Ne zaman kadınla ilgili bir mevzu gündeme gelse kadının nesneleştirildiğinden, arkaya itildiğinden, ikincilleştirildiğinden, görmezden gelindiğinden bahsedilir. Bu o kadar katılaşmış bir inanıştır ki taa ezelden beri bunun böyle olduğuna inanılır. Bu edilgen pozisyonun bize “ezelden beri” böyle geldiğini benimseten tek şey, algılarımızın toplumsal hafıza depolarımız olan mitlerle şekillenmiş olmasıdır. Zamansız hikâyelerin anlatıldığı mitlerde bile böyle anlatılıyorsa yani kadına ilişkin karşıtlıklar, indirgemeler ve olumsuz her türlü nitelemenin kökeni mitlere kadar dayanıyorsa acaba gerçekten böyle gelmiş böyle giden bir düzen mi var, yoksa mitler bir yerlerde değiştirildi mi? Tanrısal adalet olgusuna hiç uymayan bu indirgeme, yaratılıştan gelen bir kader olamayacağına göre bir yerlerde birilerinin müdahalesiyle, manipülasyonuyla kadının evcilleştirilmesini hedefleyen değişimler mi gerçekleşti? Dahası bu bir evcilleştirme projesiyse ve mitlere kadar sızmış, mitler kadar eski ya da mitlerin yazıya geçirilmesiyle başlamış bir süreç midir? Bu durumda kadınla ilişkili mitlerin bir yerlerde tersine döndürüldüğüne dair iki tarih kesiti önümüze çıkar: Birincisi, ataerkil yapılanmanın başladığı milât öncesi üç binli yıllarda kadının daraltılan konumuyla birlikte evcilleştirilmesi; ikincisi ise milâttan önce dört ve beşinci yüzyıllarda ana soylu geleneğe ait bütün anlatıların ve düşünme biçimlerinin yıkılarak yerine ataerkil düşünme biçimlerinin geçtiği dönemdir. Mitlerin kadın aleyhine bu iki tarih aralığında değiştirildiğini savunan görüşler, mitlerin birer ideolojik aygıt olarak kullanıldığını ve Yunan hegamonyasını açık eden tragedyalar yoluyla yaygınlaştırılarak günümüze kadar geldiğini savunurlar.
Birinci döneme ilişkin; mitik anlatıların yapılarının değiştirilmesinden çok önce ana soylu geleneğin yok edildiğini söylemek mümkündür. İnsanlığın gelişim evresinde Geç Neolitik çağa (İ.Ö. 3 bin) denk düşen evreden öncesi ana soylu dönem olarak kabul edilir. Ana soylu dönemin Paleolitik evreden (İ.Ö. 2 milyon- 12 bin) itibaren Geç Neolitiğe kadar avcı-toplayıcı düzen içinde devam ettiği biliniyor. Bu dönemin son temsilcisi, Helen toplumunun Fenikelilerden alfabeyi alıp yazıya başlamalarından önce M.Ö. 16-12. yüzyıllar arasında varlığını sürdürmüş Miken uygarlığı ile karşılaşırız. Miken uygarlığı, ana soylu toplum yapısının belirgin olduğu bir uygarlıktır. Miken uygarlığının, özgür kadınlardan müteşekkil, ana soylu bağ ve geleneğin taşıyıcısı ileri bir toplum olduğuna dair birçok araştırma var. Miken öncesinde ise Robert Graves’in belirttiği gibi; Yunan coğrafyasına, doğudan ve kuzeyden gelen Ari istilâcıları henüz ulaşmamışken bütün bir kıtaya hakim olan ve kökenlerinin Neolitik döneme kadar dayandığı Ana Tanrıça inanışı görülür. Bu istilâlar sonrasında ataerkil inanışlara sahip kitleler ile ana soylu geleneği sürdüren insanlar arasında çatışmalar başlar. Pervin Ergun, ana soylu geleneğin ataerkil güç tahakkümüne dönüşmesinin süreçlerini anlattığı Kibele’den Pandora’ya Kadının Tarihsel Yenilgisi eserinde, Miken’in yıkılmasından sonra yayılmacı Yunan zihniyetinin bir yandan Ege medeniyetlerine yöneldiğinden, bir yandan da Akdeniz’in güney bölgelerine koloni kentleri kurma girişimlerinden bahseder. Bu yayılma zenginlik, üretim, artı değer nüfus gibi birçok bileşeni eşitlikçi bir dengeyi temsil eden ana soylu gelenek açısından yıkıcı olmuş ve kadınlar ataerkil sistemin tahakküm edici yapısıyla yüz yüze gelmişlerdir. Miken, Hesiodos ve Homeros’un mitleri yazıya geçirmelerinden yaklaşık 3 yüzyıl önce yıkılmıştır.
