Geçtiğimiz yüzyıldan bu yana sanatın toplumdaki konumu, yeni durumlara evrilerek değişiyor. İki dünya savaşı arası dönemde sanatın avangard rolü etkin oldu, bu dönemden sonra yerini büyük oranda pop-art vb. akımlara bıraktı. 1968 yılında ise Fransa’da avangard ruhu yeniden canlandı fakat bu, kısa süreli bir parıldamaydı. Bu dönemde sanatçılar kurumlaşmaya meydan okuyarak sanatın özerkleşmesini istedilerse de bu konuda ne kadar başarılı olunduğu tartışma konusudur. Sanatçıların işleri sergi, müze gibi sanat kurumlarına bağımlı bir şekilde birer piyasa ürününe dönüştü. [1] Artık sanat, geniş kitleler tarafından pazarda tüketilmeye uygun olmaya indirgenerek Theodor Adorno’nun ifadesiyle “kültür endüstrisi”nin bir metası hâline geldi. [2]
Mimarlık alanında da benzer bir avangard tartışması söz konusudur. Özellikle 1960-80’li yıllar arasında mimarlıkta modernitenin aşılması ya da Fredric Jameson’un geç moderniyle ilişkilendirilen geç avangard; Peter Eisenman, John Hejduk, Bernard Tschumi gibi mimarların deneyleriyle başlangıçta kendine özgü bir anlam elde etti. [3] Biçim üzerine elde edilen özerklik, ilk etapta içinde bulunduğu sosyal düzene karşı bir duruş sergilese de form indirgemeciliği ile son buldu. Bu noktada Manfredo Tafuri’nin deyimiyle “mimari söylemin gerçek olanla bütün bağı” koptu. [4] Sanat ve mimarlığın -öncü anlamında- avangard rolü üzerine tartışmalar hâlen devam ediyor.
Walter Benjamin, Pasajlar’da Paul Klee’nin Angelus Novus adlı resmindeki meleğe odaklanarak birtakım anlamlar çıkarır. Benjamin’e göre yüzünü geçmişe dönen melek, geçmişte yıkıntıların üst üste yığıldığı bir felâket görmektedir. Melek geçmişte kalıp hatalı gördüğü bir şeyleri düzeltmeye çalışsa da ortam buna imkân vermez. Cennetten gelen bir fırtına onu sırtını çevirdiği geleceğe doğru sürükler; bu fırtına, ilerlemenin kendisidir. [5] Benjamin’in anlayışında egemenlerin tarihi değil de tutunamayanların, ezilenlerin, kaybedenlerin tarihi önemlidir. Benjamin, bu ifadeleri 20. yüzyılın toplum anlayışı içerisinde kullansa da günümüzde bu durum değişmedi; egemen güç, tarih yazımını oluşturmaya devam ediyor. Günümüzde sanat ve mimarlık literatüründe de benzer bir durum söz konusudur. Ezilenlerin, kaybedenlerin veya ‘ötekilerin’ ismi bu literatürde pek öne çıkmaz. Sanatın avangard rolü, Peter Bürger’in Avangard Kuramı’nda Paris ve diğer gelişmiş şehirler üzerindeki faaliyetler üzerinden okunur. Adorno ve arkadaşlarının geliştirdiği kültür endüstrisi olgusu da gelişmiş kapitalist ülke piyasalarında üretilen sanat ürünlerini ele alıp problematize eder.
Bu türden metinler incelendiğinde gerek sanatın öncü rolünü yitirişi, gerekse de mimarlığın ve mimarların piyasa ekonomisinin birer metası hâline gelişi ve hakim güce karşı söylemin ötesinde aktif bir rol alamayacağı anlayışı benimsenirken gelişmiş Batı toplumlarındaki örnekler baz alınarak bu durum genelleştiriliyor. Bu süreçte bu genellemelerden uzaklaşıp batı merkezli paradigmanın “öte”sinde kalan kültür havzalarında yaşanılanlara bakılmasında fayda var. Bu yazıda “öteki” kültür havzalarından biri olan Filistin’de sanatçıların ve mimarların uzun zamandır bölgede süregelen işgâl ve saldırılara rağmen ortaya koydukları toplum bazlı projelere odaklanacağım.
