Ey yürüyenler/ Eğreti sözcükler arasında?/ Alın adlarınızı, çekip gidin/ Saatlerinizi çekin zamanımızdan, çekip gidin/ Denizin maviliğini, belleğimizdeki anılar kumsalını/ Çalın dilediğinizce çalın/ Dilediğinizce fotoğraf çekin ki anlayın/ Anlayamayacağınızı/ Toprağımızdaki bir taşın/ Nasıl öreceğini göğün çatısını
Mahmud Derviş
Wonder Woman Gal Gadot’un İsrail ordusunun bir neferi olduğu ortaya çıkınca karikatürist Carlos Latuff, Gadot’u ve onun şahsında Wonder Woman’ı hicveden bir karikatür çizdi. Karikatürde Filistin ana, bir baston darbesiyle İsrailli “süper kahramanı” alaşağı ediyor. [1] Latuff, çizgi romanla meşrulaşan emperyalist ideolojiye yine çizginin gücüyle nasıl karşı durulacağını gösteriyor. [2] Çünkü hakikatte asıl harika kadın, alkışlanması gereken, yıllardır işgale direnen Filistin anadır.
Filistin meselesi bağlamında çizginin ve çizgi romanın nasıl dönüştürülebileceğine, çizgiyi kullanarak çarpıtılmış algının nasıl tepetaklak edilip hakikatin açığa çıkartılabileceğine dair çarpıcı bir örnek Latuff’un karikatürü. Latuff, ısrarla Filistin’i çiziyor ve karikatürleriyle Filistin’i medyanın gündemine taşıyor. [3] (Filistin meselesinde çizginin gücü söz konusu olduğunda Naci el Ali’nin Hanzala’sının nasıl güçlü bir ikon hâline geldiği malûm.) Latuff’un gerilla usulü fırlattığı taşlar çok değerli. Joe Sacco’nun Filistin’e dair çizgi romanları ise adeta yaylım ateşi.
Joe Sacco’nun Filistin (2009) adlı grafik romanını ilk okuma girişimim yarım kaldı. Tam da yağmalanıp işgal edilmiş bir Arap köyüne karşı nöbet tutan gürbüz İsrail askerinin pervasızca surlara yan gelip yattığı sahnede bırakmıştım. Sinir bozucuydu; kendi öfkenizle çaresiz kalakalıyordunuz öylece. Bir hikâyenin ‘okunmaz’ oluşu onun değerini belirleyebilir mi? (Buradaki okunmazlık, zor okunurluk, hikâyenin iç acıtıcı olmasıyla ilgili.). Kitabı ikinci kez okumaya giriştiğimde şu sorunun cevabını da aradım: “Sacco bunu nasıl yapıyor, bildiğimizi zannettiğimiz bir gerçeği nasıl bu kadar çarpıcı aktarabiliyor?” Bu soruya cevap vermeden önce elimizdeki kitabın türünü tanımlamamız gerekiyor; sırf etiketsever okurları memnun etmek için değil, cevap kitabın kategorisiyle de ilgili olduğu için.
Öncelikle bu, bir grafik roman. Ana akım çizgi romandan farklı olarak daha derin hikâyeleri çizgiye döken, tüketimden çok sanat değerini öne çıkaran eserler böyle adlandırılıyor. Çizgi roman sanatının üstad çizerlerinden Will Eisner’ın çizgi romanın alışılmış kalıplarını yıkan/aşan, başka türden arayışlara girdiğinde kullanmayı seçtiği bu tabir böylece yaygınlık kazanıyor. Grafik romanlar, kurmaca hikâyeler anlatabilecekleri gibi tamamen otobiyografik de olabiliyorlar. Sacco’nunki ikinci türe giren bir çalışma ama aynı zamanda bir gazetecinin gözlemlerini içerdiği için haber metni değeri de taşıyor.
