Kültürün siyasal bir içerimi olduğu, daha doğru bir ifadeyle kültür eleştirisinin siyasalın edinimi lehine gerekli olduğu fikrinden hareketle bir direniş edebiyatının varlığından söz edilebilir. Burada edebiyat, salt siyasal amaçlara hizmet eden bir araç olması bakımından eleştirilir. Kültürel siyaset eleştirisi olarak ortaya çıkan direniş edebiyatı, siyasî hedefler ve amaçlar uğruna kültürün ehlileştirilmesi, araçsallaştırılması ve dezenformasyon aracı olarak medyatikleştirilmesi anlamında olumsuz bir çağrışıma işaret ederek kültür ve siyaseti eşdeğer tutar; örneğin romancı ve devrimci arasında neredeyse hiçbir fark görmeyen bir siyasal tutumun içinden konuşur. Ayrıca tarihi Filistin topraklarındaki siyonist kuşatmanın uzun, incelikli ve detaylı tarihi göz önünde bulundurulduğunda Filistin halkının ve tarihi Filistin topraklarının var olma mücadelesine eşdeğer ve bu mücadele ile eşzamanlı bir Filistin Direniş Edebiyatı’nın varlık alanına da işaret eder. Zaman zaman, siyasî mücadeleyi sezgisel olarak tasarlayan, onu önceden fark eden ve kuran bir siyasal konumun edebiyatçıya atfedildiği de görülür. [1] Böylece tarihsel malzemeyi kendi lehine yeniden yorumlayarak direnişin özgün bağlamında devrimci bir ideaya referans verir. Filistin özelinde direniş edebiyatı ifadesi, ilk çağrışımları itibariyle edebiyatın doğrudan siyasal mücadelenin bir alanı olduğu savından hareketle edebiyat ve siyaset ilişkisini direnişçi bir ethos içinden kurar. Ancak ilk çağrışımın ötesine geçerek direniş edebiyatının içeriği hakkında daha detaylı inceleme yapmak gerekmektedir.
“Direniş Edebiyatı” Kavramı
Direniş edebiyatı, Filistinli siyasî aktivist ve edebiyatçı Gassan Kanafani’nin öne sürdüğü bir kavram olarak teorik yazına dahil olmuştur. Bir edebiyat biçimini tanımlamak amacıyla geliştirilen bu kavramın, edebiyatı siyasi mücadele ile denk tutan bir yaklaşım içinde geliştiğini söylemek mümkündür. Ortaya çıkış şartları itibariyle bu kavram, 1960’ların sömürge karşıtı mücadelelerinin geniş tarihsel bağlamına yerleşir. Barbara Harlow, Gassan Kanafani’nin Filistin Edebiyatı’ndan “direniş edebiyatı” olarak bahsetmesinde etkili olan tarihsel bağlamı “Afrika, Orta ve Güney Amerika ile Orta ve Uzak Doğu’daki Batılı emperyalist tahakküme karşı verilen çağdaş ulusal kurtuluş mücadeleleri ve direniş hareketleri” olarak tanımlar. [2]
Bu özgün tarihsel bağlam içinde, Kanafani’nin 1966 yılında hazırladığı Literature of Resistance in Occupied Palestine (LROP) metni, doğrudan siyonist işgâl altındaki toprakların görünürlüğü lehine bir direniş kurgusu olarak ele alınabilir. Burada edebiyat, salt kendisi olarak siyasaldır; zira genel anlamda Arap yazını, özel olarak ise Filistin halkının varlığını ve görünürlüğünü ifade eden yazın, kültürel bir kuşatma altında kabul edilir. Barbara Harlow’a göre:
“Kanafani’nin çalışmasını kaleme aldığı 1966 yılında, işgâl altındaki Filistin edebiyatı, İsrail’deki resmi baskı ve sansür ve Arap dünyasındaki ihmâl nedeniyle, o zamanlar 18 yaşında olan İsrail devletinin sınırları dışında büyük ölçüde bilinmiyordu. Bu nedenle Kanafani’nin araştırma ve çalışmalarının çoğu, “kültürel kuşatma” olarak tanımladığı durum karşısında, İsrail işgâli altındaki Filistin Edebiyatı’nın varlığını ve maddi üretim koşullarını belgelemekle ilgilidir.” [3]
Doğrudan Kanafani’nin ifadeleriyle, kuşatmanın çok yönlülüğü şöyle ifade edilir:
“Birincisi, esasen işgâl altındaki topraklarda kalan Arapların [Filistinlilerin] büyük bir bölümü, sosyal koşulları nedeniyle, bir yazar ve sanatçı nesli yaratacak bir tür bilgiye / kültüre ihtiyaç duyuyorlardı. İkincisi, kırsal kesimden gelen yetenekli insanların göç ettiği, daha önce onlara öğrenimleri için kapılarını açan komşu şehirler, onlara yasak ve düşman olan Yahudi yerleşimlerine dönüşmüştü. Üçüncüsü, büyük şehirlerde Arap Edebiyatı’na karşı kasıtlı bir kültürel boykot duvarı yükseldi. İşgâl altındaki topraklardaki Araplar [Filistinliler], modern akımlardan ve aralarındaki kültürel alışverişten el çektiler. Dördüncüsü, sömürgeci askeri yönetim, onlara arzu ettiği türden bir edebi üretim ve dolaşımı dayattı. Bu, hiçbir şekilde işgâl altındaki topraklardaki Arapların [Filistinlilerin] üretmek istedikleri türden bir edebiyat değildi. Beşincisi, yayın araçlarına ilişkin kısıtlamalar mevcuttu. Bir taraftan hükümetin gözetimine maruz kaldılar, diğer taraftan siyonist finans lobisi onlardan, işgâl altındaki topraklardaki Arapların[Filistinlilerin] anlatmak istediklerini tam anlamıyla ifade etmeyen türden bir şeyler yayınlamalarını istedi. Altıncısı, işgâl altındaki topraklardaki Arapların [Filistinlilerin], özellikle de kırsal kesimdeki halkın yabancı dil bilgisinin az olması, küresel üretim hareketlerinden ve bunların etkilerinden neredeyse tamamen kopmaya yol açtı.” [4]
Bu kuşatmanın psikolojik zeminini yerinden eden ilk direniş biçimi, edebiyat özelinde gelişmelidir. Bu savdan hareketle direniş edebiyatı kavramsallaştırması, teorik açıdan olgunlaşmış edebî bir tekliften daha çok, Batı emperyalizminin bir türevi olarak en geniş biçimiyle muhatap kabul edilen siyonist kuşatmanın söylemsel zırhını delmek, kurgusunu fâş etmek, zeminini yerinden etmek ve görece üstünlüğünü sarsmak amacıyla öne sürülen siyasal ve bütüncül bir tekliftir. Geniş anlamıyla savaş kavramıyla yakından ilişkilidir. Bu edebiyatta yalnızca “düşman”ın bir öteki olarak deşifre edilmesi düzeyinde bir dışsallık söz konusu değildir. Aksine, kendi tarihsel rollerinin ve sınırlarının yeniden keşfine davet edilen Filistinli özne, doğrudan direnişe davet edilmektedir. [5] Bir yanıyla bir belgeleme, bir yanıyla devrimci bir direnişin sürekli kılınması anlamında teyakkuz edimi olarak ortaya atılan direniş edebiyatı kavramı, etik-politik bir zeminin kendi özgün tarihsel bağlamında yeniden inşasını teklif etmektedir. Direniş edebiyatı, süreklilik ısrarı içinde bir belgeleme uğraşısıdır. Tarihe karşı tarih, [6] zamana karşı zaman, işgale karşı mücadele olarak ortaya çıkan bu “belgeleme” uğraşısı, itkisini kendinde taşıyan bir adalet arayışı olarak da okunabilir. Yalnızca birer sayıdan ibaret olmayan “Filistinliler”in varlığının belgelenmesi anlamında değil sadece, her birinin kişisel tarihinin, toprakla irtibatını da içeren mekânsallığının, yürüttüğü mücadeledeki etkin ve iradeli öznelliğinin belgelenmesi anlamında da bir direniş söz konusudur. Maha Bader, hem 1948’in yıkıcı etkisini, hem de yazma pratiğinin önemini aktardığı tez çalışmasında şu sözlerle yukarıdaki cümleleri destekler gibidir:
“1948 olayları modern Arap romanını yeniden şekillendirdi. Karışıklık ve sessizlik temaları bu anlatıların büyük bir bölümünü üstlendi. Dahası, 1948’den sonra, Gassan Kanafani gibi yazarlar felâkete karşı harekete geçmenin bir yolu olarak yazmayı seçtiler. 1948’den sonra yazmak, bir direniş biçimi hâline geldi. Bu yazarlar geçmişi yeniden yaşayamayacaklarını biliyorlardı; ancak yazılarının bu konudaki düşüncelerini ve duygularını dile getirmenin bir yolu olabileceğine inanıyorlardı. Siyonist Yahudilere kendilerine ait olmayan bir toprağı, devlet kurmaları için veren Arap liderleri ve İngilizler karşısında ne kadar hayal kırıklığına uğramış olurlarsa olsunlar, hikâyelerini anlatmanın önemini anladılar.” [7]
Direniş ve yazma eylemi arasındaki bağ, edebiyata siyasal bir anlam yüklendiği ölçüde kopmaz bir bağ hâline gelmektedir.
