Zeytin Ağaçlarının Arasında başlıklı kitabınızda kullandığınız “Filistin direniş edebiyatı” adlandırması, alışılmış anlamda bir kültürün filolojisinden ziyade bir edebiyatın üreticisi konumundaki yazarların duruşunu belirten bir kategori gibi duruyor. Bu adlandırma Filistinli külliyata sonradan mı verilmiş, yazarların kendilerinin de kullandıkları bir ifade mi?
Bu tabir, Filistinlilerin kendi kendilerine verdikleri bir isimden ziyade, bilhassa Batılı çevrelerin Filistinli yazarlardan ve eserlerinden bahsederken kullandıkları bir adlandırma. “Filistin direniş edebiyatı” tabiri, dünya literatürüne girmiş. Örneğin önemli bir edebiyat profesörü olan Barbara Harlow, Resistance Literature adlı kaynak eserinde, Filistin Edebiyatı’nı direniş edebiyatı bağlamında ele almıştır. Kendisiyle Filistin belgeselini çekerken tanışmış ve röportaj yapmıştık; değerli bir araştırmacıydı.[1]
Filistin direniş edebiyatı nasıl bir kimliği temsil eder? Bu kategorideki eserler Filistinlilerin işgale direnişlerine nasıl katkılar sunar?
Genel itibariyle roman, şiir, hikâye gibi çok yönlü alanlarıyla Filistin Direniş Edebiyatı’nın, Filistin ulusal kimliğini muhafaza etmede çok büyük katkı sağladığının altını çizebiliriz. Direniş Edebiyatı, düşmanlarının varlığını dahi inkâr ettikleri bir toplumu vurgular. Bütün bu edebiyatçıların ilk hedeflerinden birisi, hafızayı sürekli canlı tutmaktır ki Siyonistlerin siyasi ve kültürel uygulamalarının en önemli hedefi de unutturmayı başarabilmektir. Dolayısıyla Filistin’de yazar ve şairlerin en büyük kavgalarından birisi bu cephededir: Edebiyatı, Filistin ulusal kimliğine ait zengin tarih ve kültür alanlarıyla ilişkilendirerek toplumun hafızasını sürekli taze tutmak isterler. Kimlik ve toprağa bağlılığa davet ederler. Bu da Filistin Edebiyatı’nın “savaşçı” bir edebiyat olmasına yol açmıştır. Direniş edebiyatının bir diğer hedefi ise Filistin’de yaşanan zulmü bütün dünyaya duyurabilmektir. Çünkü edebiyat, gönüllere dokunur, kalpleri ısıtır; üstelik edebi bir eserin etkisi uzun nesiller boyunca devam eder. Bombaların yarattığı tahribatı zamanla silebilirsiniz ancak kelimelerin gücü asla silinmez. Bir mısra ya da bir hikâyede geçen birkaç cümle, gelişmiş silahların yarattığı tahribattan çok daha büyük bir etki bırakır. Siyonist işgalciler bunu çok iyi bildikleri için, Filistinli edebiyatçıların bıraktığı etkiden çok rahatsız olmuşlardır.
Arapçada ve Batı dillerindeki edebi ortamlarda Filistin edebiyatı daha çok hangi yazar ve şairlerle tanınıyor?
Hem Türkiye’de hem de dünyada Filistin’in en çok tanınan şairi, Mahmud Derviş olmuştur. Henüz 22 yaşındayken kaleme aldığı “Kimlik Kartı” şiiri, Filistin kimliğini ortadan kaldırmaya yönelik tüm girişimlere karşı yükselmiş büyük bir isyan çığlığı hâline gelmiş ve birçok dünya diline çevrilmiştir. Gassan Kenefani de çok tanınan ve tercüme edilen yazarlar arasında yer alır. Bunun dışında, klasik yazarların yanı sıra çok sayıda genç Filistinli yazar ve şair, dünyaya seslerini duyurma imkânına sahip oldular. Bütünüyle kitap tercümeleri az olsa bile birçok genç edebiyatçının öyküleri ya da şiirleri İngilizceye tercüme edilmektedir. Elbette hâlâ çok yetersiz; örneğin Filistin tarihinin en önemli dönemeçlerinden birisi olan 1936-1939 İsyanı’na dair ve bu dönemin edebiyatçılarından şu ana kadar çok az eser tercüme edildi maalesef.
Filistin meselesi ve direniş edebiyatına yönelmenizdeki saiklerden de bahseder misiniz?