Dört asırlık bir süre zarfında Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetilen Filistin toprakları 1. Dünya Savaşı ile birlikte İngiliz güçlerinin eline geçer (1917). Filistin’in işgâl süreci bu dönemde başlayarak günümüze kadar gelir. İngiliz Manda İdaresi 1948 yılına kadar devam eder ve bu tarihte bölgeden çekilmeye karar verir. 1948’de İsrail Devleti kurulur, hemen ardından Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Irak ordu birlikleri İsrail’e karşı savaş ilân ederler. İsrail, bu savaşı kazanır, Filistin topraklarının büyük bir kısmını işgâl eder, Mısır Gazze Şeridi’ni, Ürdün ise Kudüs Eski Şehri’ni ve Şeria Nehri’nin batısını alır. [6] 1949 yılında taraflar arasında Yeşil Hat olarak bilinen ateşkes hattı oluşturulur (Şekil 1). Bu hat, 1967 öncesi İsrail ile şu anda işgâl altında bulunan sınırı refere eder; ayrıca uluslararası kamuoyu tarafından tanınmaktadır. [7]
1967 yılında gerçekleşen Arap-İsrail Savaşı’nda (6 Gün Savaşı) İsrail; Mısır, Suriye ve Ürdün orduları karşısında savaşı kazanır. Bu savaşta Ürdün’ün elinde bulunan Doğu Kudüs ve Batı Şeria, İsrail güçlerinin eline geçer, bölgede yaşayan bütün Filistinliler mülteci durumuna düşerler. 1967’den 1977’ye kadar Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ni askeri işgâl altında tutan İsrail, Şeria Nehri boyunca stratejik öneme sahip noktalara yerleşme politikası uygular (Şekil 2). Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 1974 yılında Yaser Arafat’ın başkanlığını yaptığı Filistin Kurtuluş Örgütü’ne gözlemci statüsü verilmesinin ardından başta Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülke bu örgütü diplomatik anlamda tanır.[9] Bu gelişmelere karşın İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırıları devam eder, bunun sonucunda Filistin halkı, 1. İntifada adı verilen hareketi başlatır. Protestolarla başlayan ve 1987-1993 yılları arasında süren hareket, sivil itaatsizlik hâlini alır, İsrail tarafına yönelik grevler düzenlenir. Bu dönemde iki binden fazla insan ölür, binlerce insan yaralanır[10].
Bu başkaldırı hareketinin sonucunda tarafların siyasi temsilcileri, uzlaşmak amacıyla 1993 yılında Oslo’da bir araya gelirler. İlk Oslo Görüşmeleri’nde Batı Şeria ile Gazze Şeridi’nde Filistin’in özerkliği ve Filistinlilerin idari sorumluluğunun arttırılması için beş yıllık bir program öngörülür. Bu süreç, başlangıçta iki tarafa da umut vaat etmesine karşın yaşanan gelişmeler sonucu sekteye uğrar. Anlaşmayı imzalayan İsrail Başbakanı İzak Rabin 1995’te öldürülür; İsrail tarafı Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te çok sayıda yerleşim alanı inşa ederek Oslo Anlaşmaları’nı ihlâl eder. [12] Bu olumsuz gelişmelere 2000 yılında bir yenisi daha eklenir. Likud partisi lideri Ariel Sharon, Müslümanlar tarafından Harem-ül Şerif, Yahudiler tarafından ise “Dağ Tapınağı” olarak adlandırılan bölgeye provakatif bir ziyarette bulunur; bu durum, gerilen ilişkilerin patlamasına yol açarak Filistin tarafının 2. İntifada’yı başlatmasını tetikler (2000-2005). İntifada sürecinde çok sayıda insan hayatını kaybeder. [13] 2. İntifada döneminde İsrail ordusu Filistinli sivil halka karşı ağır silahlar kullanmış, bir süre önce Filistin tarafına verilen Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki toprakları işgâl etmiştir. [14]
