Uçuşan perdeler, camın dışına çıkamayan kelebekler, çimlerin arasında yolunu kaybetmiş atlar, otların hışırtısı, gökyüzünde süzülen kuşlar, suların içine kıyafetleriyle kendini bırakan genç kızlar, sokak aralarından gelen çocuk sesleri, dengesiz ve bağımlı ebeveyn şiddeti… Bir tarafta hayâle davet eden masalsı, uçucu imgeler; diğer tarafta soğuk, katı bir gerçeklik: Andrea Arnold dünyasına hoş geldiniz!
Andrea Arnold, Bird (2024) filminde izleyiciyi yine kendi sinemasında bildik hikâyelerin içine çekiyor. Oscar ödüllü kısa filmi Wasp (2003), Fish Tank (2009) ve American Honey’de (2016) olduğu gibi burada da kirli, pis kokan, dağınık evlerde doğmuş; kötü aile, kötü çevre döngüsünden çıkamayan bir genç kızın hikâyesine sokuluyoruz. Bailey (Nykiya Adams), bir gecekondu mahallesinde babası Bug ve erkek kardeşi ile birlikte yaşar. Bug’ın evlenme planları yaptığı sevgilisi ve küçük kızı da bir vakit sonra evlerine yerleşir. Barry Keoghan’ın canlandırdığı Bug karakterinin filme girişi şahanedir; ilk sahne Bug’ın karakterine ve filmin istikametine dair pek çok şey söyler. Scooter’ında yüksek sesle dinlediği müzik parçası, Fontaines DC’den Too Real’dir. Kızını arkasına alıp hızla yol aldığı, yaşadıkları sokaklardan geçerlerken bangır bangır dinlediğimiz şarkının sözleri şöyledir: “Kimse çekip alamaz tutkuyu gençliğin nankör ellerinden. Çok para kazanmak üzereyim… Senin için fazla mı gerçek?”* Bug kolay yoldan para kazanmanın hayâllerini kurmaktadır; beslediği kurbağalara farklı müzikler dinleterek elde edeceği salgı ile sentetik uyuşturucu sektörüne girecek, sözde zengin olacaktır.
Baba kızın sokaklardan bu ilk akışında kamera yaşadıkları yere dair bir panaromayı perdeye yansıtır. Sokaklarda oynayan çocuklar, yaşlılar, gençler… Bailey’nin hikâyesini izlerken sık dinlediğimiz punk müzik ve danslı sahneler filmin ruhunu, iç duygusunu dışarı vurur. Karakterler hayatın gündelik telâşında, bu sıkışmışlık içerisinde değil de daha çok dans ederken “var”dırlar. Mecbur oldukları şartlardan her kopuş onlar için biraz daha var olmak demektir. Bailey’nin de bütün motivasyonu bu döngüden çıkabilmek, içine doğduğu hayatı aşabilmektir fakat bu o kadar da kolay değildir. Şarkıdaki “Senin için fazla mı gerçek?”cümlesi seyrin içerisinde yankılanır. Arnold’un sinematografisinde, değişken görüntü tercihlerinde de bu cümle yol göstericidir. Uçucu imgeler ile katı gerçeklik arasında gidip gelirken filmin içerisinde tuhaf, tanımsız aralıklar oluşur. Bailey’nin şimdi ve geçmişe dair zihninde dönenlerin perdeye kesik kesik düşüşü de bu duyguyu besler. Hatta kadrajın sürekli dönüşmesi, zaman zaman el kamerasının dinamizmine bırakılan sahnelerin bazı anlarda oldukça durağanlaşması; Bailey’nin etrafındaki nesnelere, canlılara uzun uzun odaklanması, sonrasında telefonu ile çekmiş olduğu dikey görüntülerin birden perdeyi kaplaması… Sürekli değişen bu görüntü tercihlerinin (tıpkı karakterin iç hâlleri gibi) yan yana gelişleri ile tutarlı bir bütün oluşturabilmesi, filmin ritminin hiç düşmemesi yönetmenin maharetinin de göstergesi. Slavoj Žižek, filmlerdeki belirli sahnelerin baskı altında üretilmiş enerjiyi açmasına izin vermeden muhafaza etmek ya da artırmak için çoğunlukla dâhili bir çerçeve kurarak metinsel sistemin kumaşını vahşice yarma ve sonra zekice dikme şekillerinden övgüyle söz eder. Arnold’un filmlerinde yaptığı tam olarak budur. Belirli sahnelerde filme yüklediği duygulara farklı kanallar açar, farklı görselliklere dönüştürür ama bu enerjinin yitip gitmesine asla izin vermez. Anlatıya gömülü, soluk soluğa her an debelenen vahşi bir hayvan gibi o duygu hep oradadır.
Arnold’un filmleri bu tanımsız alanlar üzerinden soluk alıp verir, izleyici ile ilişki kurar. Fish Tank’te Mia’nın hikâyesinde kamera kayıtları, hayatı ve gerçekleri daha belirgin şekilde görme deneyiminin bir aracına dönüşüyordu; bu filmde video görüntülerine daha çok alan açılır. Bailey, elindeki cep telefonu ile her şeyi kayda alır ve görüntülere bakarak hayatı kavrar. İri siyah, meraklı ve biraz da şaşkın gözlerinin bir yankısına döner çektikleri. Bailey’nin her fırsatta odasında duvara yansıttığı projeksiyon görüntüsü de adeta ona içinde yaşadığı zor hayatı yırtan, başka dünyalara açılan bir delik gibidir. Onu sık sık sokaklarda dolaşırken ya da koşarken, tehlikeli ve tedirgin olması gereken alanlara yönelirken görürüz. Bir de odasında yatağına gömüldüğü, iç dünyasına yöneldiği, duvara yansıttığı görüntüleri izlediği anlarda… Bailey’nin varlığı, koca dünyanın içine fırlatılmış, neye uğradığını kavramaya çalışan bir çift siyah gözdür. Dünyanın saldırısına karşı en büyük sığınağı ise hayâl dünyasıdır.
