Ali Ayçil uzun yıllardır severek takip ettiğim ve neredeyse her yazdığını okuduğum bir yazar. Bu ilgi, şahsi yetişme hikâyemde kısmen tesadüflerle başlamış, sonra kişiliğine ve yazı hikâyesine duyduğum yakınlığın sonucu olarak kendiliğinden gelişmiştir. Onun kalemi şiirden denemeye, denemeden eleştiriye, oradan hikâyeye ve nihayetinde romana atlarken berraklığını kaybetmeden giderek ustalaşmış ve benim gibi okurlarına da özel bir gayret sarf etmeden daima takip etme arzusu vermiştir. Bugün artık değişik türlerde kalemi iyice işlek hâle gelmiş bir yazar olan Ali Ayçil, az yazan ama meramını açık biçimde ifade etmeyi önemseyen biridir. Onun kompleks ve salt kitabi teorilerle işi yoktur. Yazdıklarında kendi yaşam deneyimini ve gözlemlerini odağa alarak tarihe, coğrafyaya, insan ilişkilerine dönük özgün çıkarımlar yapar. Bu yönüyle de okura daha tanıdık bir noktadan konuşmanın verdiği bir yakınlık hissi ve dikkat verir. Kendiliğinden gelişen bir takip etme arzusu derken kastettiğim budur.
Ali Ayçil’in yakın zamanlarda yayımlanan son eseri Karşı Roman, Ayçil’in daha evvel parça parça şiirlerinde, denemelerinde, hikâye ve söyleşilerinde sarf ettiği gözlem ve macerasının bir bütün hâlinde ve derinleştirilerek tutarlı bir düşünceye oturtulmak istenen son hâli gibi. Ayçil’e göre siyasal iktidar tarafından şekillendirilen ve onun gölgesinde özgün düşünme kabiliyeti olmayan organik aydınlar eliyle yaygınlaştırılan bir tarih var, bir de o tarihin görmezden geldiği altta kalanların, madunların ve ötekilerin tarihi, yani karşı tarih var. Romanın baş kişisi Mehmet Manas, her ne kadar istemediği hâlde tarihe dahil edilmiş biri olsa da her zaman ötekileri anlamak için gayret etmiş, karşı tarihi önemsemiş bir kişi, yazarın ifadesiyle bir “karşı tarih insanı.” Ama onun yetiştiği şartlar; taşra, babasızlık, yoksulluk ve başka zorlayıcı etmenler, kendi seçimlerini özgürce yapmasına fırsat vermemiş, başka türlü bir yaşam tahayyül ederken istemsizce onu kelimenin her iki anlamıyla tarihe zorlamıştır. Ama o, sırf annesine yakın olsun diye hocaları tarafından tercih ettirilip üniversite okumak üzere gönderildiği taşra şehrinde de, daha sonra İstanbul’da kiracısı olduğu hemşehrisinin evinde de karşı tarihin insanı olmayı elden bırakmamış, hep başka türlü düşünmenin yollarını aramıştır. Zaman zaman bunun cezasını da çekmiştir. Nitekim üniversite öğrencisi olduğu Erzurum’da İstanbul’un fethini anlatan “iri yüzüklü” Bizans tarihi hocasına itiraz etmesi üzerine ders çıkışında ülkücü öğrencilerin saldırısına uğramış ve omuzunda bu saldırıdan kaynaklanan bir iz kalmıştır. Başkalarına bir ben olarak tarif ettiği bu kalıcı iz, onun muhalif kişiliğinin gizli bir nişanesi olarak vücudunda durur.
Roman, Mehmet Manas’ın bir sabah evden çıkıp Bağlarbaşı civarında daha önce kiracı olarak kaldığı Güçlü Apartmanı’na doğru yürümesiyle başlar ve Surp Haç Ermeni Mezarlığı’nın karşısında kâh yönünü Mahir İz Caddesi’ne kâh Askerlik şubesi tarafına doğru çevirerek ve her seferinde geçmişe doğru yolculuklar yaparak ilerler. Mehmet Manas’ın o sabah evden çıkması aslında öylesine bir yürüyüş değildir; kendi geçmişine doğru bir iç muhasebe ve kendi konumunun argümanlarını üretecek bir düşünce yolculuğudur. Nitekim romanda bunun hazırlanmakta olan birSavunma’nın tamamlanması için yapıldığı sık sık vurgulanmaktadır. Söz konusu Savunma’yı kitapta göremeyiz ama Mehmet Manas’ın anlattıkları, yani çocukluğundan başlayarak yaşadıkları, bize onun hayatının da gerekçelerini gösterir ve bu yönüyle Savunma’nın romanın kendisi olduğu düşünülebilir.