2002 yılında ise İsrail, bölgedeki güvenlik gerekçelerini öne sürerek Batı Şeria Duvarı’nın inşasına başladı. Beton duvarlardan, çitlerden, kum hendeklerden, elektronik gözetleme sisteminden, tampon bölgelerden, karakollardan ve çeşitli askeri kontrol noktalarından oluşan ve tamamlandığında 712 kilometre olacak olan bu duvar, bölgede yaşayan Filistinlilerin ulaşım başta olmak üzere ticaret, eğitim vb. her türlü açıdan hayatlarını zorlaştırıyor. Batı Şeria Duvarı, 1949 tarihli Yeşil Hattı kendi toprakları boyunca takip etmemiş ve Filistinlilerin yaşadığı Batı Şeria bölgesindeki birçok yerleşim alanını İsrail tarafına geçirmiştir (Şekil 3).[15]
Ayırma Duvarının etkileri şu şekilde sıralanıyor (UN OCHA, 2022): [17]
27 Aralık 2008 tarihinde İsrail, Hamas’ın saldırılarını gerekçe göstererek Gazze’yi bombalamaya başladı. Bu saldırılarda çoğu sivil, 1000’den fazla insan öldü, 4000’den fazla insan yaralandı. [19] Başlangıçta silahlı bir örgüte karşı misilleme yapacağını duyuran İsrail, bu savaşta sivil, asker, çocuk ayrımı yapmadı; bu saldırılarda ölenlerin büyük çoğunluğunun sivillerden oluşması, savaş hukukuna ve etiğe aykırıdır. 7 Temmuz 2014’te ise yeni bir Gazze Savaşı patlak verdi, Filistin tarafında çoğu sivil 2100 kişi, İsrail tarafında ise 66 asker ve 7 sivil hayatını kaybetti. Bu savaşta geçici barınaklar olan BM okulları, sahiller ve sivil yerleşimler bombalandı, birçok insan buralarda hayatını kaybetti. 2014 yılının Eylül ayında bu konu ile ilgili olarak askeri yetkililer hakkında soruşturma açıldı; ancak İsrail’i etkileyen herhangi bir yaptırım yürürlüğe girmedi. [20]
1948 yılından günümüze kadar olan süreç incelendiğinde gerek siyasal düzlemde gerekse de savaş yoluyla kısa vadede bir çözüm yolu öngörülemiyor. Bölgede konu ile ilgili tarafsız bir kamuoyu ve iletişim ortamının tesis edilememesi sonucu Filistinliler ve Filistin’in bağımsızlığını savunan insanlar anti-semitizmle suçlanıyorlar. Bu bağlamda bölgede özgür bir iletişim ortamının kurulabildiği, herkesi bünyesine dahil eden, eşitlikçi, güç kullanımının olmadığı kamusal alanlara ihtiyaç duyulmaktadır. Fakat var olan hakim söylemler, medyanın etkisi, duvarlar, ırkçı politikalar, siyasetçilerin barışa mesafeli durması, Birleşmiş Milletler (BM) gibi çözümde etkili olacak kurumların işlevsizliği gibi sebeplerle bu kamusal alanların oluşması da mümkün görünmüyor. Bu noktada üçüncü yol, taraflardan bağımsız, gönüllülük esasına dayanan, durumun iç dinamiklerini bilen dışarıdan bir mekanizma imkânı olarak tarif edilebilir. Bu amaçla hazırlanan bir projeye geçmeden önce işgal altındaki Filistin’in meselesini dünyaya duyurmakta sanatın katkısına dair iki örneğe değinmek istiyorum.