Ana soylu geleneğin ataerkil düşünce tarafından ortadan kaldırılma çabaları, mitlerdeki temel çatışmaları temsil eder. Ana soylu döneme ilişkin anlama, düşünme ve yorumlama biçimlerinin adı olan mitler, Bachofen’in Myth, Religion and Mother Right’ta vurguladığı gibi ortak belleği taşıması nedeniyle ataerkil sistem tarafından yok edilmek istenmiştir. Böylece “eski” geleneğin kalıntılarından kurtulmak isteyen ataerkil sistemin ideolojik aklı, ana soylu geleneği peyderpey dönüştürmüş, mitler de böylece değişime uğramıştır.
Robert Graves, antik Yunan’da Homerik metinlerin ana soylu geleneği yok eden anlatımlarından yüzyıllar önce aydınlık bir ana soylu geleneğin sürdüğünü belirtir. Dinler tarihçisi Mircea Eliade ise mitleri kutsalından koparmakla ilk mit yıkımının gerçekleştiğini, kültürün bazı bölgesel değişimlerle aniden ya da peyderpey ataerkil bir zorbalığa maruz kaldığını ve ana soyluluğun alaşağı edildiğini örneklerle ortaya koyar. 1950’lerden sonra feminist akımıdan Luce Irigaray, Julia Kristeva, Monique Wittig, Helen Cixous, Adrianna Cavarero gibi birçok isim, kadının biyolojik ve toplumsal kimliğinin eril düşünce odakları tarafından kurgulandığını, mitlerin bu kurguda ana malzeme olarak kullanıldığını ve bize taşındıkları gibi kabul edilmesinin mümkün olmadığını dile getirirler. Mitlerin mit yapıcılar tarafından değiştirildiğini, ataerkil sistemin ideolojik amaçlarına uygun hâle getirildiğini, mitik hikâyelerin sisteme uyumlu özne ve nesneler yarattığını ve bu yol üzerinde kadının görünmez kılınarak ya da çeşitli olumsuz nitelemelerle özdeşleştirilerek yerinden edildiğini, nesneleştirildiğini savunurlar. Feminist edebiyatın mit eleştirisi alanından yükselen bu sesler, bir yandan eleştirel mit okumalarına kaynaklık eder, bir yandan da edebi metinler yoluyla kadınla ilişkili mitlerin yeniden yazımlarına odaklanır. Böylece kaybedilen kadın sesi, tarihin tozlu yaprakları arasından yeniden bir nidâ bulmaya çalışır.
