir şekilde ölür (7 Ekim 1949).
Poe’nun şiirleri ve hikâyeleri; farklı kaynaklardan beslenen ve farklı izleklerden okumaya müsait, çok-katmanlı metinlerdir. 1845 yılında yazdığı “Kuzgun” (The Raven) adlı şiiri yayınlandığından bugüne değin hem okurlar hem de eleştirmenler tarafından yoğun ilgi görmüştür. İsmini bu meşhur şiirden alan The Raven (2012) filminin senaryosunda Poe’nun polisiye hikâyelerinin yanı sıra yazarın gizemli ölümü de konu edilir.
Şiirin merkezinde yer alan kuzgun, dünyanın farklı bölgelerindeki mitolojilerde, masallarda, efsanelerde ve semavi kutsal kitaplarda çeşitli sembolik anlamlarıyla yer alan bir figürdür. Kargagiller familyasına ait olan kuzgun; belki de mitlerin etkisiyle kara rengi, korkunç sesi, ürkütücülüğü, zekâsı, kindarlığı, leş yemesi ve gizemli yaşayışı ile anılır. Jung’a göre kuzgun, insanın karanlık tarafını temsil eder. Mitolojilerde bilgelik, uğursuzluk, ölüm, kehanet gibi gizemli nitelikleri sembolize eden kuzgun, İskandinav mitolojisinde en büyük tanrı Odin’le özdeşleştirilen bir semboldür. Mite göre Odin’in İskandinav dilinde düşünce ve hafıza anlamına gelen Hugin ve Munin adlı iki kuzgunu vardı; Odin onları omuzlarında taşır, onlarla beraber yemek yer ve havadisleri bu iki kuştan alırdı. Poe’nun bu şiirinin kuzey mitolojisinden izler taşıdığı şeklindeki yorumlarla sıklıkla karşılaşırız. [1] Rollo May, şiiri kötülük problemi bağlamında yorumlar. May’e göre Kuzgun, şeytanın temsilidir; Faust’ta ve Karamazov Kardeşler’de olduğu gibi modern insanın şeytan mitiyle süregelen ilişkisinin yetkin örneklerinden biridir “Kuzgun” şiiri. “Şeytan, Tanrı’ya karşı geldiği için vardır. İnsanın yaratıcılığının enerjisi bu başkaldırıdan gelir.” Sanatçı, Tanrı’yla şeytan arasındaki çatışmayı deneyimler. [2]
Poe’nun şiirlerinde sıklıkla kullandığı genç yaşta ölmüş güzel kadın imgesi, “Kuzgun”da da belirgin bir unsurdur. Ölen genç sevgilisinin ardından hüzün duyan anlatıcı, sevgilisinden bir iz beklerken geceyarısında içeriye Kuzgun gelir, Pallas heykeli üstüne konar. Konuşulanı anlayan ama sadece tek bir şey söyleyen bir yaratıktır bu: “Hiçbir zaman”.
Şiirde şairin ölen sevgiliyi temsilen kullandığı “Lenore” ismi, “masum, güzel, ölü genç kız” imgesi olarak akıllarda yer eden ve bu yönüyle bir çok esere ilham olmuş isimlerden biridir. Pallas ise Yunan mitolojisinde Athena’yla beraber anılan, masumiyetin sembollerinden bir genç kızın ismidir.
Okuyucularımızı Ülkü Tamer tarafından Türkçeye aktarılan Poe’nun “Kuzgun” şiiriyle baş başa bırakıyoruz; yeni çağrışımlar ve yeni yorumlara kapı aralanmasını umarak…
Kuzgun
Ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
O acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
Neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
Çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
“Bir ziyaretçidir” dedim, “oda kapısını çalan,
Başka kim gelir bu zaman?”
Ah, hatırlıyorum şimdi, bir Aralık gecesiydi,
Örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
Işısın istedim şafak çaresini arayarak
Bana kalan o acının kaybolup gitmiş Lenore’dan,
Meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili Lenore’dan,
Adı artık anılmayan.
İpekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
Korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
Yatışsın diye yüreğim ayağa kalkarak dedim:
“Bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
Gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
Başka kim olur bu zaman?”
Kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden
“Özür diliyorum” dedim, “kimseniz, Bay ya da Bayan
Dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
Öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan.”
Yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
Kapıyı açtığım zaman.
Gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
Şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
Sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
Fısıltıyla bir kelime, “Lenore” geldi uzaklardan,
Sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
Yalnız bu sözdü duyulan.
Duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
İçimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
İrkilip dedim: “Muhakkak pancurda bir şey olacak;
Gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
Yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
Başkası değil rüzgârdan…”
Çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden
Bugüne kalmış bir Kuzgun pancuru açtığım zaman.
Bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
Süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
Kondu Pallas’ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
Kaldı orda oynamadan.
Gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
Hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
“Gerçi yolunmuş sorgucun” dedim, “ama korkmuyorsun
Gelmekten, kocamış Kuzgun, Gecelerin kıyısından;
Söyle, nasıl çağırırlar seni Ölüm kıyısından?”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
Sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
Hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
İlgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
Kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
Böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
Adı “Hiçbir zaman” olan.
Durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
O kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
Sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
Sustu, sonra ben konuştum: “Dostlarım kaçtı yanımdan
Umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan.”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
Birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
“Anlaşılıyor ki” dedim, “bu sözler aklında kalan;
İnsaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
Sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
Umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
Hiç -ama hiç- hiçbir zaman.”
Çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
Bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
Sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
Sonra Kuzgun’u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
Ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
Çatlak çatlak: “Hiçbir zaman.”
Oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
Ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
Durup o Kuzgun’a baktım, mindere gömüldü başım,
Kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
Elleri Lenore’un artık mor mindere, ışık vuran,
Değmeyecek hiçbir zaman!
Sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
Melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
“Aptal,” dedim, “dön hayata; Tanrın sana acımış da
Meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
İç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan.”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
“Geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
Ey kutsal yaratık” dedim, “uğursuz kuş ya da şeytan!
Bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
Korkuların hortladığı evimde, n’olur anlatsan
Acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan…”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
“Şu yukarda dönen gökle Tanrı’yı seversen söyle;
Ey kutsal yaratık” dedim, “uğursuz kuş ya da şeytan!
Azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
Buluşacak o Lenore’la, adı meleklerce konan,
O sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan?”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
Kalkıp haykırdım: “Getirsin ayrılışı bu sözlerin!
Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan!
Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
Oda kapımın üstünde, Pallas’ın solgun büstünde
Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan;
Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
Kalkmayacak – hiçbir zaman!
Çeviri : Ülkü TAMER
The Raven
Once upon a midnight dreary, while I pondered weak and weary,
Over many a quaint and curious volume of forgotten lore,
While I nodded, nearly napping, suddenly there came a tapping,
As of some one gently rapping, rapping at my chamber door.
`’Tis some visitor,’ I muttered, `tapping at my chamber door –
Only this, and nothing more.’
Ah, distinctly I remember it was in the bleak December,
And each separate dying ember wrought its ghost upon the floor.
Eagerly I wished the morrow; – vainly I had sought to borrow
From my books surcease of sorrow – sorrow for the lost Lenore –
For the rare and radiant maiden whom the angels name Lenore –
Nameless here for evermore.
And the silken sad uncertain rustling of each purple curtain
Thrilled me – filled me with fantastic terrors never felt before;
So that now, to still the beating of my heart, I stood repeating
`’Tis some visitor entreating entrance at my chamber door –
Some late visitor entreating entrance at my chamber door; –
This it is, and nothing more,’
Presently my soul grew stronger; hesitating then no longer,
`Sir,’ said I, `or Madam, truly your forgiveness I implore;
But the fact is I was napping, and so gently you came rapping,
And so faintly you came tapping, tapping at my chamber door,
That I scarce was sure I heard you’ – here I opened wide the door; –
Darkness there, and nothing more.
Deep into that darkness peering, long I stood there wondering, fearing,
Doubting, dreaming dreams no mortal ever dared to dream before;
But the silence was unbroken, and the darkness gave no token,
And the only word there spoken was the whispered word, `Lenore!’
This I whispered, and an echo murmured back the word, `Lenore!’
Merely this and nothing more.
Back into the chamber turning, all my soul within me burning,
Soon again I heard a tapping somewhat louder than before.
`Surely,’ said I, `surely that is something at my window lattice;
Let me see then, what thereat is, and this mystery explore –
Let my heart be still a moment and this mystery explore; –
‘Tis the wind and nothing more!’
Open here I flung the shutter, when, with many a flirt and flutter,
In there stepped a stately raven of the saintly days of yore.