*
Yaşamı boyunca Filistin sorununu anlatmak için karikatürler çizen Naci el-Ali, 1987 yılında Londra’da bir suikast sonucu öldürüldü. Naci el-Ali, karikatürlerini Filistin gerçekliğine dikkat çekmek için çiziyordu. Naci el-Ali’nin en bilinen figürü Hanzala’dır (Şekil 5-6). Hanzala, Filistin’de yaşanan katliamlara karşı tüm dünyanın sessiz kalışını arkasını dönerek protesto eden bir çocuk figürüdür. Bu karakter, Filistin direnişini temsil eden en tanınmış sembollerden biridir.
*
Goethe’ye göre sanat, “insanın kendi benliğine yoğunlaşmasından ziyade ‘öteki’ne yapılan bir yolculuktur.” Öteki kültürlere duyduğu ilgi sonucunda Doğu-Batı Divanı’nı yazan Goethe’den aldıkları ilhamla Filistinli düşünür Edward Said ve İsrailli orkestra şefi Daniel Barenboim, 1999 yılında İsrailli ve Arap genç müzisyenleri bir araya getirerek ‘Doğu-Batı Divan Orkestrası’nı kurarlar. Siyasi ortamda birbirlerine katlanamayan toplumların insanları gençlik dönemlerinde müziğin gücüyle bir araya gelmekte, müzik etkin bir iletişim ortamı oluşturmaktadır. Edward Said ile siyasi bir projeden ziyade insani bir proje oluşturmayı hedefleyen Barenboim, bölge insanlarını bir araya getirecek bir forum oluşturmayı ve ‘diğeri’ni tanımayı amaçladıklarını çünkü bölgede uzun zamandır devam eden askeri mücadelelerin çözüm olmadığını, problemler karşısında sanattan güç alan küçük birlikteliklerin çözüme dönüşebileceğini ve bu noktada sanatın toplumsal sorunların çözümünde ‘öncü’ rol oynayabileceğini ifade eder.
*
2007 yılında Charles Jencks, Ted Cullinan ve Neave Brown gibi profesyonellerin çabasıyla kurulan Architects and Planners For Justice in Palestine (APJP), Filistin ve işgal edilmiş bölgeler için uluslararası platformda etik ve pratik destek aramak amacıyla tasarımcılar tarafından kurulan bağımsız bir grup olarak faaliyet gösteriyor. [21] Bu kuruluş, Filistin’deki illegal yerleşimlere, kontrol noktalarına ve Ayırma Duvarı gibi projelere karşı çıkmaktadır. APJP’nin kurucusu Abe Hayeem 2014 yılında Royal Institute of British Architects (Britanyalı Mimarlar Kraliyet Enstitüsü) de gerçekleştirdiği konuşmasında Filistinlilerin yaşam alanlarının çok parçalı olmasından ötürü Filistin Devleti’ni göstermenin mümkün olmadığını, yerli Filistinlilerin yaşadığı alanların 1917 yılında bölgenin % 97’sini oluşturduğunu, bu oranın 1947’de % 44’e düştüğünü, günümüzde ise Filistinlilere önceden yaşadıkları bölgelerin % 5-8’ini oluşturan parçalara ayrılmış kantonlar kaldığını, bu küçük parçaların ise planlama ve mimarlık araçları ve kontrol ağlarıyla daha da parçalandığını ifade etmiştir (Şekil 7).
Abe Hayeem, mimar ve şehir plancılarının Filistin’deki mimari mirasın yok olması sürecine müdahil olduklarını ifade eder: [23]
“1947 yılından beri İsrail’in kibutzum politikası çerçevesinde 500’den fazla Filistin köyünün yıkıntıları üzerinde kasabalar ve kentler inşa edildi. Mimarlar ve plancılar bilerek ya da bilmeyerek bu sürecin bir parçası oldular. Yasadışı yerleşim politikası geçmişte yürütülen barış görüşmelerine meydan okuyarak hız kazanmış, bağımsız ve egemen bir Filistin devleti olasılığını ciddi şekilde tehlikeye atmıştır. Uluslararası Mimarlar Birliği (International Union of Architects- UIA), tutumunu açıkça ortaya koyduktan sonra, etik kurallarının ihlali ve kararına meydan okunması konusunda harekete geçmelidir.”