Aslında bu alana yönelmeme neden olan şey, hepimizin içinde bulunduğu ortak bir duygudan kaynaklanıyor. Kendimizi bildik bileli, yanı başımızda yaşanan acımasız bir işgale tanıklık ediyoruz. Filistin’le ilgili sayısız katliam görüntüsü geçti gözlerimizin önünden bu zamana değin; yaşanan siyasi gelişmeler doğrultusunda İsrail karşıtı onlarca protestoya ve boykota şahitlik ettik. Ancak bir kısır döngünün içine hapsolmuş gibiydik âdeta: Ne kadar sesimizi yükseltirsek yükseltelim, İsrail yine yapacağından geri durmuyordu. Sokak gösterileri, elçilik önünde yapılan protestolar ya da ticari boykot çağrıları yetersiz kalıyordu. Tüm bunlar, Filistin’e olan desteğimizi göstermenin birer yoluydu elbette ancak daha derine inmemiz ve daha kalıcı şeyler yapmamız gerektiği de çok açıktı. Bunun için Filistin Edebiyatı’yla ilgilenmeye başladım. Mücadeleleri beni derinden etkiledi ve zaman geçtikçe kendimi onlara karşı borçlu hissettim.
Filistin meselesi Türkiye’de duyarlılık gösterilen bir konu olmasına rağmen Filistinli sanatçıların hak ettikleri ilgiyi gördüklerini söyleyemeyiz. Diyelim ki Hanzala figürü yaygın biçimde sahipleniliyor ancak neredeyse anonim bir figüre dönüşmüş durumda; kitleler Hanzala’nın çizeri Naci El Ali’yi, sanatını ve mücadelesini tanımıyorlar. Yayın piyasasındaki arz açısından bakıldığında Filistinli yazarların metinlerinin az sayıda yayınlandığı görülüyor. Ghassan Kanafani gibi bir yazarın eserlerinin Türkçe çevirilerinin mevcut olmaması büyük bir eksiklik meselâ.[2] Bu meselelere dair akademik çalışmalar varsa da akademik alandan çıkıp dolaşıma girmiyor. Okur açısından bakarsak da kamuoyunda bilhassa Kudüs’e yönelik duygusal sahiplenme, siyasi bilinci aşarak estetik düzeye ulaşamıyor diyebiliriz. Bu görünürdeki “ilgi”nin entelektüel pratiğe yansımamasının sebeplerine dair neler söylersiniz?
Türkiye’de, elbette hâlâ yeterli olmamakla birlikte Filistin Edebiyatı’na dair tercümeler hız kazandı. Loras Kitap örneğin, Gassan Kenefani’nin kitaplarını birer birer tercüme etmeye başladı. Abdüssamed Yeşildağ hocamızın Arapça tercümesiyle, Filistinli ünlü romancı Faruk Vadi’nin son romanı Saudade’ı yayımladık. İHH bünyesinde kurulan Dijital Hafıza Merkezi, Filistin’e dair çok güzel çalışmalar yapıyor. Hatta yakın zamanda Fadva Tukan’ın otobiyografisini yayımlayacaklar. Umarım hep birlikte çok daha fazlasını yapma imkânı buluruz. Ama bunun için hepimizin elimizi taşın altına koymamız ve Filistin’e olan bakışımızı kökten değiştirmemiz gerekiyor. En büyük hatamız, Filistin’i desteklemenin yolunun, onlara kendilerini anlatmak olduğunu düşünmemiz. Bizim anlatmaktan ziyade, onları dinlememiz gerekiyor; -burada çok özür dileyerek söylüyorum ama- her biri birbirinin tekrarı olan Filistin güzellemeleri yapmanın ve Mescid-i Aksa romantizminin bir faydası ve anlamı yok. Bu şekilde vicdanlarımızı rahatlatamayız. Filistinli yazarların kendilerini anlattıkları metinleri daha çok tercüme etmek, okumak, Filistin’i ve Filistin halkını daha yakından tanımak için çabalamak lâzım.
Filistinli yazarların metinlerinde hafıza ve mekân ilişkisinin bariz biçimde öne çıktığını görüyoruz. Biyografileri üzerine çalıştığınız sanatçıların eserlerinden yola çıkarak soruyorum, Filistin direnişinin yansıdığı metinler, hangi motifler ve imgeler etrafında örülüdür?