Kanafani ve Direniş Edebiyatı
Gassan Kanafani’nin Mart 1967’de, Sovyetler tarafından desteklenen Afro-Asyalı Yazarlar Derneği’nin (AAWA) Beyrut’taki konferansında [8] sunduğu metindeki direniş kavramı, soğuk savaş ve emperyalizm şartlarında geliştirilen “emperyal sızma” ve “kültürel sızma” faaliyetlerine karşı bir direniş olarak şekillenmiştir. Kanafani’nin direniş kavramına yüklediği anlamın uzamı, salt Filistin direnişinin değil, küresel ulusal kurtuluş mücadelelerinin ve radikal siyahi hareketlerin mücadele düzlemiyle genişleyerek devrimci bir ethosun içinde kuramsallaştırılır. Kanafani’nin 1967’de yayınladığı “Siyonist Edebiyat Üzerine” adlı araştırması da, direniş edebiyatını kavramsallaştırdığı çalışmasının bir altlığı sayılabilir. [9] Bu araştırmada Kanafani, siyasi siyonizm dediği salt siyasi edimlerin yanı sıra, edebi siyonizm dediği kültürel siyonist alanı işaret eder. Argümanını kurma biçimi, oldukça radikaldir: Siyasi siyonizm, edebi siyonizmin hazırladığı zemin üzerine kurulmuştur. Kültürel kuşatma olarak tarif ettiği emperyalist siyonist kuşatmanın zihinleri, psikolojileri, imgeleri ve kavramları yeniden kuran edebi çabalarını önce anlama sonra fâş etme çabası olarak kaleme aldığın çalışmasında romantizme karşı gerçeklik kavramını öne sürer. Söz konusu romantizmin, edebi siyonizmin kültürel kuşatmasının bir unsuru olduğunu ifade eder. Buradaki gerçeklik vurgusu, 1960’ların küresel devrimci ethosunun ürettiği toplumsal gerçekçilik fenomeniyle de yakından ilişkilidir.
Edebiyat eleştirmenleri, Kanafani’nin direniş edebiyatı kavramsallaştırmasında ve kendi edebî serüveninde edebî açıdan birçok etki tespit etmişlerdir. [10] Ancak Elizabeth Holt’un yerinde bir tespitle Fayiz Rashid’ten aktardığı gibi çok az eleştirmen, Kanafani’nin bu kavramı geliştirmesinin altında, İngilizce yazılan ya da İngilizceye çevrilen siyonist edebiyata yönelik doğrudan ya da dolaylı bir tepkinin yattığına işaret etmiştir. [11] Kanafani’nin 1965’te Beyrut’ta “Irk ve Siyonist Edebiyat” konuşması, 1966’da yayınladığı İşgâl Altındaki Filistin’de Direniş Edebiyatı başlıklı çalışması ve onu takip eden 1967 yılında yayınladığı Siyonist Edebiyat Üzerine adlı çalışması, giderek tezlerini geliştiren bir düşünür sürekliliği içinde düşünülmelidir. Siyonist Edebiyat Üzerine’de Kanafani, edebiyatın siyonistlerce bir silah olarak kullanıldığına, edebiyatın adeta maddi anlamda askeri bir güce sahip olduğuna dikkat çekmiştir:
“Siyonist hareket, edebiyat silahını öyle etkili bir tarzda kullanmıştır ki bu ancak hareketin siyaseti kullanmasıyla boy ölçüşebilir. Siyonist edebiyat, siyonist hareketin can alıcı ve ayrılmaz bir parçasıydı; siyasi siyonizm yalnızca propaganda çalışmalarında değil, siyasi ve askerî seferberliklerinde de bu edebiyattan ziyadesiyle faydalandı… Edebi siyonizmin siyasi muadilinin zeminini hazırladığını ileri sürmek abartı olmaz. Edebi siyonizmin mahsulü olan siyasi siyonizm, dünyaya gelir gelmez kendi muazzam projesinde ona biçilen rolü oynaması için edebiyatı hizmetine koştu. Siyasi siyonizm her ne kadar şovenizmin ve ırkçılığın ürünü olsa da, bu özellikleri ilk gösteren o değil, edebî siyonizm olmuştu. Gerçekten de bu şovenist ve ırkçı akım, Yahudi dininin siyasallaştırılmasıyla birlikte, ilk önce edebiyatta açığa vurulmuştu.” [12]
Siyonist edebiyatı, siyasi siyonizm diyerek salt siyasal çağrışımlarına işaret ettiği devlet kökenli hareketten ayırarak siyasi olanı kurucu pozisyona yerleştiren Kanafani, direniş edebiyatını böylesi bir dezenformasyon medyasının karşısına yerleştirir gibidir. Ancak doğrudan bir anti-dezenformasyon aracı olarak değil, ontolojik bir direniş biçimi olarak. Sorduğu sorulardan bazıları, siyonist edebiyata yüklediği kurucu vasfın niteliğini anlamak açısından önemlidir:
Cevaplanmaları elzem olan birçok soru geliyor akla: Daniel Deronda gibi bir kitabın ne tür bir marifeti vardır ki İsrail devleti 1948 yılında kurulur kurulmaz Tel Aviv’in en önemli caddelerinden birine bu kitabın yazarının adını vermiştir? Exodus gibi bir romanı, her meşrepten Batılı okurun Ortadoğu’da cereyan eden olayları anlamak için başvurduğu neredeyse yegâne kaynak hâline getiren neydi? 1948 sonrasında yazılan siyonist romanlar tarihi nasıl tahrif etti, olguları nasıl eledi ve Batılı okurlarını haksız bir davayı desteklemeye nasıl yönlendirdi? Nobel Komitesi, ödül için aranan edebî ölçütlerin hiçbirini tutturamayan gerici ve şovenist bir yazar olan Shumel Yosef Agnon’a 1966 yılında neden ödül verdi? Batı’daki siyasi yorumlarda kullanılan ifadelerin siyonist romanlarda yer alan kalıp ifadelerle neredeyse birebir örtüşmesi tesadüf mü? Batı basınının İsrail’in 1967 tarihli saldırısına verdiği tepki derinlemesine düşünülmemiş yüzeysel bir tepki mi, yoksa siyonist edebiyat ve sanat aygıtının uzun süredir yürüttüğü kültürel dezenformasyon çalışmasının doğal bir sonucu muydu? Bu habercilik tarzının zeminini hazırlayan, zaten bu dezenformasyon çalışması değil miydi? Batılı okurlar, Yahudi olmayanlar tarafından benimsendiğinde utanç verici ve kabul edilemez buldukları ırkçı ve faşist görüşlerle siyonist romanlarda karşılaştıklarında neden rahatsız olmuyorlar?