Bu kuruluş, İsrail’de mimarlık ve planlama mesleğinin politika ile doğrudan ilişkili olduğunu görüp bunu sorunsallaştırır. Konuyla ilişkili araştırmalar yapan Mimar Eyal Weizman, 1968 yılından beri askeri eğitimin okuma listesinin başta Gilles Deleuze, Felix Guattari ve Guy Debord’un yanı sıra şehircilik, psikoloji, sibernetik, post-koloniyal ve post yapısalcı teorileri içerdiğini belirtir. Bu konuyla ilgili açıklama yapan Operasyon Kuramı Araştırma Enstitüsü yetkilisi General Naveh, teorilerin var olan paradigmalar ve nereye gitmek istedikleri arasındaki boşluğu tanımlamak için çok önemli olduğunu, teoriler olmasaydı farklı olaylara anlam veremediklerini, Tschumi’nin Architecture and Disjunction adlı kitabının tek boyutlu bilgiyi ve merkezi düşünceyi kırmak istemesi, dünyayı sürekli değişen bakış açısından farklı sosyal pratikler olarak görmesi, yeni bir gramer geliştirmesi bakımından kendileriyle çok ilgili olduğunu ifade eder. [24]
Deleuze ve Guattari tarafından geliştirilen “çizgili uzam” ve “yumuşak uzam” kavramları, savaş terminolojisinde de görülür. Duvarlar, tel örgüler, bloke edilmiş yollar Filistin alanını çizgili kılarken yumuşak alan, daha dönüştürülebilir uzamlar için kullanılır. [25]İsrail askerleri bu stratejilerini Nablus’ta uyguladılar. İç içe geçmiş sokakların yer aldığı Nablus’ta mimarlık kuramlarını kullanan askeri birlik, açık alanlardan ziyade duvarları (çizgili uzamları) kırarak (yumuşatarak) evler arası geçiş yaparak operasyonu evlerin içerisinden dışarıdaki açık alanlara doğru yöneltmişlerdi (Şekil 8-9). [26]
Bu doğrultuda İsrail’in inşa yoluyla işgal uygulamalarına karşı çeşitli kampanyalar düzenleyen APJP, 2009 yılında İsrail’in E-1 Planı’na karşı imza kampanyası başlattı. İsrailli mimar ve plancıların etik olmayan yerleşimlerdeki önemli rolüne odaklanan APJP, İsrail Mimarlar Birliği ve İsrail Hükümetinin işgal projelerini bitirmesi için meslektaşlarını ve kamuoyunu mücadeleye davet etti. Bu noktada kuruluş, en büyük illegal yerleşmelerden biri olarak planlanan ve tamamlandığında Batı Şeria’nın kuzey ve güney kesimlerini ayıracak Ma’ale Adumim yerleşkesinin inşa edilmesini, harabe hâline gelmiş Lifta yerleşkesindeki Filistinlileri bölgeden çıkararak yerleşkeyi Amerikalı ziyaretçiler için dönüştürülmesini önlemek ve Silvan Kasabası’nda yıkım tehditi altında olan 88 evin yıkılmasını engellemek amacıyla kampanyalar düzenleyerek kamuoyu oluşturdu. [28] Projeye karşı kamuoyu oluşturan grubun çalışmalarının etkisiyle hem Avrupa’dan hem de Amerika’dan E1 Planı’nın uygulanmaması için kınama mesajları yayımlandı. [29] Eyal Weizman ve ekibi bunların yanı sıra savaşın neden olduğu yıkımların kanıtlarını mimarlık disiplinini kullanarak legal kurumlara sundular. Ayrıca savaşın yaralarını sarmak için Filistinli yerleşimcilerle iş birliğine giderek evlerini yeniden inşa edebilmeleri amacıyla istişare yoluyla projeler hazırladılar (Şekil 13-14). [30]
APJP, aktif eylemleri sayesinde birçok köyün yıkımını önledi, bazı büyük ölçekli projeleri durdurdu, birçok ev inşa ederek savaş yaralarının sarılmasına katkıda bulundu. Bu noktada toplumda öncülük ederek belki de dünyadaki en önemli siyasal ve ekonomik gücü karşısında mimarlığın sadece bir piyasa nesnesi üretmekten ibaret olmadığını ve mimarların/plancıların toplumdaki sorunların çözümüne yönelik potansiyellerini ortaya koydu.