Kuşkusuz Filistin’in edebiyat tecrübesini inceleyen herkes, başka edebiyatlara kıyasla iki faktörün Filistin Edebiyatı’na daha fazla etki ettiğini fark edecektir: Birincisi zaman faktörüdür; burada Filistin metninin belleğinde taşıdığı zamandan bahsediyoruz, ikincisi ise mekân faktörüdür. Birçok Filistinli yazar için mekân yalnızca herhangi bir insanın yaşadığı yer değil, Filistin insanının yüreğinde yaşayan “mekân”dır ki dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, bu zaman ve mekân kavramını beraberlerinde götürürler. Zaman ve mekânla örülü bu edebiyatın en önemli hedeflerinden biri “unutturmamak”; toplumsal hafızayı canlı tutmak ve kim olduğunu unutmamaktır… Bu, topraklarını ve evlerini işgal etmekle kalmayıp bir halka ait tüm kültürel değerleri yok etmeyi amaçlayan işgalcilere karşı edebiyatın en büyük kavgalarından birisidir. Bir yandan da vatanlarının güzelliklerini anlatmayı asla bırakmazlar; zeytin ağaçlarını, portakal bahçelerini tasvir ederler bizlere. Anne sevgisini, bir annenin yaptığı ekmeğin eşsiz kokusunu, dostluğu, aşkı, sevdayı yazarlar. Hüzün ve umut, iki kollarına girmiş birer dost gibi nereye gitseler yanlarında yürürler âdeta. Ve her adımlarında kendini geliştirerek ve yenileyerek, çok güçlü bir edebî kimlik meydana getirmişlerdir.
Kendilerine Nekbe’yi milât olarak seçen bir halkın onca baskıya rağmen hayata bağlılıkları ve varoluş sancılarından beslenen edebiyatın karamsar bir bunalım edebiyatı değil, sağlam zemin üzerine kurulu bir vasfı olmasını neye bağlıyorsunuz?
Bunun zemininde çok güçlü bir inanç olduğunu düşünüyorum. Bir yazısında Gassan Kenefani şöyle der: “Bu dünya üzerinde her şey çalınabilir, yağmalanabilir; çalınamayacak tek şey haklı bir davaya ve inanca bağlılıktan doğan aşktır.” Haklı olan taraf her zaman bir şekilde ayakta kalıyor. Zaman zaman güçsüzleşse de köklerinden tekrar ayağa kalkıyor. Çok güçlü bir kültüre sahipler ve en önemlisi de haklılar… Biz 15 Temmuz’da sadece bir gece maruz kaldığımız o bomba seslerinin etkisinden uzun süre çıkamazken, Filistin halkı ve edebiyatçıları 70 küsur senedir bu şekilde yaşıyorlar, büyük bir açık hava hapishanesinde hayatlarını sürdürüyorlar.
Kısa bir süre önce Küresel Adelet Örgütü (Global Justice Organization) tarafından verilen Nizar Kabbani ödülünü aldınız ve ödülü Suriyeli çocuklara ithaf ettiniz. Sanırım bu ödül, ilk kez Türkiye’den bir yazara verildi; tekrar tebrik ederiz. Bu tür ödüller neden önemli?
Sadece Filistin değil, Suriye Edebiyatı konusunda da çalışmalarımız var. Bu ödülün verilmesinin sebebi buydu. Şahsen en başından beri yapmak istediğim Filistin ve Suriye Edebiyatlarını birlikte çalışmak ve birlikte sunabilmekti. Zira bu iki halkın özgürlük davasını birbirinden ayırmak mümkün değil. Maalesef bu konuda büyük bir ikiyüzlülük ile karşı karşıyayız. Baas diktatörlüğünün pençesinden kurtulmak için 70’lerden 2000’lere kadar onlarca Suriyeli yazar ve sanatçı ülkelerini terk ettiler. Önce Lübnan gibi çevre ülkelere gittiler, ardından başka duraklar aradılar kendilerine. 2011 yılında başlayan savaşın ardından, sürgünde yaşamaya başlayan yazarların, düşünürlerin ve sanatçıların sayısı kaçınılmaz biçimde arttı. Tıpkı Filistin’de olduğu gibi, Suriye’de de çok sayıda kıymetli yazar var. Filistin Edebiyatı’yla ilgilenen birisinin, Suriye’yi görmezden gelmesi imkânsız.
Bu güzel söyleşi için teşekkür ederiz.
Neslihan Demirci
[1] Barbara Harlow (1948-2017), Amerikalı akademisyen. Edebiyatta postkolonyalizm ve insan hakları konularındaki çalışmalarıyla tanınmıştır.
[2] Bu söyleşiyi yaptığımız tarihte Ghassan Kanafani’nin Güneşteki Adamlar kitabının Türkçe çevirisi henüz yayımlanmamıştı: Ghassan Kanafani, Güneşteki Adamlar, çev. Mehmet Hakkı Suçin, İstanbul: Metis Yayınları, 2023.