Sanat eseri bazen ilham verir, bazen düşündürür, bazen de birbiriyle ilgisizmiş gibi görünen zamanların kesişme noktası hâline gelir. Milli Saraylar Resim Müzesi’nde, Ayvazovski tablolarının sergilendiği bölümü gezerken bir resim özellikle dikkatimi çekti: “Kumsalda Öküz Arabası”. İmgesel bir resim değildi bu; sahile çekilmiş bir öküz arabasıyla kıyıya yakın bir yere demirlemiş bir yelkenli birlikte resmedilmiş, muhtemelen bir kara ve deniz aracının, yürüyenin ve yüzenin zıtlığı üzerinden bir etki elde edilmek istenmişti. Elbette sahilde büyüyenlerin gözü ilkin yelkenliye, benim gibi denizden uzak bir kara parçasında büyüyenlerin gözü iki yorgun hayvanın çektiği arabaya takılacaktı. Arabanın üstündeki kadın, bu zıtlığa yeni bir zıtlık ekliyordu. Hayvanların ve arabaya yaslanmış oturan adamın yorgunluklarını hayatla, neşeyle dengeliyordu sanki. Deniz ve kara, erkek ve kadın, yorgunluk ve enerji, renksizlik ve renk…
Bütün bunlar, amatör bir resim okuyucusunun izlenimlerinden ibaret. Resme beni asıl çeken, baktığım anda onun kesin bir biçimde bir makaleyi ve kitabı çağrıştırmasıydı: “Galiplerin En Yalnızı” (The Loneliest Victors) ile Kara ve Deniz’i. [1] New York Times gazetesinin 22 Nisan 2003 tarihli nüshasında Wolfgang Schivelbusch imzalı bir yazı ve yazıya ait bir fotoğraf yer alıyordu. [2] Fotoğraf, Amerika’yla Irak arasında yapılan barış antlaşmasına aitti ama antlaşma masasında sadece Amerikalı askerler oturuyorlardı. Düşman öylesine kriminalize edilmişti ki yenilgisini imzalatmak için bile masaya yaklaştırılmıyordu. Schivelbusch bu garip fotoğrafı, tarihi geriye doğru çekerek yorumlamaktaydı. 1815 Viyana Barış Konferansı’nda Fransa’nın temsilcisi Talleyrand, yenilmişlerin temsilcisi olmasına rağmen kurumundan geçilmiyordu. Belli ki hâlâ “düşmanlık ahlâkı”nın bulunduğu bir dönemdi o dönem; galipler mağluplarla masaya oturmakla kalmaz, onların yarasını daha fazla deşmemeye bilhassa dikkat ederlerdi. “Ama” diyor Schivelbusch, ilk kez Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda müttefikler, düşmanları Almanları, barışı müzakere etmek için değil, sadece antlaşmayı imzalamak için çağırdılar: “Bu yüzden Almanlar Versay Antlaşması’na ‘diktat’ demişlerdir.” [3] 1918’de imzalanan Versay, 2003’te imzalanan Irak – Amerika antlaşmasının ilk taslağı gibiydi. İlkinde mağlup ülkenin temsilcisi çağrılıp şartlar dikte ettirilmiş, ikincisinde masaya bile yaklaştırılmamıştı. Masada oturanlar “galiplerin en yalnızı” idiler.
Wolfgang Schivelbusch’ın yazısı, Carl Schmitt’in Kara ve Deniz kitabındaki düşüncelerle paralellik gösteriyordu; muhtemelen yazar da Schmittyen ekole yakın bir isimdi. Schmitt dünyaya egemen olan tarihsel güçleri, kara ve deniz güçleri olarak ikiye ayırıyor; deniz, efsanevi balık Leviathan’la, kara ise güçlü hayvan Behemoth’la simgeleştiriliyordu. 17. yüzyıla kadar dünyaya egemen olan kara güçleri, her galibiyetin bir mağlubiyeti olduğunu daha zafer sarhoşluğunu yaşarken bile akıllarından çıkarmazlardı. İyi kötü bir bilgelikti bu. Zafer kazananlar, yenilenleri ağırlarken onlara mümkün olduğunca nazik davranırlar, barışı müzakere etme hakkı tanırlardı. Schmitt’e göre 17. yüzyıldan itibaren kara güçlerinin yerini İngiltere merkezli deniz güçleri (dolaylı olarak liberalizm), kara hukukunun yerini de korsanlık kültürü devraldı. Kuşkusuz denizlerin bir sınırdan azade olması bu kültürün sebeplerinden biriydi. Korsanlık kültürü zamanla egemen dünyanın zayıflara karşı uyguladığı, çoğunlukla hukuksal bir gerekçeye de ihtiyaç duyulmayan eylemlerin önünü açtı. 2003’te Amerikalı askerlerin antlaşma masasına “lekeli ve suçlu” düşmanı yaklaştırmamış olmaları, bu kültürün sonunda vardığı yeri göstermek açısından önemliydi. Leviathan, Behemoth’u tarihin merkezinden uzaklaştırmış, kendi kuralsızlığını kural hâline getirmişti.
Milli Saraylar Resim Müzesi’nde, Ayvazovski’nin “Kumsalda Öküz Arabası” resmine bakarken öküzleri Behemoth’a, sahile yakın bir yerde demirlemiş beyaz yelkenliyi de Leviathan’a benzettim kendiliğinden. Resmin bendeki ilk çağrışımı bunlardı. Kara ve deniz, efsanevi güçleriyle yan yana duruyor, bana o bakış aralığında bir kez daha tarihi sorgulatıyordu. Ama bir sanat eseri bunu sıkça yapar; amacından/niyetinden çok ötede çağrışımlara sebep olur. Yine de şairane bir hisse kapılmadım değil; bütün ziyaretçiler gittikten ve kapılar kapatıldıktan sonra, sahile bakan müzenin loşluğunda denizin dalgaları çalkalanıyor ve bir ses ona şöyle diyordu: “Leviathan da bir gün yorulacak!”
Ali Ayçil
*Kapak resmi: İvan Konstantinoviç Ayvazovski, “Kumsalda Öküz Arabası”, 1873.
[1] Carl Schmitt, Kara ve Deniz: Bir Dünya Tarihi İncelemesi, Çev. Gültekin Yıldız, İstanbul: Vakıfbank Yayınları, 2018.
[2] Wolfgang Schivelbusch’ın yazısı, Selim Karlıtekin tarafından çevrilerek Dergâh dergisinin Nisan 2020 tarihli 362. sayısında yayımlanmıştır.
[3] Wolfgang Schivelbusch, “Galiplerin En Yalnızı”, çev. Selim Karlıtekin, Dergâh, sayı 362, Nisan 2020.
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.