*
Bu proje, sanat ve mimarlığın yapılı çevrenin yanı sıra kamusal alanın organizasyonunda da belirleyici bir rol oynadığını ve alan içi çözümlerle de direnişin gerçekleştirilebileceğini gösteriyor. Filistin için çalışmalar gerçekleştiren sanatçı ve mimarlar, toplumdaki genel kanının aksine sanat ve mimarlık alanlarının sadece birer piyasa nesnesi yaratmaya yaramadıklarını ortaya koyuyorlar. Sanatçı ve mimarlar, bölge için gerçekleştirdikleri faaliyetler sayesinde toplumdaki sorunlara dikkat çekerek kamuoyu oluşturuyorlar ve savaşın yaralarını sarmak için Filistinli yerleşimlere profesyonel katkı sunmaya çalışıyorlar. İşgal şartlarında birbirleriyle iletişim kurma imkânı kalmayan Filistinli ve İsrailli halklar için özgür bir iletişim ortamı sağlayacak, farklı etnik yapıları bünyesine dahil eden, adil kamusal alanlar oluşturma yolunda projeler geliştiriyorlar. Toplumsal düzlemde Filistin sorununun çözümü için faaliyet gösteren sanatçı ve mimarlar, sanat ve mimarlığın işlevselliğini öne çıkararak yürüttükleri projeler sayesinde, toplumdaki öncü rolleriyle bazı önyargıların kırılmasını sağlayarak, umarız, barışın sağlandığı bir zeminde toplumsallığa da katkı sunarlar.
Ahmet Gün
[1] Ali Artun, “Kuramda Avangardlar ve Bürger’in Avangard Kuramı”, Peter Bürger, Avangard Kuramı içinde, s. 9-32, İstanbul: İletişim Yayınları, 2003.
[2] Theodore W. Adorno, Kültür Endüstrisi, Kültür Yönetimi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2007.
[3] K. Michael Hays, Mimarlığın Arzusu: Geç Avangardı Okumak, İstanbul: Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, 2015, s. 2.
[4] Manfredo Tafuri, “L’Architecture dans le Boudoir: The Language of Criticism and the Criticism of Language”, Architecture Theory Since 1968 içinde, haz. K. Michael Hays (1998), MIT Press, Cambridge, 1974, s. 153.
[5] Walter Benjamin, “Tarih Kavramı Üzerine”, Pasajlar içinde, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2014, s. 42.
[6] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Kitaplığı, 2008, s. 297.
[7] Yeşil Hat için: http://interactive.aljazeera.com/ajt/PalestineRemix/green_line.html [erişim tarihi: 20. 05. 2024]
[8] UN-OCHA, 2011, “Barrier Update”. https://www.ochaopt.org/sites/default/files/ocha_opt_barrier_update_july_2011_english.pdf. [Erişim tarihi: 05.12.2023].
[9] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, s. 400.
[10] I. S. Lustick, “Writing the Intifada Collective Action in the Occupied Territories”, World Politics, (1993), 45(4), 560-594.
