Modern hikâyeciliğimizin dönüm noktası kabul edilen Sait Faik’e 1953’te Mark Twain Derneği tarafından onur üyeliği verilmiştir. O yıllarda gazetecilik yapan Yaşar Kemâl’in kendisiyle bu vesileyle yaptığı röportaj, aynı yılın Nisan ayında Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nde yayınlanır. Usta bir romancının dilinden aktarılan, hikâye tadındaki bu röportajı Zift Sanat okurlarıyla paylaşmak isteriz.
Sait Faik’le Bir Konuşma
Akşam üstleri Tünel’den Taksim’e doğru yürürseniz, gözünüze dalgın, siyah gözlüklü, yüzü kederli ama müthiş kederli -yüzündeki keder besbellidir, elle tutulacak gibi yüzde donup kalmıştır-, pantolonu ütüsüz, ağarmış saçları kabarmış bir adam çarpar. Bu adamın Beyoğlu kalabalığı içinde bir hâli vardır ki (daha doğrusu her hâli) size bu koskocaman şehirde yalnız, yapyalnız olduğunu söyler. Bu neden böyledir? Orasını kimse de bilmez…
Bazı adam vardır, insan yüzünde hınç, kin okur. Bazısında gurur, bazısında neşe, bazısında bayağılık, aşağılık… Bu adamın üstünden, başından yalnızlık akar. Bir de bu adama, Kadıköy iskelesinin kanepelerinden birine oturmuş, heybeli köylüleri, çıplak ayaklı serseri çocukları, hanımefendileri seyrederken rastlarsınız.
Bu adam hikâyeci Sait Faik’tir.
Bir gün, aklımda kaldığına göre, bir pırıl pırıl cam gibi parlayan sonbahar sabahıydı, ona Kadıköy iskelesinin kanepelerinde rastladım.
– Ne var ne yok Sait? dedim, hikâye yazmıyor musun?
– Yok, dedi, yaşıyorum.
Hüzünlü, ılık, insan sevgisi dolu hikâyelerini Sait yazmaz, yaşar. Sait dertli; kötülüklerden, aşağılıklardan, dünyadaki cümle bayağılıklardan, kirden iğrenen bir âdemoğludur. O daima iyiliği söylemiştir.
Dünyaca ün almış Mark Twain derneğinin fahri üyeliğini aldığını duyunca, bu iş için Sait’in ne diyeceğini öğrenmek için aradım. O gün öğleden sonra İstiklâl caddesindeki kaldırımdan gittim geldim. Sonra Kadıköy iskelesine uğradım, orada da yoktu. Sait anacığı ile birlikte Burgaz adasında oturur, bindim vapura ikinci gün, oraya gittim. Anası Sait’in aynı gün İstanbul’a indiğini söyledi. İstanbul’da, tarif ettiğim kaldırımda ona rastladım. Gene dalgın, sinirliydi. Yüzünden düşen bin parça derler ya, öyleydi.
– Bu iş için ne dersin? diyecektim, korktum.
– Merhaba, dedim.
– Merhaba eyvallah, dedi.
– Ne var, ne yok, dedim.
– İyilik, dedi.
– Mark Twain, dedim.
– Aldırma, dedi.
– Bak, dedim, Sait, biliyorsun ki ben röportaj yaparım.
– Sonra? dedi.
– Söyle, dedim.
Sait beni kırmadı. Teşekkür ederim.
Ben sual sormadan o başladı:
– Bana, Mark Twain cemiyeti fahri üyeliği verildi, dünya edebiyatına ettiğim hizmetten ötürü. Birçokları gibi ben de şaşırdım. Dünya edebiyatına hizmet filân etmediğimi söylemeğe ne hacet. Bu, üyelik verilebilmesi için uydurulmuş nazik bir sebeptir sanırım.
Ben aldım, dedim ki:
– Senden önce, bu cemiyetin ilk üyesi Atatürk’müş…
– Biliyorum. İşte beni sevindiren de bu. Atatürk’ten sonra benim üye olmam, benim için ne büyük bir şereftir. Bir milletin yetiştirdiği en büyük çocuğu ile o milletin kendi hâlinde bir küçük hikâyecisinin Amerika’da bir cemiyette buluşmaları küçük hikâyeci için ne bulunmaz, şerefli bir fırsattır. Demokrasi de zaten böyle olur. Eğer bu üyelikten memnunsam bu yüzdendir.
– Politika… dedim.
Sözümü ağzıma koydu:
– Karışmam.
– Peki seni bu cemiyette ne sebepten, hangi eserin için aza seçtiler?
– En büyük devlet adamlarının, başkanların ve başbakanların fahri ve asil üye oldukları bir cemiyete beni de seçmenin aslı nedir diye düşündüm, şunu buldum: Demek ki şimdiden sonra dünya çapında bir hikâyeciyi anmak için kurulmuş bir cemiyete dünyanın dört bucağından kendi hâlinde hikâyeciler de seçilecek. Türk hikâyecilerini temsil ettiğim anlamına alınmasın sakın. Her hikâye yazan ve yayan Türk hikâyecisi kendi şahsında bir dilin hikâyeciliğini yaptığına göre, şahsıma Mark Twain cemiyetinin gösterdiği ilgi ve sevgiyi bütün değerli hikâyeci arkadaşlarımla paylaşırım; kabul ederlerse. Kendini bütün dünyaya tanıtmış, sevdirmiş, bir halk çocuğu olan hikâyeci Mark Twain’i ananlar içine Türk dilinin bir hikâye yazarını almayı düşünenlere de teşekkür ederim.
– Mark Twain için ne dersin?
– Sen de amma sual sorarsın ha. Ne derim! Mark Twain alay edermiş, güldürürmüş, kepaze edermiş, cemiyetteki sahte vakarları, petrol krallarını, pamuk prenseslerini, demir beylerini, çelik efendilerini sağlığında. Ölümünden sonra da bir Türk hikâyecisi ile şakalaşmasın mı? Eyvallah Mark Twain!
Sonra güldü Sait.
– Daha soracağın? dedi.
– Eyvallah, dedim.
Ayrıldık. O, bir sinemanın önünde kaldı.
Kaynak: Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, sayı 15, Nisan 1953, s. 7, 28-29. Metin, Yaşar Kemal: Röportaj Yazarlığında 60 Yıl (İstanbul: YKY, 2011) adlı kitapta da yayınlanmıştır.