Kahramanın evden çıkarak yürüdüğü Güçlü Apartmanı bir vakitler hemşehrisi Mümtaz ve Pervin Taşoluk çiftinin kiracısı olarak kaldığı evdir. Bu ev, onun geçmişe doğru yaptığı yolculuğun iki ana durağından biridir. Birincisi çocukluğunun ve ilk gençliğinin değişik mekânları -ki doğduğu Erzincan’daki kasaba, üniversite okuduğu Erzurum geniş mekânlar olarak bunları kuşatır-; ikincisi ise İstanbul’daki yeni hayatını kurduğu Güçlü Apartmanı. Anlatıcı, ne kadar zaman sonra olduğunu bilemediğimiz bir zamanda Savunma’sını yazmaya karar verdiğinde, bu iki mekâna ve oralarda geçirdiği zamanlara döner. Böylece hayatının iki şekillendirici kesitinin bu mekânlarda geçtiği anlaşılır. Kahramanın geçmişi hatırlamak için gelip durduğu nokta, Güçlü Apartmanı’na çok yakın bir yerdedir ve bir bakıma oraya da hatıralarına yakın olmak için gelmiştir. Anlatıcı, durduğu noktada kiracı olduğu dönemdeki daha yakın geçmişe ve taşrada geçen çocukluk ve gençlik yıllarına uzanan daha uzak geçmişe doğru sürekli bir hatırlama faaliyetine girer. Dolayısıyla içinde bulunduğu zaman sadece bulunduğu noktadaki bilinmez anla sınırlı olduğu hâlde geçmiş sürekli bir hatırlamayla genişledikçe genişler. Fakat genişleyen geçmiş zaman, mihverini kaybetmez ve sürekli daha yakın zamana ve bulunduğu ana dönüşlerle bir döngüye evrilir. Bu açıdan anlatıcı, bütün anlatı boyunca fiziksel olarak yerinde döndüğü gibi anlatı da açılan ve daralan hatırlamalarla bir dönüş izleği yaratır. Adeta hafıza, bulunduğu noktadan geçmişe doğru dar ve geniş daireler çizerek bu dönüş izleğini biçimlendirir.
Mehmet Manas’ın anlattığı yakın ve uzak anıları arasında da bağıntılar ve benzerlikler vardır. Örneğin yakın anılarının merkezinde yer alan -“boşanma avukatı” sevgilisi- ile uzak anılarında önemli bir yer tutan -“taşra avukatı” dayısı- iki çekim merkezi olarak görünürler. Yine dinlediği halk ozanı Davut Sulari ve eserlerini okuduğu Hagop Mintzuri, onu yaşadığı İstanbul’dan memleketi Erzincan’a taşırlar. Ev sahibi Mümtaz Taşoluk ise Erzincan’ın Armutlu köyünden ve oradaki faaliyetlerinden haberler taşıyarak bu iki mekân ve zamanı sürekli olarak irtibatta tutar.
Karşı Roman, bir atıflar örgüsü aynı zamanda. Şiir, roman, hikâye gibi edebî veya değişik alnalardan onlarca metne ve müzik eserlerine göndermeler yaparak bütün bu metinler ile roman arasında değişik düzlemlerde metinlerarası ilişkiler kurar. Örneğin romanın kahramanı Nuh Kuyusu Caddesi’ne geldiğinde Millet Bahçesi’nden landosuyla gelen Araba Sevdası’nın kahramanı Bihruz’u, sonra landoyu çeken atlar nedeniyle Nietzsche ile Lou Salome’yi ve Béla Tarr’ı hatırlar. Sonra renklerden bahsedince Yeryüzünün Lanetlileri’ni ve Karanlığın Yüreği’ni düşünür; okuru bir fikir, anı veya basit bir imaj çağrışımıyla hatırladığı bu ve benzeri metinlere gönderir. Bazen doğrudan alt metni anmasa da bazı ipuçlarıyla bilinçli okurun söz konusu metni hatırlamasını sağlar. Örneğin tarihi sarışınlar ile “karaşın”lar arasındaki bir çatışma olarak yorumladığı satırlarda Ece Ayhan’ın adı geçmese bile ruhu dolaşır. Aynı şekilde bir yerde “üzerimde bir muska da yok” derken okuru İsmet Özel’e gönderir. Yine ev sahibi Mümtaz’dan bahsederken bilinçli olarak Mümtaz’ın karısı Pervin’in adını Nuran olarak değiştirerek okuru Tanpınar’ın Huzur’una gönderir. Bu tür metinlerin dışında sık sık adı geçen Miles Davis’in notaları ile Davut Sulari’nin sesi de bir fon gibi romanın arka planında baştan başa akar. Böylece Karşı Roman, bir taraftan kahramanın hayatının yaşanılan çevreyle ve olaylarla belirlenişini anlatırken aynı zamanda söz konusu hayatın duygusal ve düşünsel olarak başka metinlerle nasıl şekillendiğini de gösterir.