[11] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, s. 402.
[12] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, s. 549-558.
[13] J. Pressman, “The Second Intifada: Background and Causes of the Israeli-Palestinian Conflict”, The Journal of Conflict Studies, 2003, sayı 23, s. 114. http://journals.hil.unb.ca/index.php/jcs/article/view/220/378, [erişim tarihi: 20.05.2024]
[14] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, s. 555.
[15]UN – OCHA OPT, 2013, “The Humanitarian Impact of the Barrier”. Erişim adresi: https://www.ochaopt.org/sites/default/files/ocha_opt_barrier_factsheet_july_2013_english.pdf [Erişim tarihi: 24.05.2024].
[16] UN OCHA, 2022, “The Humanitarian Impact of 20 Years of The Barrier”. Erişim adresi: https://reliefweb.int/report/occupied-palestinian-territory/humanitarian-impact-20-years-barrier-december-2022. [Erişim tarihi: 18.12.2023].
[17] UN OCHA, 2022, s. 1.
[18] Jerusalem Story Team, “Jerusalem: A Closed City”, 2021, https://www.jerusalemstory.com/ar/node/36. [Erişim tarihi: 24.05.2024].
[19] Selin M. Bölme, “Gazze’de Katliam, Türkiye, Filistin ve Ortadoğu Sorunu”, Seta Analiz, 1 Ocak 2009, sayı: 3, s. 3, https://file.setav.org/Files/Pdf/gazzede-katliam-turkiye-ortadogu-ve-filistin-sorunu.pdf [Erişim tarihi: 08.05.2024].
[20] http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/09/140911_israil_sorusturma [Erişim tarihi: 20.05.2024]
[21] Arif Şentek, “İsrail’de Mimarlığın Etik Sorunları ve APJP”, Mimarlık Dergisi, 2015, sayı: 381, s. 22-26.
[22] https://dijitalhafiza.com/infografikler/filistin-daraliyor-israil-genisliyor. [Erişim tarihi: 04.12.2023].
[23] Abe Hayeem, (2014). “RIBA Konuşması”, https://bricup.org.uk/article/abe-hayeem-presentation-to-riba-council-19-march-2014/ [Erişim tarihi: 25.06.2024].
[24] E. Weizman, “The Art of War”, 2006, http://www.frieze.com/issue/article/the_art_of_war/, [Erişim tarihi: 20.05.2024].
[25] Esra Bakkalbaşıoğlu, “Mimariyle Savaşmak: İsrail’in Savaş Stratejisi Olarak Mimarlık”, 2009, http://www.mekanar.com/tr/yazi-ar%C5%9Fiv-2009/makale/mimariyle-sava%C5%9Fmak-israilin-sava%C5%9F-stratejisi-olarak-mimarl%C4%B1k-esra-bakkalba%C5%9F%C4%B1o%C4%9Flu.html, erişim tarihi: 23.05.2024.
[26] A.N. Souza, The Architecture of Violence belgeseli, 2014, http://www.aljazeera.com/programmes/rebelarchitecture/2014/06/architecture-violence-2014629113556647744.html, [Erişim tarihi: 22.04.2024].
[27] A.N. Souza, The Architecture of Violence, 2014.
[28] “Petition Against The E1 Plan”, 2009, http://apjp.org/the-e1-lifta-silwan-petition/, [Erişim tarihi: 15.06.2024].
[29] J. McDevitt, “Britain and US Condemn Israel’s Jewish Settlement Plan”, The Guardian, 01.12.2012, http://www.theguardian.com/world/2012/dec/01/britain-us-condemn-israel-settlement?intcmp=239, [Erişim tarihi: 10.05.2024].
[30] A.N. Souza, The Architecture of Violence, 2014.
[31] A.N. Souza, The Architecture of Violence, 2014.
*Kapak fotoğrafı: Dilruba Kılıç Kocaışık
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.