Edebî siyonizmi, kolonyal düşüncenin, Avrupa-merkezciliğin ve Batı emperyalizminin bir uzantısı olarak ele almasını sağlayacak bu sorular, en geniş çerçevede siyonizmin Balfour Deklarasyonu’ndan önceki hâllerine dikkat çekmektedir. Kanafani, siyonist edebiyatın “gerçekleri ve tarihi çarpıtan, aldatmacalara başvuran, tezli ve dezenformatif” yönünü işaret eder:
“Misyonlarına olan bağlılıkları -ki göreceğimiz üzere özünde mantıken hatalı bir misyondur- bu sanat eserlerinin propagandist niteliklerinden kurtulma kabiliyetlerine ket vurmuştur. Bu da Siyonist edebiyatı siyasetin güdümündeki diğer edebiyatlardan temelden farklı kılar; çünkü bu edebiyat, önceden varılmış bir sonucu desteklemek amacıyla olguları eğip büken bir edebiyattır. Bu süreçte gerekirse tarih tümden çarpıtılır (hatta zaman zaman düpedüz aldatmacalara başvurulur) ve üst üste bindirilmiş analiz ve hipotezlerle çelişebilecek her şey atlanır. Bu eğilimi içtenlikle ifade eden ilk kişinin Theodor Herzl olduğuna hiç şüphe yok. 20. yüzyılın başında yayınlanan The Old New Land (Eski Yeni Vatan) başlıklı romanı Herzl’in siyasi siyonizminin habercisiydi. Öyle ki Herzl’i sanatçıdan siyasal bir figüre çeviren başat etkenlerden biriydi bu roman. Herzl, her ne kadar Birinci Siyonizm Kongresi’ni toplamak için edebiyat kariyerini bırakmaktan büyük pişmanlık duyduğunu ifade etse de, sonradan romanını sanatsal bir kaygıyla yazmadığını, tamamıyla propaganda amacı taşıdığını itiraf edecekti.” [13]
Kanafani, yalnızca Herzl’in dönemine ve öncesine işaret etmez. Örneğin, yukarıda Nekse olarak adlandırılan 1967 yenilgisinden tam 7 ay önce, Nobel Edebiyat Ödülü ilk kez İsrailli bir yazara, Shumel Yosef Agnon’a verilmiştir. “Yahudi halkının kültürel mirasını yazılı ifadelerle sunmak gibi zor bir işi başardığı” belirtilen Agnon’un ödül alması, Kanafani için edebiyatın Balfour Deklarasyonu’dur:
“Bu sözler ile 5 Haziran 1967’de başlayan saldırı arasında yalnızca yedi ay var. Nobel Komitesi Agnon’un şovenist, ırkçı ve gerici yazılarında İsrail’in dünyaya verdiği mesajın doğru bir temsilini bulduysa, çoğu Batılı medya kuruluşu da İsrail’in 1967 saldırısında benzer bir mesaj buldu. Bu iki olay, ırkçı düşünce ve edebiyatın aldatmacaları, endoktrinasyonu ve propagandalarıyla geçen uzun yılları taçlandırıyor. Sözde ırksal ve etnik üstünlüğe dayalı saldırganlığın onaylanması ve meşrulaştırılması üzerine kurulmuş bir yapının doğal ve mantıksal uzantısıdır bu.” [14]
Kanafani’nin eserlerinde kendisinden alıntıya pek rastlanmasa da, Rus-Polonya Yahudisi olan Maxime Rodinson, henüz 1967’de Sartre’ın Les Tempes Modernes dergisinde yayınlanan yazısında siyonizmin Herzl çizgisi dışında kalan argümanlarına dikkat çeker. Rodinson, makalesinde siyonistlerin kolonyal, mülksüzleştirici ve insansızlaştırıcı olduğuna ilişkin iddialara karşı çıkan, çoğu sosyalist kökenli siyonist iddialara yer verir. Bu iddialarda tespit ettiği en temel nokta, Arapların emeğini asla sömürmediğini söyleyen, siyonizmin hiçbir şekilde kolonyal ve emperyal olmadığını belirten sosyalist siyonist örneklerde görülen “Filistin halkını yok sayma” pratiğidir:
“Rusya ve başka ülkelerdeki Yahudi esnaf, satıcı, zanaatkâr ve aydınların bu arzularını emperyalizmin kavramsal yörüngesine sokan, kimsenin önemser görünmediği küçük bir ayrıntı vardı: Filistin’de başka bir halk yaşıyordu. Doğu Avrupa’daki Yahudi kitlelerinin Filistin’deki yerli nüfus hakkında ne tür fikirleri olduğunu görmek için dönemin gazete ve kitaplarını taramak çok ilginç olurdu. Muhtemelen pek bir fikirleri yoktu; varsa da gerçeklikten epey uzaktı. Kaldı ki uzak bir gelecekte gerçekleşeceği düşünülen ülküler çerçevesinde, Rus Yahudilerinin o dönemki tabirle “Filistinofil” tutumlarında net tanımlanmış bir siyasi hedef yoktu; dolayısıyla Filistin’in yerli nüfusu mesele bile edilmiyordu.” [15]
Kanafani, siyonizmin en geniş çeperlerinde dahi görülen bu yok sayma edimine karşı, siyonist mağduriyet teziyle irtibat kurar. Eserlerinde, özellikle Hayfa’ya Dönüş’te Yahudi karakterlerin insanlığına odaklanarak İsrailli siyonistlerin Filistinlilerin çektiği acılar ile Nazilerin Yahudilerin çektiği acılar arasında bağlantı kurmaya çalışır. Buradaki amacı siyonizmi meşru görmek değildir elbette. Öteki ile kurulan irtibatta, acı üzerinden bir ortaklık kurma çabası olarak okunabilir bu tutum. Ancak, sürgün yaşayan bu “iki halkın (Filistinlilerin ve İsraillilerin) mağduriyet ortaklığı, siyonistlerin Filistin halkını mağdur etmesine yol açmamalıdır. Oysa görünen durum budur. Rodinson, bu gerçeği şu sözlerle dile getirir:
“Yahudilerin birçoğu ata dinlerinden az çok uzaklaşmış olsalar da, etkisini kaybeden tüm ideolojilere özgü o tutarsızlıkla, böylesi kalıcı bir kültürel gelenekte nesilden nesle aktarılan Filistin bağlılıklarından hiçbir şey kaybetmemişlerdi. Siyonist hareketin milliyetçi kanadı, Yahudilerin tarihsel olarak tescillenmiş vatanlarının merkezî yer tutacağı bir ideolojik gelişmeyi savunmamazlık edemezdi. Sosyalistler bile ister Marksist ister Tolstoycu olsunlar, Yahudilerin yeni bir yurtta yeniden toplanması fikrine meylettikten sonra bu yer tercihini benimsediler. Sadece Yahudilerden oluşan bir sosyalist toplumun bir yerlerde kurulması gerekiyordu; bunun için Yahudi tarihinin tamamında işaret edilen yerden daha iyi bir seçenek olabilir miydi?” [16]
Mağduriyet teziyle irtibat kurmak, siyonist hümanizmin tüm ideolojik parametrelerini çökertecek bütüncül bir etik tutumun göstergesidir. Kanafani’nin tutumu ile, tarihi 7 Ekim olaylarından sonra başlayan sömürgeci kuşatmanın askeri saldırısında şair ve akademisyen Rifat el Arîr’i [17] bağlayan hat, ideolojik konumlanmalar yeterli bir özdeşim sunmasa bile, bu mağduriyet tezinin etik bir yönelimle çürütülmesi ve Filistinli bir direniş etiğinin kuşatıcılığında eritilmesidir. Böylece Filistinli, yalnızca kendi gerçek mağduriyetinin acısına ve yasına sığınmama erdemini göstermez, bu direngen tutum ile “düşmanını” da insansılaştırır; onun tüm insansızlaştırma pratiklerine rağmen güçlü bir duruş sergiler. Yiterken yitiren değil, yitmeye direnirken kurtaran olur. Burada epik bir sahneden çok, etik ve sarsılmaz bir sahne mevcuttur. Direniş edebiyatının etiko-politik zemini, bu sahneyi kuran esasta teşekkül eder.
Direniş edebiyatı kavramını, bu saldırmaya hazır ve adeta “silahlı” siyonist edebiyat anlatısının bir ahlakî ötekisi olarak düşünmek de mümkündür. [18] Maha Bader, Ayoub’dan aktararak “siyasi sıkıntı veya savaş zamanlarında edebi üretimin büyük ölçüde arttığını ve bunun da direniş edebiyatına katkıda bulunduğunu” belirtir. Bader’e göre Filistin romanı, İngiliz mandasının ve daha sonra İsrail işgâlinin neden olduğu siyasi kargaşanın ardından gelen siyasi değişimlerden ve huzursuzluktan büyük ölçüde etkilenmiştir. Romanların çoğu, kurtuluş mücadelesi veren insanların çektiği acılarla ilgili siyasi temalara odaklanır ve “öteki” fikri, özellikle de İsrailli veya “Yahudi öteki” fikri etrafında odaklanır. [19] Filistin Direniş Edebiyatı’nın en bilinen isimlerinden biri sayılabilecek şair Mahmud Derviş de ötekilik hâline dikkat çeker:
“Öteki yani İsrailli hakkında bilgi sahibi olmak tartışılmaz bir kültürel yükümlülüktür. Onunla nasıl uzlaşacağımızı ya da ona karşı nasıl savaşacağımızı bilmek için İsrailliyi tanımak zorundayız. İsrailli ve Arap bilinci imajı, kültürel bilginin gereklilikleriyle çelişen soyut ve prototipik bir imajdır.” [20]
1967 yılında yaşanan ve 1948’deki Nekbe’ye atıfla “Nekse” [21] olarak adlandırılan yenilgi, Kanafani’yi değişen koşullarda direniş edebiyatının nasıl şekillendiğini tartışacağı yeni bir çalışma yayınlamaya da itmiştir. [22] Nitekim Barbara Harlow da Kanafani’nin ön araştırmasından iki yıl sonra yazdığı “işgâl altındaki Filistin Edebiyatı” üzerine ikinci çalışmasında, silahlı direniş ile direniş edebiyatı arasındaki ayrılmaz ilişkiyi ileri sürer. [23] Kanafani’nin “silahlı direniş dışta bir kabuk değildir; toprağın derinliklerine kök salmış bir tohumun meyvesidir. Eğer kurtuluş, bir silahın namlusundan fışkırıyorsa o zaman silahın kendisi de bir kurtuluş arzusundan doğar ve kurtuluş arzusu en geniş anlamıyla direnişin doğal, mantıklı ve kaçınılmaz sonucundan başka bir şey değildir; reddetme ve köklere ve mevzilere sıkı sıkıya bağlı kalma.” sözleri, onun geçtiği devrimci aşamayı özetler niteliktedir. [24]
Kanafani’nin LROP’ta öne sürdüğü ayrım, onun bütüncül perspektifi açısından önemlidir. Kanafani, iki tür edebi üretim arasında bir ayrım yapar: “işgâl altında” yazılan edebiyat ve “sürgünde” yazılan edebiyat. [25] Nida Arif, bu ayrımın iki eleştirel ön kabule dayandığını belirtmiştir: Birincisi, “Direniş Edebiyatı”, paylaşılan bir toprakla, kimlikle ya da mücadele ile kolektif bir ilişki içinde olan bir “halk”ı varsayar. [26] İkinci olarak, bu halkı müşterek topraklarında ya boyunduruk altına almış ya da onları sürmüş bir “işgâlci gücün” varlığını var sayar. Bu sebeple edebiyat, diğer toplumsal üretimler gibi Kanafani’nin analizinde “bir mücadele alanı” hâline gelmiştir. [27]