Filmin bazı sahnelerinde perde adeta saydamlaşır ve izleyici olaya doğrudan bakar, hatta sanki olayı bizzat yaşar. Filmin fizik gerçekliğine uzansak dokunacağız gibidir. Ezici, sert bir gerçekliktir bu. Bailey’nin annesi ve ayyaş sevgilisinin yanına gittiği anlarda şiddet dozu artar; baş etmesi zor sahnelerdir bunlar. Bazı sahnelerde ise kamera Bailey’nin iç âlemine salınır; perdelerin uçuşması, camdaki bir sineğe yapılan zoom ve bu imgeler perdeye düştüğünde ona eşlik eden tılsımlı bir müzik. Belgesel gerçeklik ile masalsı, hatta bir fabl anlatısının yan yana geldiği bu aralıklardan birinde adeta bu tuhaflığın cismaniyete büründüğü bir karakter olan Bird (Franz Rogowski) filme katılır. Bailey, evden uzakta, tabiatın içerisinde bir cenin gibi büzüşüp uyuduğu günün sabahında, dünyaya yeni gelmiş gibi etrafa yine hayretle bakarken Bird ile karşılaşır. Varlığı ile yokluğu belirsiz, ne olduğuna dair izleyeni tereddüte düşüren Bird, ailesini aramaktadır. Bailey, ailesinin çeperinden çıkmaya çalışırken Bird kendine bir aile bulmak ister. Birbirlerine bu kaybolmuşluklarında yoldaşlık ederler. Bailey, ıssız bir yerde karşısına çıkan bu garip adamı başlangıçta bir tehdit gibi algılar, bir daha görüşmeyiz der; fakat Bird arkasını dönüp ilerlediğinde peşine düşmekten kendini alamaz. Bailey, korku ve öfkeden mürekkeptir ama bir ergen olarak en çok peşinden sürüklendiği duygu, merakıdır. Yönetmen de aynı tecessüsle Bailey’yi izler, onu bir omuz kamerası ile takip eder. Arnold da benzer bir sosyal çevrede büyümüştür. İşçi sınıfı bir ailede, çocuk yaştaki anne babasının dört çocuğunun en büyüğüdür. Yönetmenin filmlerinde kendi geçmişine dönük bir arayış, sorgulama, çocukluğu ile uzlaşma çabası görünürdür.
Bailey için otlaklar arasında karşısına çıkan, çatılarda durup etrafı izleyen bu garip adam, bir ayna vazifesi görür. Onun başkalığına çarpıp kendine geri döndüğünde artık pek çok şey daha anlaşılırdır. Bailey’nin her kendini hayata, bu muğlaklığa bırakışında babası bir köşeden, meşhur scooter’ı ve yüksek volume’u ile belirir. Bug adeta yürüyen bir kargaşadır. Tek derdi düğüne gelmeme konusunda inatlaşan kızını yola getirmek ve ona aldığı pembe leopar desenli elbiseyi törende giydirebilmektir. Evin erkek çocuğu ise kendi kız arkadaşının hamile olduğunu öğrenir ve onunla yaşadığı yeri terk etme planları yapar. Bug, bütün saçmalamalarına, evlatlarına kol kanat geremeyişine, dengesizliğine rağmen iyi biridir. Küçük yaşta çocuk sahibi olmuş ve kendisi de hâlâ büyümemiş bir çocuk babadır. Bir beceriksizliğin içine doğmuştur Bailey. A House Made of Splinters (2022), Kabakçığın Hayatı (2016) gibi pek çok filme konu edilen alkolik, henüz yetişkin olamayan çocuk anne-babaların kurduğu ailelere sıkışıp kalmış gençlerin, çocukların hikâyelerinden biridir Bird.
Bird’de Barry Keoghan ile Franz Rogowski gibi iki dev oyuncu arasında Bailey rolünde Nykiya Adams’ın oyunculuğu oldukça görkemli. Film, 77. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’ye aday gösterildi ve Prix de la Citoyenneté ödülünü kazandı. Çok sayıda festivalden ödülle dönen filmde 12 yaşındaki Bailey’nin yalnızlığı, yaşadığı hayatın zorlukları, büyüme sancıları, kabuğunu kırışının acılı ama zorunlu yolculuğuna eşlik ediyoruz. Filmin sonunda yine Bug’ın scooter’ında Bailey ve İskoçya’ya kaçmayı beceremeyen oğlu Hunter ile hızla yol alıyoruz. Müzik yine son ses… Bailey babasına, “Sen böyle yaşlı müziği dinlemezdin.” diyor. Bug ise kurbağalara dinletirken bu müziği sevdiğini fark ettiğini, belki de yaşlandığını söylüyor. Bird, sadece Bailey’nin değil onun ebeveyni ile birlikte büyüme hikâyesi.
Tuba Deniz
* “None can pull the passion loose from youth’s ungrateful hands./ As it stands, I’m about to make a lot of money…/ Is it too real for ya?”
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.