Filistin, Joe Sacco’nun Birinci İntifada sürerken yani 1991-92’de Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde Filistinlilerle birlikte yaşadığı iki ayın çizgi dökümü. Kitabın ön sözünü yazan Edward Said’in deyişiyle, “İsraillileri, Filistinlileri ve iki tarafın destekçilerini uzun zamandır meşgul eden umutsuzca çarpık ve bıktırıcı tartışmaların aksine aynı konuya alışılmadık bir özgünlükle yaklaşan siyasi ve estetik bir eser.” Sacco, gazete muhabirliği ile çizerliği birleştiriyor. Bir muhabir-çizer olarak İsrail’in işgalini, Filistinlilerin uğradıkları zulmü ve direnişlerini kayda geçiriyor. Sahada çalışan bir gazeteci olması ve havadisi birinci elden vermesi elbetteki önemli ama eserinin etkisini sadece buna bağlamak haksızlık olur. Bir gazeteci olarak olaya nesnel ve tarafsız bir açıdan bakmaya çalışması, üslûp sahibi olmadığı anlamına gelmiyor. Ne kadar aradan çekilmeye çalışsa da bir aracı, bir aktarıcı olduğunun farkında. Zaten trajik olan süreci ajite etmenin imkânı ve anlamı yok. Sacco, ajitasyona girmeden okurunu insanoğlunun acısıyla karşı karşıya getirmeyi başarıyor. Hislerinize oynamıyor. Derdini bağırmadan anlatıyor. Hatta kimilerinin siniklik olarak görebileceği bir çeşit duyarsızlığı, nesnel aktarımın arayüzü hâline getiriyor. Onun bu ‘duyarsızlığını’, sinizmini, patavatsızlığa vardırdığı da oluyor. Gerçi kimi okurlar bunu içtenlik olarak da değerlendirebilir. Fakat şu bir gerçek ki Filistin’i bir çizgi döküm ve bir grafik roman olarak çarpıcı kılan da bu üslûp: Sacco’nun taraf tutmayacağını biliyorsunuz. Politik doğruculuğu zerre umursamayan sözü de çizgisi gibi dobra ama onu güvenilir kılan da bu dosdoğru söyleyişi. Sivri dilinden kendini de esirgemiyor. Bir yerde kendisi için ‘akbaba’ sıfatını kullanıyor. [4] Keskin hicvini haberi tüketim nesnesi hâline getiren medyadan sakınmıyor. Yine Said’in ifadesiyle, Sacco’nun çizimleri “Londra ve New York’taki bir avuç adamın seçip tüm dünyaya pazarladıkları görüntülere karşı panzehir işlevi görüyor.”
Sacco’nun Filistin’inde (ve Gazze’nin Dipnotları’nda) Adorno’nun “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır.” cümlesinin yankısı da aranabilir mi? Auschwitz yerine Gazze, şiir yerine de grafik roman tabirlerini koyarak düşünebiliriz. Barbarlığa düşmeden insanın acısına şahit olabilmek ve bu şahitliği aktarabilme gayreti… İnsanlığın bittiği yerde söz söylemenin, fotoğraf çekmenin, yazıp çizmenin imkânsızlığı ve mecburiyeti… Sacco’nun Filistin’e dair grafik romanları, bu çatışmayı içeriyor. Sacco, bu yolda bir yandan sürekli kendi “sanat”ını sorguluyor. Filistin’i çizgiyle anlatabilmenin vicdani imkânlarına dair bir sorgulama bu. Basılı ve görüntülü medyanın işlevsiz kaldığı ya da bunların gerçeği göstermekten çok gerçeğin üzerini örttüğü bir ortamda grafik roman, Filistin’e dair vicdanlı, adaletli bir hikâye anlatabilir mi sorusunun peşine düşüyor.