Aslında henüz 1965’te, Kanafani’nin “direniş edebiyatı” metni muhtemelen düşünsel hazırlık aşamasında iken, Ufuq al-Jadid (Yeni Ufuklar) dergisinde bir Nekbe edebiyatı soruşturması yapılmıştır. [28] Bu dergi, Filistinli şair Amin Shunnar’ın (1933-2005) editörlüğünde 1961’den 1966’ya kadar yayınlanan Kudüs merkezli bir kültür ve edebiyat dergisidir ve içeriğinin büyük bölümü Filistin’i temel bir mesele olarak ele almıştır. [29] Soruşturmanın giriş yazısında Shunnar, 1960’larda Nekbe edebiyatının yoksulluğuna dikkat çekerek, edebiyatçıların Nekbe’nin trajedisini ve dehşetini yeterince yaratıcı terimlerle kayda geçiremediklerini ileri sürmüştür. Shunnar’ın teklifi, “gerçek ve zengin” bir Nekbe edebiyatı üretmektir. [30] Aynı dergide soruşturmaya katılan Ghâdah al-Sammân, Arap yaratıcılığının bir “Nekbe Edebiyatı” yazamadığını belirterek, buna ilişkin bir kültür ekonomisinin mevcut olmadığından ve kendi özgün dilini oluşturamadığından şikayet eder. [31] Al-Jayyûsî de Nekbe edebiyatının yüksek kaliteli örneklerinin “az ve düzensiz” olduğu sonucuna varsa da, bunun yetersiz olarak nitelenmesine karşı çıkar. [32] Ghâdah al-Sammân, Deir Yasin’deki katliamcıları veya Yafa’nın yakılmasını anlatan bir destan yayınlayacak bir Arap Homeros’un yokluğundan yakınırken Nekbe edebiyatını üretmenin “gerçekleştirmesi imkânsız bir edebî yaratma işi” olduğunu belirtir. [33] İzzeddin al-Manasrah da Nekbe hakkındaki çağdaş edebiyatın, birkaç şiir koleksiyonunun yanı sıra dergi ve gazetelerde yayınlanan birkaç şiir ve kısa öyküden fazlasını kapsamadığını, Arap edebî bilincinde Nekbe deneyimi hakkında farkındalık eksikliği ve yazarlar arasında bilgi eksikliği olduğunu belirterek bu edebiyatın henüz tam potansiyeline ulaşmadığını söyler. [34] Yine de umutsuz değildir: “Ne var ki [Arap] hükümetler ve yayıncılar bu edebiyata karşı görevlerini tüm bileşenleriyle yerine getirirlerse, geleceği çok daha parlak olacaktır.” Soruşturmaya katılan bir diğer önemli isim olan Cabra İbrahim Cabra ile Kanafani arasında düşünsel bir ortaklık olduğu söylenebilir. Cabra’nın sözleri çarpıcıdır:
“Bana öyle geliyor ki en iyi Nekbe Edebiyatı, Nekbe’yi aştığımız ve kaybettiğimiz toprakları geri aldığımız gün yazılacak. O zaman Arap ruhundaki trajik felâketi keşfedeceğiz ve zihinlerimiz katlandığımız trajedinin bir resmini oluşturma yeteneğine sahip olacak. Örneğin, John Paul Sartre’ın üçlemesi Les Chemins de la Liberté‘yi ele alalım. Tahmin edebiliyorum ki Fransa Almanların boyunduruğu altında kalsaydı, meselâ Sartre İngiltere’de bir mülteci olarak yaşıyor olsaydı, romanlarını aynı güçte yazamazdı. Üçüncü cilt La Mort Dans l’âme‘nin konusu olan Fransız felâketi [al-Nakbah al-Faransiyyah] dönemini başarılı bir şekilde tasvir etmek için Sartre’ın savaşın bitiminden ve ülkesinin kurtuluşundan sonra beş ya da altı yıla daha ihtiyacı vardı. Peki Almanlar, Alman felâketinden sonra, onu kronikleştiren “duygusal bir belge” oluşturan ne yazdılar?”
Cabra ile Kanafani arasındaki ortaklık, Kanafani’nin yukarıda bahsettiğimiz ayrımını hatırlatacak şekilde farklı bir boyut kazanır. Kanafani, muhtemelen Cabra’nın “Nekbe geçtikten sonra en iyi edebiyat yazılacak” savına yakın düşünüyordu ancak Filistin mücadelesini bu durumdan daha farklı görüyordu. LROP’ta şöyle yazmaktadır:
“Direniş edebiyatının tarihini yazma girişimi, çok açık nedenlerden dolayı (ayrıntılarına girmeye gerek yok) genellikle kurtuluştan sonra yapılır. İşgâl altındaki Filistin’de direniş edebiyatı söz konusu olduğunda, genel olarak Arap okurun, özel olarak da yerinden edilen Filistinli okurun bu konuda sürekli bilgilendirilmesi gerekir. Onlara da işgâl altındaki topraklardaki Araplar gibi görüyor. Benzer bir dizi motivasyonla ilerliyor. Kuşkusuz aynı temel meseleleri ele alıyor.” [35]
Görüldüğü gibi Kanafani, sürgündeki edebiyatçı ile işgâl altındaki topraklarda yaşayan edebiyatçıyı, direniş edebiyatı özelinde birleştirmektedir. Ancak ufak bir farklılık gözetir: Sürgündeki edebiyatın romantikleşme meyli, [36] Kanafani’nin önerdiği gerçeklik ile farklılaşmaktadır. Kanafani bu farklılığın ısrarla altını çizerek söz konusu ikili ayrımı direniş edebiyatı çatısı altında birleştirir:
“Bu alandaki kıt kaynaklara dayanarak eleştirmen iki temel gözlemde bulunabilir: Birincisi, sürgün şiirinden farklı olarak işgâl altındaki topraklarda şiir; gözyaşı, ağıt ya da umutsuzluktan oluşmaz. Aksine [şiir], kalıcı devrimci bir şafak ve merak uyandıran bir umuttur. İkincisi, işgâl altındaki topraklardaki Arap [Filistin] şiiri, Arap siyasi olaylarından oldukça etkilenir ve onlara meydana gelir gelmez yanıt verir; çünkü onları nihai konusu ve yapması gerekenin bir parçası olarak görür.” [37]
Yukarıdaki Nekbe edebiyatı soruşturmasının ağırlıklı tonundan farklı olarak Kanafani, edebiyatı siyasal bir tutum içinde devrimci bir tona çekerek direniş edebiyatını özelde Filistin, genel bağlamda ise ulusal kurtuluş mücadelelerinin toprağa bağlı direnişçi ethosu içinde evrenselleştirir.
Sonuç Yerine bir Soru: Direniş Edebiyatının Öznesi Partizan mıdır, Devrimci mi?