Not the least obeisance made he; not a minute stopped or stayed he;
But, with mien of lord or lady, perched above my chamber door –
Perched upon a bust of Pallas just above my chamber door –
Perched, and sat, and nothing more.
Then this ebony bird beguiling my sad fancy into smiling,
By the grave and stern decorum of the countenance it wore,
`Though thy crest be shorn and shaven, thou,’ I said, `art sure no craven.
Ghastly grim and ancient raven wandering from the nightly shore –
Tell me what thy lordly name is on the Night’s Plutonian shore!’
Quoth the raven, `Nevermore.’
Much I marvelled this ungainly fowl to hear discourse so plainly,
Though its answer little meaning – little relevancy bore;
For we cannot help agreeing that no living human being
Ever yet was blessed with seeing bird above his chamber door –
Bird or beast above the sculptured bust above his chamber door,
With such name as `Nevermore.’
But the raven, sitting lonely on the placid bust, spoke only,
That one word, as if his soul in that one word he did outpour.
Nothing further then he uttered – not a feather then he fluttered –
Till I scarcely more than muttered `Other friends have flown before –
On the morrow he will leave me, as my hopes have flown before.’
Then the bird said, `Nevermore.’
Startled at the stillness broken by reply so aptly spoken,
`Doubtless,’ said I, `what it utters is its only stock and store,
Caught from some unhappy master whom unmerciful disaster
Followed fast and followed faster till his songs one burden bore –
Till the dirges of his hope that melancholy burden bore
Of “Never-nevermore.”‘
But the raven still beguiling all my sad soul into smiling,
Straight I wheeled a cushioned seat in front of bird and bust and door;
Then, upon the velvet sinking, I betook myself to linking
Fancy unto fancy, thinking what this ominous bird of yore –
What this grim, ungainly, ghastly, gaunt, and ominous bird of yore
Meant in croaking `Nevermore.’
This I sat engaged in guessing, but no syllable expressing
To the fowl whose fiery eyes now burned into my bosom’s core;
This and more I sat divining, with my head at ease reclining
On the cushion’s velvet lining that the lamp-light gloated o’er,
But whose velvet violet lining with the lamp-light gloating o’er,
She shall press, ah, nevermore!
Then, methought, the air grew denser, perfumed from an unseen censer
Swung by Seraphim whose foot-falls tinkled on the tufted floor.
`Wretch,’ I cried, `thy God hath lent thee – by these angels he has sent thee
Respite – respite and nepenthe from thy memories of Lenore!
Quaff, oh quaff this kind nepenthe, and forget this lost Lenore!’
Quoth the raven, `Nevermore.’
`Prophet!’ said I, `thing of evil! – prophet still, if bird or devil! –
Whether tempter sent, or whether tempest tossed thee here ashore,
Desolate yet all undaunted, on this desert land enchanted –
On this home by horror haunted – tell me truly, I implore –
Is there – is there balm in Gilead? – tell me – tell me, I implore!’
Quoth the raven, `Nevermore.’
`Prophet!’ said I, `thing of evil! – prophet still, if bird or devil!
By that Heaven that bends above us – by that God we both adore –
Tell this soul with sorrow laden if, within the distant Aidenn,
It shall clasp a sainted maiden whom the angels name Lenore –
Clasp a rare and radiant maiden, whom the angels name Lenore?’
Quoth the raven, `Nevermore.’
`Be that word our sign of parting, bird or fiend!’ I shrieked upstarting –
`Get thee back into the tempest and the Night’s Plutonian shore!
Leave no black plume as a token of that lie thy soul hath spoken!
Leave my loneliness unbroken! – quit the bust above my door!
Take thy beak from out my heart, and take thy form from off my door!’
Quoth the raven, `Nevermore.’
And the raven, never flitting, still is sitting, still is sitting
On the pallid bust of Pallas just above my chamber door;
And his eyes have all the seeming of a demon’s that is dreaming,
And the lamp-light o’er him streaming throws his shadow on the floor;
And my soul from out that shadow that lies floating on the floor
Shall be lifted – nevermore!
Edgar Allan Poe (1845)
[1] Elif Kabak ve Timuçin Buğra Edman, “ ‘The Raven’: An Odyssey Through Norse Mythology”, Turkish Studies: Language and Literature, v. 14, i. 2, 2019, s. 583-596.
[2] Rollo May, Psikoterapist ve Mitlere Yolculuk, çev. Kerem Işık, İstanbul: Okuyan Us, 2016, s. 337-341.