Cumhuriyet döneminin ilk kadın hikâyecisi ve edebiyata yepyeni bir soluk getiren 50 Kuşağı hikâyecilerinin öncülerinden Nezihe Meriç, ilk hikâyelerini Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nde yayınlar. Dergide Mayıs 1950’de yayımlanan “Bir Şey” başlıklı ilk hikâyesinden sonra 1952’de hikâye kitabı Bozbulanık okuyucuyla buluşur. Meriç’in Ocak 1953’te yine Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nde kendisine yöneltilen sorulara nükteli ve ironik cevaplar verdiği söyleşiyi Zift Sanat okurlarına sunuyoruz.
Hikâye Üzerine Nezihe Meriç’le Bir Konuşma
– …
– Şu halde sizce hikâye…
– Bakın şöylece toparlıyabilirim: Roman da, hikâye de, dünya dediğimiz şu düzensizin üzerinde, çeşitli topluluklar halinde yaşayan insandan söz açıyor. Roman, büyük bir kavram. İnsanı çeşitli yönleriyle, enine, boyuna anlatabilir. Kişiyi, dünyada, bulunduğu toplum içinde, ailede, fert olarak ele alır. İnsanı, dünya olaylarının toplumlara, toplumların birbirine, toplumun aileye, ailenin topluma, ferde… Hepsinin bir düzen içinde birbirine karşılıklı tesirleri arasında görür. Halbuki hikâye, yine bu tesirler altındaki insanın, bir ruh hâlinin, herhangi bir olay karşısındaki durumunun, kısmetine düşen zaman içinde, bir gülüşünün, bir davranışının ustaca makaslanıverişidir.
– Günün konusu olan meseleli sanat hakkında ne düşünüyorsunuz?
– Sanatın, yüceltici, iyiye, güzele, doğruya götürücü kudretine inanıyorum. Çevresinin tesirinde yaşayan sanatkâr, elbette çevresini aksettirecek, iyi ve kötü taraflariyle. Yalnız, sanatkâr, müşahede eden, işin nedenini, niçinini bulan ve ortaya koyduğu problemi çözüp doğru yolu gösteren insan olmak zorundadır. O, bu sorumluluğu duyduğu anda meseleli sanat değer kazanır. Ben böyle anlıyorum. Yoksa bizim memlekette olduğu gibi sadece teşhirle, sadece küfretmekle hiç bir şey yapılamaz. Bu, tavşanın dağa küsmesi gibi bir şey oluyor.
– Dil meselesiyle nasılsınız?
– Geçen gün kırık bükük’ü bulur bulmaz çok sevdiğim melûl mahzuna ey gazileri söyledim. Ama ölsem “oysaki” demem. Kanıma dokunuyor. Orta şekerli işte.
– Sizin için, çevresi dar, kendini tekrar edecek diyorlar. Ne dersiniz?
– Aman da ne lâf derim! Kerâmet sahibi mi bunlar? Daha dün bir, bugün iki. Ne acele bu? Hem, bu kendini tekrar değil, kendinden başlamak ve hız alıncaya kadar başlangıçta dönenmektir.
– Biraz müphem olmadı mı?
– Kendini tekrar, pek mi açık seçik?
– Sevdiğiniz hikâyecilerimizden bahseder misiniz?
– Bahsetmem! Sevdiğim hikayeci üçü dördü bulmaz. İçlerinde sadece Sait Faik’e hayranım. Ama, o da, hikâyeciliğinden çok hikâyelerine, havasına, suyuna, denizine, balığına, şahsiyetine… hayranlık.
– Hikâyeciliğimizin dünya hikâyeciliğiyle boy ölçüşür halde görenlere…
– Âmin kardeşim Âmin. Üç çiçekle yaz olursa âmin. Hikâyecilik seviliyor ve çalışılıyor. Mesele başlamış olmakta. Mühim olan bu bence.
– Hikâyeleriniz için yazılan eleştirmeleri…
– Hiç eleştirme yazan olmadı ki…
– Yazılanlar?
– Canım onlar “Aferin kızımıza maşallah” kabilinden övgülerdi. Yoksa ucundan tutup bir silkeleyen çıkmadı. Hem daha erken değil mi? Hele çocuk baba desin.
– Övgüden hoşlanmıyor musunuz?
– Bayılıyorum. Şak şak eden yerler geldikçe “Ben neymişim meğer… Yaşasın… Afferim” demekten çarpıntım tutuyor.
– Hikâyelerinizi sever misiniz?
– Lâf mı Allahaşkına? Kuzguna yavrusu şahin. Ama hiç rahat değilim.
– Sanatkâr için en çok lâzım olan…
– Çalışmak, çalışmak, sonra… Yine çalışmak. Sadece çalışmaya inanıyorum.
– İnanmadığınız ne?
– Votkalı, viskili toplantılarda, piyasaya düşmüş, bozulmuş bağlamacılara türkü çaldırıp, türkülerimiz diye yanıp tutuşmak, pasajlarda falanlarda âlâ ıstakozları, efendim havyarları mideye indirdikten sonra, açlık diye feryat etmek, pis, karanlık meyhanelerde İstrati özentisiyle şarapları devirip ana avrat söğmek… ve, sanat hayat içindir beyler!… Siz ne dersiniz?
Kaynak: “Hikâye Üzerine Nezihe Meriç’le Bir Konuşma”, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, cilt 7, sayı 12, Ocak 1953, s. 11-13. [söyleşiyi yapan belirtilmemiş].
* Söyleşi metninin orijinal imlâ ve noktalamasına sadık kalınmıştır.