Kanafani’nin soyut, evrenselci bir devrimci özneyi mi yoksa yerel siyasal anlayışa sahip bir partizanı mı çağırdığı sorusu, dikkate değer bir sorudur. Bu soru ekseninde, Kanafani ve direniş edebiyatı özelinde partizan soruşturması yapmak, literatüre anlamlı bir katkı sunabilir. Partizan soruşturması, siyaset ve savaş arasındaki ilişkilerin modern biçimi olarak partizanlığın soruşturmasıdır. Kanafani’nin “düşmanı tanımak” yaklaşımı, Schmitt’in “düşman”ı ele almanın bir yolu olarak siyasal kavramına odaklanmasıyla benzer bir partizanlık eğilimi içerir gibi gözükmektedir. Hüseyin Etil’in belirttiğine göre Rolf Schroers’in partizanı, “kendi politik otonomisini” kurmak isteyen, “verili siyasal yapının ‘yasa’sını parçalayarak ‘illegal’ olabilen ve ‘istisna’ kurabilen” kişidir. [38]
Burada akla şu soru gelir: Kanafani’nin direniş edebiyatı, fail özneyi devrimci gerilla olarak mı resmetmektedir yoksa partizan olarak mı? Devrimci gerillanın romantikliğinin partizanda görülmemesi, Kanafani’nin ikincisini tercih edeceği yorumuna kapı aralar. Onun işgâl altındaki topraklarda sürdürülen edebiyatın niteliğini, sürgünde sürdürülen edebiyatın niteliğinden ince bir çizgiyle ayırması, bu kapıyı açık bırakan ince nokta olabilir. Yine de bu tespiti yapmak için acele etmemek gerekir. Direniş edebiyatı, bir “haklar” siyaseti olarak da okunduğunda partizanın siyasallığından daha çok, devrimci ideoloğun siyasallığı devreye girebilir. Devrimci ideoloğun peşinde olduğu soyut evrensellik, partizanın peşinde olduğu hayat tarzı ve toprak arasındaki nomotetik ilişkiyi yok sayabilir. Burada, Richard Sennett’in “yer odaklı siyaset” ve “hak odaklı siyaset” ayrımı faydalı olabilir. Etil’in, Schmitt’in partizan ve devrimci gerilla arasında koyduğu ayrıma paralel olarak adını andığı Sennett, yer odaklı siyasallıkta Schmitt’in nomos dediği partizan tutumuna benzer bir hâli, hak / yasa odaklı siyasallıkta ise devrimci figüründe gördüğü idea temelli ideolojik evrenselci tutumu zikretmektedir. Kanafani’nin direniş edebiyatı kavramı, etiko-politik temelini, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin ideolojik pozisyonundan anlaşılabileceği üzere Marksist-Leninist çizgide bir ideolojik dizgeye borçludur. Kanafani, ulusal kurtuluş mücadeleleri ekseninde dünya halklarının anti-sömürgeci mücadelelerinden güç alan ve onlara referans veren bir ideolojik konumlanma içinde siyaset yürütmüştür. Bu gerçekliğe bakılınca, yukarıdaki soyut evrenselci ve devrimci figürüne daha yakın olduğu düşünülebilir. Ancak Schmittyen anlamda partizan ve nomos arasındaki bağıntı “yaşam tarzı ve toprağa bağlılık” üzerinden geliştiğinden, bir vatan olarak Filistin’in uğradığı en geniş anlamda sömürgeciliği ifşa etmek, ona karşı direniş teknolojileri geliştirmek ve onun etik-politik zeminini daha ahlâki bulduğu bir siyasallıkla alt-etmek, Kanafani’nin işaret ettiği direniş edebiyatının partizan üzerinden ele alınması ihtimalini de dışlamaz. Schmittyen anlamda bu iki dışlayıcı kavramın (devrimci ve partizan), Kanafani ve direniş edebiyatı kavramsallaştırması söz konusu olduğunda, bir yandan 1960’ların global momenti ve ağları ve öte yandan Filistin’in uğradığı sömürgeciliğin çoklu boyutları göz önünde bulundurularak daha detaylı ve özgün bir soruşturmayı hak ettiği açıktır.
Konuya çok boyutlu yaklaşanların şu soruyu sorması meşru ve geçerli kabul edilebilir gibi gözükmektedir: Direniş edebiyatı, bir hak-yasa siyasallığı mıdır yoksa bir yer ideolojisi mi? Bir başka deyişle, direniş edebiyatının fail öznesi partizan mıdır, devrimci mi? Kanafani’nin Nasırcı milliyetçilikten evrenselci devrimci çizgiye kayışındaki süreklilik ve kopuşları tespit etmek, yukarıdaki soruların teorik temelleri dikkate alınarak yeni ve derin bir soruşturmayı mümkün kılabilir.
Enes Ateş
[1] Atef Alshaer bu durumu şöyle açıklar: “İsrail’in tarihi Filistin topraklarının yüzde 78’ini sömürgeleştirdiği ve 1948’de gerçekleşen Nekbe (Büyük Felâket) olarak anılan olay, bu tarihten çok daha önce 1930’lu ve 1940’lı yıllarda şairler eliyle tasvir edilmişti. Filistin şiiri Filistin vatanı için yazılıyordu; başkaldırıyordu ve kapıda olduğunu sezdiği tehlikeyi, Filistinlilerin 1948’den sonra yaşayacaklarıı sürgünü, yoksulluğu ve cefayı aktarıyordu.” Atef Alshaer, “Filistin Direniş Edebiyatı”, çev. Enes Ateş, 27 Kasım 2023, https://vesaire.org/filistin-direnis-edebiyati/ (Erişim Tarihi: 8 Temmuz 2024).
[2] Barbara Harlow, Resistance Literature, Londra: Methuen Press, 1987, s. 4.
[3] Harlow, Resistance Literature, s. 2-3.
[4] Aktaran Nida Arif, “Resistance Literature: A Critical Reading of Barbara Harlow’s Resistance Literature (1987) and After Lives (1996)”, The Text, 4 (1), 2022, s. 37-38.
[5] Aslında Kanafani, The 1936-39 Revolt in Palestine adlı çalışmasının “entelektüeller” kısmında, henüz daha 1930’larda Filistin entelektüelinin direnişçi yönüne işaret eder: “O dönemde sömürgeci düşmana karşı direniş çağrısına katılmayan tek bir Filistinli yazar ya da entelektüel bilmiyoruz. Genel olarak devrimci bir parti tarafından harekete geçirilmemiş olsalar da entelektüellerin ulusal mücadelede önemli bir rol oynadıklarına şüphe yoktur. Filistinli entelektüellerin konumu benzersizdi. Eğitimlerini tamamlayıp şehirlerine döndükten sonra, ait oldukları sınıfın ulusal mücadeleye önderlik etme konusundaki yetersizliğinin farkına vardılar. Ancak aynı zamanda, esasen yabancı ve düşman bir topluluk tarafından kontrol edilen endüstriyel kalkınma sürecine katılamamaktan ve bu süreçten yararlanamamaktan da muzdariptiler. Öte yandan, Filistin’in kırsal bölgelerinde, yüzyıllardır sınıfsal ve ulusal baskıya maruz kalan köylüler, yerel feodal ve dini liderlerin mutlak otoriteye sahip olduğu en arkaik toplumda yaşıyorlardı… İbrahim Tukan, Ebu Selma (Abdulkerim el-Kermi) ve Abdurrahim Mahmud, 1930’ların başından beri tüm Filistin’i devrimci bilinç ve ajitasyonla alevlendiren milliyetçi şairler dalgasının doruk noktasıydı.” Ghassan Kanafani, The 1936-39 Revolt in Palestine, New York: Committee for a Democratic Palestine, 1972, s. 27-29.
[6] Gassan Kanafani’nin The 1936-39 Revolt In Palestine adlı çalışmasına önsöz yazan arkadaşları, Kanafani’nin giriştiği modern Filistin tarihi yazma çabasını aktarırlar: “Gassan, kurtuluş için mücadele eden bir halkın [kendi] tarihini bilmesi gerektiğine inanıyordu. Mevcut yazılı tarih, yazarlarının görüşlerini, yani sömürge tarihini yansıtır. Bu boşluğu doldurmak için Filistin halkının mücadelesinin modern tarihini yazmaya koyuldu. İlk parça, Filistin’deki ünlü 1936-39 isyanının bir çalışmasıydı. Suikasta kurban gitmesi nedeniyle projenin geri kalanını hiçbir zaman tamamlayamadı.” Ghassan Kanafani, The 1936-39 Revolt In Palestine, s. 7. Nida Arif de, Kanafani’nin aynı çalışmada İngilizlere karşı 1936 isyanını inceleyen muhtemelen ilk kişi olduğunu belirtir. Nida Arif, “Resistance Literature: A Critical Reading of Barbara Harlow’s Resistance Literature (1987) and After Lives (1996)”, s. 41.
