İngiliz Kraliyet Darphanesi, ölümünün 75. yılında George Orwell için 2 sterlinlik hatıra para bastırdı. Şimdiye kadar yaklaşık elli yazarı farklı tasarımlarda madeni paralarla anan darphane, Orwell’ı da Orwell’ca temalarla hatırlatmış. Metal paranın üzerinde yazarın ismi, göze benzeyen ama gerçekte bir kamera merceği olan bir çizim ve “büyük birader sizi gözetliyor” ibaresi yer alıyor. Bunlar, yetmiş beş yıl önce aramızdan ayrılmış bulunan distopya ustasının kitaplaştırdığı karanlık dünyanın birer şifresi ve bu şifreler elbette sadece kurmaca bir metin için hayal edilmiş değiller. Orwell parasının şifrelerine mündemiç olarak panoptikon felsefesi, artık toplumları gettolara iten sosyal faşizm, mutlak güç arzusu ve İsa’nın bin yıllık krallığını teknolojinin gücüyle inşa etme hayâli de var. Yazar, iddialara göre 1984’ü yazarken Rusya’da her şeyi kontrol eden komünist rejimden ilham almış. Oysa eser, Orwell’ın da içinde büyüdüğü uygarlığın bilinçaltı yansıması olarak da okunabilir pekâlâ. Bütün toplumun gözetlendiği ve bireyin tamamıyla bir beden robota dönüştürüldüğü romanın vurucu cümlesi şöyleydi: “Büyük birader sizi gözetliyor!”
Panoptikon düşüncesi de Orwell’ın romanıyla aynı coğrafyada ortaya çıktı. İngiliz filozof Bentham, 1785 yılında panoptikon kavramını bir hapishane modeliyle somutlaştırdı. Daire şeklinde tasarlanan bu hapishanenin ortasında bir gözlemci kulesi bulunuyor, kuleden bütün hücreler izlenebiliyordu. Yunanca pan (bütün) ve opticon (gözlemek) sözcüklerinin mimari yansımasıydı söz konusu olan. Bir göz bütünü gözleyecek, onların her bir hareketini izleyecek ya da izliyormuş intibaı uyandıracaktı. İzleme kulesi mahkûmların hücrelerinden görülemiyordu. Doğal olarak onlara o anda ne yaptıkları söylendiğinde, sanki ilahi bir noktadan her şeyleri izleniyormuş duygusuna kapılacaklardı. Panoptikon mimari, Foucault, Baudrillard gibi Fransız düşünürleri tarafından farklı cephelerden yorumlanıp eleştiriye tabi tutuldu. Bu bir gözetim toplumu kurma arzusunun taslağıydı ve sadece hapishaneler için değil kentler için de benzer planlar yapılmıştı. Dev bir mercek aracılığıyla her şeyi görmek ama kendisini de görünmez kılmak isteyen iktidar, doğal olarak mekânı “hapishane kent” ve “hapishane ülke” olarak tahayyül etmekteydi. Orwell’ın 1984 romanı, aslında panoptikon tahayyülünü somut hayata giydiren bir metindi ve bu arzunun gerçekleşmesi hâlinde ortaya çıkacak bireysel-toplumsal-siyasal barbarlığa bir ayna tutuyordu.
Ortaçağ’daki bazı uygulamalar ve bu uygulamaların şekil değiştirerek günümüze değin gelmesi, Panoptikon düşüncesinin güçlü teolojik, siyasal ve kültürel temelleri olduğunu gösteriyor. Foucault, Hapishanenin Doğuşu’nda cüzzamlılarını ve delilerini şehirden uzaklaştıran Orta Çağ’ın siyasi-sosyal yapısı üzerinde durur. Kuşkusuz bu bir ayıklamadır ve ayıklananlar kentin zehirli otları olarak telakki edilmektedirler. Ama “hijyenik mekân” histerisi sadece deliler ve cüzamlılara karşı tedbir almakla sınırlı kalmadı. Yahudiler gettolara yerleştirilerek bir bakıma görünmez bir çitin içinde hapsedildiler; sömürgecilik süresince Batı’ya taşınan insanlar ve yirminci yüzyılın göçmenleri de hijyen mekânı kirletmesinler diye benzer yerleşim modeli içinde çevreleme ve gözetlemeye tabi tutuldu. Biz, yani Osmanlı kültüründen gelenler panoptikon düşüncesine ve farklı toplulukları çerçeveleme arzusuna yabancıyız. Bunun nedeni, eskiden beri şehirlerimizde varlığını sürdüren çok inançlılık-kültürlülük düzeninin hâlen daha varlığını sürdürmesidir. Panoptikon sadece faşist bir gözün bütün insanların hareketlerini gözlemleyip kaydetmekle sınırlı değildir. O aynı zamanda farklı kültürel durumların iç içe geçmesi ve birbirini filizlendirmesinden duyulan bir nefrettir de.
İngiliz Kraliyet Darphanesi, ölümünün 75. yılında George Orwell için hatıra para bastırdı ve paranın yüzeyine bir göz, kamera merceği ve “büyük birader sizi gözetliyor” ibaresini yerleştirdi. İki sterlinlik Orwell parası hiç kuşkusuz 2025 yılının en parlak ironisi. Para basıldığında başta Londra olmak üzere İngiltere’nin bütün kentleri kameralar tarafından gözlenmekte, fiili güç ve polis ortada görünmeden her şeyi izlemekteydi. Tam bir post-panoptikon şöleni. Artık gözleyen totaliter güç de, gözlemi mümkün kılan mimari de görünürlükten çıkmış, perspektif sorunu halledilmiş ve bütün dünya uzaydan cep telefonlarına uzanan bir teknolojik örgüyle gözlemlenebilir hâle gelmiştir. Post-panoptikonda da 1984 romanında olduğu gibi herkes sersemlemiş durumdadır. Gözü açık kalanlar da her şeyin gözlendiği bir dünyada hakikati nasıl göstereceklerini şaşırmışlardır. Yazıya bir son olarak şu sorulabilir: Biz gerçekten Orwell’ın 1984 romanını okuyor muyuz? Devasa bir gözetim teknolojisinin ekran böceğine dönüştüğümüz hâlde romanda hissettiğimiz dehşet ve korkuyu hayatımızda neden hissetmiyoruz?
Ali Ayçil
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.