Yunan düşünce ve kültür tarihinde İ.Ö. 5. ve 6. yüzyıllarda, mitlerin kadın aleyhine nerelerde değiştirildiğini, dönüşüme uğratıldığını, sadık ve sorunsuz yurttaş tasarımlarında kadının nerede tutulduğunu tragedyalar üzerinden ele alan Nazile Kalaycı, ataerkil sistemin ana soylu düzen ve gelenek karşısındaki yıkıcı girişimlerinin sistematik olarak uygarlığın başlangıcı olan bu zaman aralığında başladığını belirtir. Bu dönem, Atina hegemonyasının, uygarlığın temellerinin atıldığı, eril düşüncenin yerleştirildiği ve eskiye dair ne varsa izlerinin hızla yok edildiği bir dönemdir. Böylece Homeros’un İ.Ö. 9. yüzyıldan taşıyıp getirdiği mitler, üç büyük tragedya yazarı Aiskhylos, Sophokles ve Euripides tarafından uygar Atina’nın hukuk, ahlâk ve politika görüşlerine uygun olarak biçimlendirilir.
Bugün mitlerde görülen indirgenmiş, uğursuz ve tekinsiz sayılmış bütün kadın figürleri geçmişten bu yana ataerkil sistem odaklarının yönettiği ve biçimlendirdiği bir algının sonucunda bize kadar gelmiştir. Dikkatle bakıldığında, Yunan mitlerinde bütün kadın-erkek çatışmaları, ana Tanrıça’nın yenilgisine işaret eder. Bunlar ataerkil Helen düşüncesinin tahakküm merkezli anlayışlarıdır. Mesela Apollon’un seksüel şiddetine maruz kalan kadınların cezalandırılması, Python’un öldürülerek Delphi tapınağının istilâ edilmesi ve Python’un yerine ataerkinin temsilcisi olacak rahibelerin atanması, Perseus’un Gorgon maskeli Medusa’ya saldırısı ve bu saldırı sonucunda -nasıl oluyorsa (!)- Medusa’nın cezalandırılması, Demeter’in kızı Kore’nin Hades tarafından kaçırılması ve Demeter’in kızını geri alma girişimlerinin sonuçsuz kalması, Mainadların tekinsiz dişilere dönüşmeleri, öç tanrıçaları olan Erinyslerin uyumlu sistem hukukçularına, Umanidlere dönüştürülmesi gibi bir çok mitik anlatıda ataerkil sistemin ana soylu geleneği yerinden edişi, cezalandırması veya sisteme uyumlu hâle getirmesi anlatılır.
Bin yıllar öncesine dayanan eril aklın çatışma merkezli düşünce biçimine bugün “burada” ve “şimdi” tepki vermenin ancak mitleri yeniden ele almak ve yorumlamakla mümkün olacağını savunan görüşler, kadının kendi varlığını ortaya koymanın ve cinsler arası adalet ve hakkaniyet kriterlerini inşa etmenin potansiyelini vurgularlar. Ataerkil bakış açısıyla kurgulanmış mitik anlatıları, içine sıkıştıkları kalıplardan kurtarmak, daha paylaşımcı ve bütünleştirici yorumlara alan açmak mümkün müdür bilinmez ama en azından artık kemikleşmiş birer düşünceye dönüşen mitlerin taa ezelden beri böyle gelmiş olduğunu ama böyle gitmeyeceğini bilmek toplumsal adalet açısından önemli bir duraktır.
Gönül Yonar
Bachofen, J. J. Myth, Religion and Mother Right. Çev. Ralph Manheim. New York: Princeton University Press, 1967.
Cavarero, A. Platon’a Rağmen: Antik Felsefenin Feminist Bir Yeniden Yazımı. Çev. Bilge Tanrısever. İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2015.
Eliade, M. Mitlerin Özellikleri. Çev. Sema Rifat. İstanbul: Om Yayınevi, 2001.
Ergun, P. Kibele’den Pandora’ya Kadının Tarihsel Yenilgisi. 4. basım. Ankara: Arkadaş Yayınları, 2015.
Graves, R. The White Goddess. New York: Rosetta Books, 1966.
Kalaycı, N. “Yaralarım Benden Önce Vardı: Uygarlığın Kuruluş Mitlerine Dair Feminist Bir Okuma”. E-skop, 24/05/2019.