[7] Maha Bader, “Writing the resistance: Ghassan Kanafani and Bobby Sands : An exploration into literature and cinema”, ArcAdiA Archivio Aperto Di Ateneo, Mayıs 2016, s. 32-33, https://arcadia.sba.uniroma3.it/handle/2307/5944
[8] Elizabeth Holt, AAWA toplantısının 1967 savaşından ve akabinde İsrail’in Batı Şeria, Gazze, Sina ve Golan Tepeleri’ni işgâlinden kısa bir süre önce, Soğuk Savaş döneminin Beyrut’unda, yumuşak gücün psikolojik operasyonlarına ev sahipliği yaparken gerçekleştiğini belirtir (AAWA’nın, 1968’de adı Afro-Asian Writings olan dergisi, daha sonra Lotus adını almıştır). Kanafani’nin, tam da küresel basının, her ikisi de CIA tarafından gizlice finanse edilen ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Franklin Book Program ve The Congress for Cultural Freedom (CCF) gibi projeler aracılığıyla ABD’nin üçüncü dünya edebiyatlarına yönelik kültürel sızmasını ortaya çıkardığı sırada, psikolojik savaşa karşılık bir direniş literatürü teorisi ortaya koyduğunu eklemiştir.Bkz. Elizabeth M. Holt, “Resistance Literature and Occupied Palestine in Cold War Beirut”, Journal of Palestine Studies, 2021, s. 1-2.
[9] Holt’un aktardığına göre, Palestine Research Center (PRC, Filistin Araştırma Merkezi)’ın yayınladığı ilk metinlerden biri, Arthur Koestler’in “edebiyat silahı”nı kuramsallaştırdığı Thieves in the Night’ından çok sayıda alıntı içeren Kanafani’nin Fi al-adab al-suhyuni (Siyonist Edebiyat Üzerine) adlı eseridir. Süheyl İdris’in Al-adab dergisinin Temmuz 1966 sayısı da Kanafani’nin yakında çıkacak olan Adab al-muqawamah fi Filastin al-muhtallah (İşgâl Altındaki Filistin’de Direniş Edebiyatı) adlı kitabının ilk bölümüyle açılmıştır. Holt, “Resistance Literature and Occupied Palestine in Cold War Beirut”, s. 11. Künye için bkz: Ghassan Kanafani, “Adab al-muqawama fi Filastin al-muhtalla,” Al-adab, 14, no. 7, Temmuz 1966. İngilizce künye için: Ghassan Kanafani, “Study from Palestine: Resistance Literature in Occupied Palestine,” Afro- Asian Writings 1, no. 2–3 (1968), s. 65-79.
[10] T. S. Eliot, Maksim Gorki, W. Faulkner, Mao Zedung, Kanafani’nin etkilendiği öne sürülen isimlerden bazılarıdır.
[11] Holt, “Resistance Literature and Occupied Palestine in Cold War Beirut”, s. 4.
[12] Gassan Kanafani, “Siyonist İdeolojinin Edebi Kaynakları” (çev. Ayşe Boren), 12 Ocak 2024. https://www.e-skop.com/skopdergi/siyonist-ideolojinin-edebi-kaynaklari/6685#_edn1 (Erişim Tarihi: 8 Temmuz 2024).
[13] Kanafani, “Siyonist İdeolojinin Edebi Kaynakları”.
[14] Kanafani, “Siyonist İdeolojinin Edebi Kaynakları”.
[15]Maxime Rodinson. “Sömürge Gerçekliğinin İnkârı: Anti-kolonyal Bir Siyonizm Kurgusu” (çev. Elçin Gen), https://www.e-skop.com/skopdergi/somurge-gercekliginin-ink%C3%A2ri-anti-kolonyal-bir-siyonizm-kurgusu/6674 (Erişim Tarihi 8 Temmuz 2024).
[16] Rodinson, “Sömürge Gerçekliğinin İnkârı: Anti-kolonyal Bir Siyonizm Kurgusu”.
[17] Rifat el-Arîr’in derin ve özgün tutumu hakkında bkz. Mehmet Fatih Uslu, (2024). https://ziftsanat.com/strongrifat-el-aririn-trajedisi-ve-yaziya-inanmak-strong/ (Erişim Tarihi 8 Temmuz 2024). Bu makalenin yazarı da, büyük yakınlık hissettiği Rıfat el-Arîr için giriştiği bir çeviri yazısında, çalıştığı üniversitenin bombalanmasına gerekçe olarak gösterilen “kitle imha silahları üretiyorlardı” dezenformasyonuna karşı alaycı bir şekilde yaklaşarak, silah ve şiir arasında bir analoji kurduğunu fark ettirmeye çalışır. Adeta Kanafani’nin devrimci tonu, Rifat’ta alaycı bir hayıflanmayla da olsa şiir ve silah ilişkisini sürdürür gibidir. Bkz. Rifat El-Arîr, “Kitle İmha Şiiri Yoktur”, çev. ve sunuş Enes Ateş, 8 Aralık 2023, https://vesaire.org/kitle-imha-siiri-yoktur/ (Erişim Tarihi: 8 Temmuz 2024).
[18] Holt, soğuk savaş döneminde ABD ve SSCB arasında yürütülen psikolojik savaş bağlamına da referans vererek, Kanafani’nin bu bağlamı göz ardı etmeden yazdığı imasında bulunur. Söz konusu psikolojik savaş içinde en etkili bulunan propaganda, “öznenin kendine ait olduğuna inandığı nedenlerle sizin istediğiniz yönde hareket ettiği” iddiasıdır. Holt, “Resistance Literature and Occupied Palestine in Cold War Beirut”, s. 9.
[19] Bader, “Writing the resistance: Ghassan Kanafani and Bobby Sands : An exploration into literature and cinema”, s. 9.
[20] Runo Isaksen, Literature and War: Conversations with Israeli and Palestinian Writers, Massachausetts: Olive Branch Press, 2009, s. 190’den aktaran Bader, “Writing the resistance: Ghassan Kanafani and Bobby Sands : An exploration into literature and cinema”.
[21] “Nekse”, 1948 felâketinin geri gelmesi / nüksetmesi anlamında, 1967’ye atıfla kullanılmaktadır. Bkz. Mehmet Hakkı Suçin, “Filistin Edebiyatında Kavşaklar”, 7 Nisan 2024, https://yenie.net/filistin-edebiyatinda-kavsaklar/ (Erişim Tarihi: 8 Temmuz 2024). Suçin, aynı yazıda Filistin Edebiyatı’nın dört döneme ayrıldığını ekler: “Günümüzde araştırmacıların genel eğilimi Filistin edebiyatını dört döneme ayırma yönündedir: Nekbe öncesi dönem, Nekbe ile Nekse arası dönem, Nekse sonrası dönem ve bu döneme bağlı olarak Oslo sonrası dönem.”