“Geri Sar” adlı bölümde, neredeyse sayfanın tamamını kaplayan bir sahne var: Sacco ve arkadaşı Samih, sağanak yağmurun altında arabalarıyla seller aşarak hedeflerine varmaya çalışıyorlar. Üstelik de yanlarında İsrail askerlerinin zulmünü belgeleyen bir video kasedi var. Panelin yanındaki anlatım kısmı şu cümlelerle başlıyor: “Gözlerimi kırpıştırıp zihnimden fotoğraf çekiyorum. Bunlar kitapta şahane duracak!” Sacco yeri geldiğinde taşı gediğine koyarak kendi şahsında medyayı hicvediyor aslında. Kendisi vicdanlı, işini hakkıyla yapan bir gazeteci olsa da medyanın genel tutumu bu hicvi hak ediyor. Sonra şu cümleler: “Gazze’nin mutlaka görülmesi gereken mülteci kampında, intifadanın çıkış noktasında, (…) günlerdir üstünü değiştirmemiş, birkaç ölü fareye basmış, soğuktan titremiş, gençlerle takılmış ve korkunç hikâyelerine bilgiç bilgiç kafa sallamış bir çizgi romancıyım.” Sacco, yaptığı işi küçümsemiyor. Sadece bir süper kahraman olmadığının farkında ve kendini de öyle göstermeye çalışmıyor. Bölümün sonuna vardığımızda Samih’le beraber hedeflerine varıyor ve kasedi seyrediyorlar. “Videonun iyi tarafı bu: Geri sarabilirsin, tekrar seyredebilirsin, sürprizlerden kurtulabilirsin…” Herhangi bir gazete haberini ya da okuduğumuz çizgi romanı da geriye sarmamız mümkün, tıpkı benim yaptığım gibi. Ama gerçekte bunu yapamazsınız. Sacco bunu biliyor. Aslında bir yandan da bu gözlemleri, kayıtları aslının yerine koyamayacağımızı hatırlatıyor, yabancılığımıza dikkat çekiyor. O mesafe yokmuş gibi yapmanın samimiyetsizliğinden sıyrılınca ezber bozulmuş oluyor. Çünkü maalesef dünyanın büyük bir kısmı hâlâ orada değil ve oralı değil.
Gözlem gücünü ve maharetini sahici insan hikâyeleri anlatmak için kullanıyor Sacco. Filistinlilerin yüzlerindeki keder, neşe, öfke… Zeytinleri kesilen hatta kendi elleriyle kestirilen Arap amcamızın yüzü Sacco’nun çizgilerinde dile geliyor. Mekânların, coğrafyanın ayrıntılı tasviri, bu hikâyeler için çok önemli. Geniş planda kamplar; yoksulluk, sefalet…
Aslında baştaki sorunun cevabı çok basit: Sacco, iyi bir hikâye anlatıcısı. Çizer ve muhabir olarak hikâye anlatıcılığının bir lüks olmadığını gösteriyor bize. Edward Said’in deyişiyle, “Onun arasında yaşadığı insanlar, tarihin kaybedenleri, umutsuzca aylaklık ettikleri kıyılara köşelere mahkûm olanlar; katıksız inatçılıklarından, ille de hayatta kalma isteklerinden ve hikâyelerine tutunma, onları anlatma ve hepten yok olmalarına neden olacak tasarılara karşı direnme güçlerinden başka ellerinde hiçbir şey olmayanlar.” Filistin’in hikâyesi hakkıyla anlatılırsa vicdanımızda yer edecek. Sacco’nun Filistin’i (ve Gazze’nin Dipnotları’nda) insanlığın belleğine işlenmiş güçlü ve gerçek bir hikâye.
Sacco’nun Filistin’i zor lokma; tıpkı Filistin’in kendisi gibi.
Son bir not: Sacco’nun Filistin ve Gazze’nin Dipnotları adlı grafik romanlarının yeni baskıları bulunmuyor. Hem Sacco’nun eserlerinin hem de Filistinli sanatçıların kalemlerinden çıkmış Baddawi (Leila Abdelrazaq) ve Power Born of Dreams: My Story is Palestine (Mohammed Saba’aneh) başlıklı grafik romanların ülkemizde basılması da okurlar olarak temennimiz. [5]
Ümit Yaşar Özkan
Kaynaklar:
Joe Sacco, Filistin, çev. Hilal Zeybek, İstanbul: İthaki Yayınları, 2009.