Ali Ayçil’in romanı bize tarihin dışına itilenlerin dünyasına da kulak kabartmamız gerektiğini söylüyor. Resmî ideoloji tarafından biçimlendirilmiş ve resmî söylemde tek ve ana anlatı hâline getirilmiş bütün tarihin bazı şeyleri sessizleştirerek görünmez kıldığını ima ediyor. Romanın kahramanı Mehmet Manas, böylesi bir tarih ve toplum görüşünü savunuyor. Ama maalesef bunu yeterince açıklayıp daha somut veriler üzerinden konuşmak yerine salt soyut ve teorik düzeyde kalmayı tercih ediyor. Oysa Ali Ayçil, romanın birkaç yerinde tam da Mehmet Manas’ın yetiştiği coğrafyanın göbeğinde, Ermenilerin, Alevilerin ve Kürtlerin yaşadıklarına dair konuşma kapısı açmışken bunlar üzerinde pek durmuyor ve bu nedenle de iddia ettiği karşı tarihi yeterince görünür kılamıyor. Örneğin Armıdanlı Hagop Mintzuri’den bahsederken veya anlatıcının Güneydoğu’da geçen askerlik günlerini anlattığı sayfalarda okur, bir birey olarak Mehmet Manas’ın şahsi hikâyesinin dışında coğrafyanın toplumsal tarihinden izler arıyor. Elbette yazar, yazmadıklarından dolayı sorgulanamaz, ama yine de Mehmet Manas’ın şahsi hikâyesinin toplumsal hikâyeyle birleştiği noktalarda karşı tarih söyleminin daha fazla gerçeklik kazanmış olabileceğini söylemek gerekir.
Bütün bu düşünsel ve eleştirel yüküne rağmen Karşı Roman bir aşk romanı aynı zamanda. Taşralı bir genç olarak Mehmet Manas, yaşadığı İstanbul’da adeta bir sığınak gibi sevgilisi Berna’ya sığınır. Berna’nın anlayışı ve sevgisi onun kişiliğini ayakta tutar ve onarır. Berna bir avukattır ve Mehmet Manas’ın yetiştiği dünyadan çok başka bir yerdendir. Fakat Mehmet Manas’ın hikâyesini daima ilgiyle dinleyen Berna, adeta bir tür terapi gibi onu konuşturdukça arındırır ve iyileştirir. O da anlatıcıların en eski atası Şehrazat gibi anlattıkça çağının ve geçmişinin bütün kötülüklerinden uzaklaşır. İkisinin ilişkisi romanı ortak ilgilerin ve zevklerin etrafında kurulmuş bir aşkın hikâyesi olarak da okumayı mümkün kılar.
Sonuç olarak bu roman, uzun yıllardır şiir ve denemeleriyle tanıdığımız bir yazarı daha geniş soluklu ve son derece derinlikli bir metinle yeniden karşımıza çıkarıyor. Karşı Roman‘ın duru bir dille kurduğu dünya, geçmiş zamanın ve hafızanın günümüz gerçekleri içinden Proustyen denebilecek bir biçimde nasıl kurgulanabildiğini gösteriyor. Bu bakımdan söylemindeki tüm farklılıklara rağmen onu Abdülhak Şinasi Hisar ve Tanpınar’ın edebî çizgisine eklemek mümkün. Söylemdeki farklılıkla kast ettiğim ise Ali Ayçil’in söz konusu yazarların aksine aristokratik ve egemen tarih söylemine değil, daha halkçı bir tutumla madunların, kitaptaki ifadeyle “karaşın”ların hikâyesine ilgi göstermesidir. Ayçil, romanında Türkiye’deki egemen söyleme, iktidarın tarih, toplum ve sermayeyle kurduğu ilişkilere estetize edilmiş bir itiraz getirmektedir. Bu yoğun roman, başka açılardan incelendikçe çok daha farklı yorumlara kapı aralayacak ve Ayçil’in edebî dünyasına geniş bir pencereden ışık tutacaktır.
Mehmet Sümer
*Fotoğraflar: Dilruba Kılıç Kocaışık
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.