[22] Ali Çakmak, “Gassan Kanafani ve Direniş Edebiyatı”, 9 Nisan 2024, https://yenie.net/gassan-kanafani-ve-direnis-edebiyati/#_ftnref5 (Erişim tarihi: 8 Temmuz 2024)
[23] Harlow, Resistance Literature, s. 10-11. Holt, Kanafani’nin “İşgal Altındaki Filistin’de Direniş Edebiyatı”nın deneme versiyonunu üç dilli (Arapça, İngilizce ve Fransızca) olarak yayınladığında, 1967 savaşı kaybedilmiş, Filistin tamamen işgâl altına girmiş olduğunu belirtir. Kanafani’nin işgâl altındaki Filistin direniş edebiyatı üzerine çıkardığı yeni versiyonun Arapça adı bellidir: Al-adab al-filastini al-muqawim that al-ihtilal. 1967 bağlamının, Kanafani’nin 1969 tarihli romanı A’id ila Hayfa‘nın (Hayfa’ya Dönüş) çerçevesini oluşturduğunu belirten Holt, bu romanın, 1948 Hayfa kuşatması ve Hayfa’nın düşüşüne damgasını vuran ve 1967 işgaliyle örtüşen psikolojik yönelim bozukluğunu ve kaos duygusunu şekillendirdiğini iddia etmektedir. Holt, “Resistance Literature and Occupied Palestine in Cold War Beirut”, s. 2.
[24] Arapçadan çeviren Johanna Sellman ve Shadi Rohana, “Selection from Resistance Literature in Occupied Palestine, 1948–1966 by Ghassān Kanafānī”, Journal of Arabic Literature, 55(1), 2024, s. 173. Johanna Sellman, milliyetçilikten devrimciliğe geçiş aşamasını tarihsel olarak şöyle özetler: “1960’ların ortalarından sonlarına kadar, Kanafani’nin Filistin direniş edebiyatı üzerine iki çalışmasını yazdığı dönem, onun için edebiyat, gazetecilik ve siyaset açısından verimli bir çalışma dönemiydi. Aynı zamanda hem Kanafani hem de daha geniş çevresi için siyasi bağlantıların değiştiği bir zamandı. Filistin Kurtuluş Örgütü 1964’te kuruldu ve takip eden yıl Filistin silahlı mücadelesinin başlangıcı oldu. 1967 savaşı ve Batı Şeria ile Gazze Şeridi’nin işgâli, siyasi, entelektüel ve kültürel manzarayı yeniden şekillendirdi. Hayatının son yıllarında, Kanafani ve Arap Milliyetçi Hareketi’ndeki (ANM) diğerleri, Nasırcı milliyetçi çerçeveden Marksist-Leninist pozisyonlara geçtiler. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) 1967’de George Ḥabaş tarafından kuruldu. Kanafani, bu hareketin sözcüsü ve Hedef dergisinin editörü oldu. Bu dönemde, kurgusu daha açık bir şekilde politik hâle geldi ve ortaya çıkan silahlı direnişteki rolleriyle kavrayan karakterleri tasvir etti.” Johanna Sellman, a.g.m., s.172.
[25] Kanafani’nin eserinin ilk baskısındaki isminin Filistin Direniş Edebiyatı, genişletilmiş ikinci baskının başlığının ise İşgâl Altındaki Topraklarda Direniş Edebiyatı olması, hem 1967 şartlarıyla hem de “işgâl altında” olma hâline “sürgünde” olmaya kıyasla çekilen özel dikkatle ilgili olsa gerektir.
[26] Barbara Harlow, bir diğer çalışmasında Kanafani öykücülüğü için şu sözleri kullanır: “Gassan Kanafani’nin erken dönem öykülerinden ‘Hüzünlü Portakallar Ülkesi’nde Filistinli çocuğun “Neden mülteci olduk?” sorusunun cevabını bulmak için kendisine verdiği görev, ‘öykünün başından sonuna kadar ne anlama geldiğini anlamak’tır. Filistinli yazarın kendisi de aynı samimi hikâyeyi yazmak gibi tarihsel bir projeyle meşguldür. Bu şekilde üretilen tamamlayıcı ve eşgüdümlü anlatılar, tarihsel kayıtlara katkıda bulunur ve Filistin halkının yaşamının olaylarına ve önemli anlarına girer: kaçış (hurub), sürgün (ghurbah), direniş (muqawamah), kararlılık (sumud) ve nihayetinde beklenen, beklenen, ancak sonsuza dek ertelenen Filistin’e dönüş (awdah). Terimler ve son nokta birbiriyle örtüşmemektedir. Ancak yazar yalnızca tarihsel olayları ve koşulları betimlemekle kalmaz; aynı zamanda bunları yaşayanlar için tarihsel bir anlam ve kimlik de sağlar.” Barbara Harlow, After Lives: Legacies of Revolutionary Writing, London: Verso, 1996, s. 45-46.
[27] Nida Arif, “Resistance Literature: A Critical Reading of Barbara Harlow’s Resistance Literature (1987) and After Lives (1996)”, s. 35-36.
[28] Söz konusu soruşturmanın çarpıcı noktaları için şu seçkiye bkz. Adey Almohsen ve Nora Parr, “What Is Nakbah Literature? Selections from al-Ufuq al-Jadīd Magazine (1965)”, Journal of Arabic Literature, 55(1), 2024, s. 155-167.
[29] Adey Almohsen, “A New Horizon in an Old City: Amin Shunnar, al-Ufuq al-Jadid Magazine, and the Intellectual History of 1960s Jerusalem”, Jerusalem Quarterly, sayı 91, güz 2022, s.140.
[30] Almohsen ve Parr, “What Is Nakbah Literature? Selections from al-Ufuq al-Jadīd Magazine (1965)”, s. 157.
[31] Almohsen ve Parr, a.g.m., s. 158.
[32] Almohsen ve Parr, a.g.m., s.158.
[33] Almohsen ve Parr, a.g.m., s.164.
[34] Almohsen ve Parr, a.g.m., s.167.
[35] Arapçadan İngilizceye çevirerek aktaran Arif, “Resistance Literature: A Critical Reading of Barbara Harlow’s Resistance Literature (1987) and After Lives (1996)”, s. 36.
[36] Filistinli genç şair ve aktivist Muhammed el-Kurd, Kanafani’nin katlinden yarım asır sonra, Filistin mücadelesine ilişkin kültürün rolünü sorunsallaştırarak şu soruyu sorar: “Söyleşilerde ve üniversite kampüslerinde, Filistin kurtuluş hareketinde edebiyatın rolü hakkında ne düşündüğüm sorusuyla sık sık karşı karşıya kalıyorum. Bu her ne kadar pek yıkıcı bir soru olmasa da kulağa öyle geliyor: Edebiyatın rolü nedir? Burada, İngilizce konuşulan ülkelerde, şık otel lobilerinde ve namlı üniversitelerin konferans salonlarında, mülteci kamplarının ve el yapımı silahların yıldızlar kadar uzağında kime hizmet ediyor edebiyat? Cevabı kolay değil. Şiirin bir silahın namlusunda ne işe yarayacağını hayal etmek zor.” Muhammed el-Kurd, “Filistin’in Kurtuluşunda Kültürün Rolü Nedir?”, çev. ve sunuş Emre Yeksan, 26 Eylül 2023. https://e-komite.com/2023/filistinin-kurtulusunda-kulturun-rolu-nedir-muhammed-el-kurd/ (Erişim Tarihi: 8 Temmuz 2024).
[37] Johanna Sellman ve Shadi Rohana, “Selection from Resistance Literature in Occupied Palestine, 1948–1966 by Ghassān Kanafānī”.
[38] Hüseyin Etil, İsmet Özel ve Partizan: Aynı Adamın Öyküsü, İstanbul: Küre Yayınları, 2019, s. 69.
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.