Joe Sacco, Gazze’nin Dipnotları, çev. Hilal Alkan Zeybek, İstanbul: İthaki Yayınları, 2011.
Mahmut Derviş, çev: Lütfullah Bender, İstanbul: Gendaş Yayınları, 2002.
[1] https://mondoweiss.net/2017/06/palestine-diabolical-apartheid/
[2] Çizgi roman kültürünün tamamen emperyalist ideolojinin güdümünde olduğunu söylemek kuşkusuz haksızlık olur. Süper kahraman çizgi romanları bile zaman zaman (muhalif çizer ve senaristlerin elinde) popüler kültürün ve kültür endüstrisinin duvarlarında gedikler açmaya çalışırlar. Çizgi roman şirketlerinin pragmatik ve konjektürel bir tutumu olduğu da söylenebilir. Çizgi romanları üreten ve besleyen mutlak ve değişmez bir ideolojik arka plandan bahsetmek zordur. Üretici, yaratıcı ve alımlayıcının değişken rolleri, çizgi romanın ideolojisinde de dalgalanmalara yol açar. Marvel, Sabra adında Mossad için çalışmış İsrail asıllı bir süper kahraman üretmekten geri durmadı. Sabra’yı dengeler gibi görünen Arap şövalyesi ise çizgi romanın oryantalist klişeciliğine çok iyi örnektir. (Sabra’nın sinemaya uyarlanmasına dair bkz. https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/ayrimcilik/marvelin-yeni-filmi-icin-acikladigi-sabra-karakteri-tepki-topladi/1815090 ) Diğer yandan aynı Marvel, Pakistan asıllı Müslüman bir karakter olan Kamala Khan’ı da üretir. (İkinci Dünya Savaşı’nda Kaptan Amerika’nın Hitler’e attığı yumruğun bir benzerini korsan bir kapakta Kamala, Trump’a atar; bkz. https://blog.angryasianman.com/2015/12/kamala-khan-vs-donald.html Kamala’nın yumruğu, çizgi romanın ideolojik alımlanmasında alıcının rolünün de ne kadar önemli olduğunu gösterir.)
[3] Türkiye’de de Hasan Aycın’ın yıllardır çizgisiyle Filistin’e dikkat çektiğini unutmayalım.
[4] Sacco, kendisi için akbaba sıfatını kullanırken aslında haber peşinde koşan gazetecinin mesleki deformasyonuna dikkat çekiyor. Filistin grafik romanının 58. sayfasında haber sahasındaki fotoğrafçıların profesyonel soğuk tavrı onu şaşırtıyor. Sacco’nun çektiği fotoğrafları inceleyen fotoğrafçının “Aslında fikrin güzel.” teknik yorumunu yadırgıyor. “Fikrim mi?” diye geçiriyor içinden. 71. sayfada ise işgalci İsrailli yerleşimcilerin öldürdüğü iki genç Filistinlinin fotoğrafları giriyor hikâyeye. Sacco’nun fotoğrafçı Japon arkadaşı; “Çok ağır… çok ağır…” diyerek bu fotoğrafları taşımak istemiyor. Sacco burada yine haber oburu muhabiri oynayarak “Bana ver.” dese de içinden “Benim gibi bir akbaba için bile çok ağır. Ama (…) çünkü ne varsa yüzlerde var…” diye geçiriyor. Profesyonel haber fotoğraflarının ruhsuz soğukluğuyla sıradan fotoğrafların sahici ağırlığını karşılaştırmak okura kalıyor. Sacco’nun bu sahiciliğin peşinde olduğunu söyleyebiliriz.
[5] Bu iki grafik romanla ilgili bkz. https://cizgiromantik.com/makale-6-filistinli-sanatcilar/?fbclid=IwZXh0bgNhZW0CMTAAAR0S1lfzyIg4d7xS6OH0wT34PlcV-D_P4Dmfkn3EuCZdggS2njD7J6KlIqM_aem_A9yQoygP7VbQYGJ_V-7CnQ
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.