Kurt Lewin, iyi bir teoriden daha pratik bir şey olmadığını söylüyordu. Buradan hareket edersek teoride ne kadar derinleştiğimizin sağlaması için tecrübelerimize uzanmamız gerekir. Mesele uygulamaya geldiğinde bizi biz yapan değerlerimizle yaşantılarımızın aynı doğrultuda olduğunu görebilir miyiz? Eğer aynı doğrultuda değilse değerlerimizi bilmediğimiz sonucuna mı varmalıyız? Bilgi ile hayatımız arasındaki bu karmaşık ilişki, kendini arayan hemen hemen her insanın karşısında duruyor.
Durum analizi karamsar bir tablo çiziyor gibi dursa da kendi mevcudiyetimizle bilgiyi iliklemenin başka yolları da mevcut elbette. Tanpınar’dan ödünçlersek “Bilgi bizi geciktirir. Zaten ne sonu ne de gayesi vardır. Mesele, yapmak ve yaratmaktadır.” [1] Mekanik bilginin tekdüze ritmini, yaratıcılığın enerjisiyle değiştirmek için önce bir itirazın olması gerekir. Yaşantılarımızla hayatımızı şekillendiren bilincimiz arasındaki uyumsuzluğu fark etmek de böylesi bir itirazdır. Yaratıcı bir yıkım olarak görünen sanat, dinamik bir mevcudiyeti işaretler. İndirgemeleri kırarken yeni bir ifade alanı açar kendisine.
Sanattan bahsederken hayatla kesiştiği noktalar üzerinde düşünmeyi hedeflediğimizi peşinen söyleyelim. Jung, bir hekimin dışımızdaki semayı öğrendiği kadar içimizdeki semayı da öğrenmesi gerektiğini vurgular. Yaratılışla ilmeklenen bu bakış, sanatın zaten derinlerimize nakşolduğunu bize hatırlatır. İçimizdeki sema, insan ruhunun derinliklerini de işaret eder. Ruh ve beden bütünlüğünün yanı sıra içinde bulunduğumuz âlemle de bir rabıta oluşturur böylelikle. Zira, “semayı ve dünyayı yaratan el, aşağıdaki mikrokozmosta da aynısını yapmıştır, semada bulunan her şey yukarıdan alınıp insanın derisinin altına yerleştirilmiştir.” [2]
Bir başka örnekte Ömer Hayyam, Batlamyus astronomisinin Arapça tercümesini okurken yanına gelen kişiye “Astronomi kitabı okuyorum” demez; “Evelem yanzuru ile’s-semâi…” âyetinin şerhini okuduğunu söyler. [3] Bu genel çerçeve içerisinde edebiyatın diğer sahalarla iletişiminin müstesna bir yeri vardır; bu yazı tam da buraya, edebiyatın hareket alanına odaklanıyor.
Bilimin ve sanatın muhteva açısından birbirine ters düşmediğini, sadece kullandıkları formlarda bir farklılık olduğunu biliyoruz. Rollo May, edebiyatı insanın tarih boyunca kendisini yorumlaması olarak görür. Bu yüzden psikoloji, psikiyatri gibi bilim dallarının rafa kaldırılma olasılığını öngördüğü hâlde, edebiyatın asla bitmeyeceğini vurgular. [4]
Kurmaca bir eser kendi içerisinde bütünlüklü bir dünyaya sahiptir. Dışarıdaki bilgilerin ne ölçüde esere yansıdığı, onun kurmaca değeri ile doğrudan ilgili değildir. David B. Harned sanatçının “bir dünya” (a world) ile, filozof ve bilim adamının ise “dünya” (the World) ile ilgilendiğini söylüyordu. Bununla birlikte edebiyatın verdiği ipuçlarını takip edersek dünyaya dair bir gerçeğe, hayatın ipuçlarını takip edersek de edebiyata varmamız kaçınılmaz bir sonuçtur. [5] Biraz daha somutlaştırmak için Herman Melville’in Billy Budd novellasını ele alalım.
Billy Budd, savaş gemilerinden birisinde denizcilik yapan eğitimsiz bir delikanlıdır. Melville’in onu meleklerle kıyaslamasından, gemidekiler tarafından kendisine “Bebek Budd” denilmesinden de anlaşıldığı gibi masumiyetiyle öne çıkar. Gemideki polis memuru Claggart ise yine Melville’in yaptığı tanımlamayla “mizaçtan gelen bir ahlâk bozukluğuna sahip”tir. Birisi masumiyeti diğeri ise gücü elinde tutan iki karakterin sonları ise alışılan sonlardan oldukça farklı olacaktır.
Bir gece, Billy’den gemi içerisindeki isyan esnasında yardım istenir. Her ne kadar öfkelenerek buna içinden karşı çıksa da insanları kırmak istemeyen Billy, açıkça hayır diyememektedir. Claggart ise kaptanın önünde ona haksız ithamlarda bulunur; isyanı tetiklediğini iddia eder. Duygularını ifade edemeyen Billy, kekelemeye başlar. Kimse onu sakinleştiremez. En sonunda “iyi yürekli” Billy, Claggart’a bir yumruk indirerek ölümüne sebep olur. Bu yumrukla, hikâye bambaşka bir noktaya evrilir. Zalim Claggart, cinayete kurban giderken masum Billy katil olur… [6]
Billy Budd mahkemede “Kendimi ifade edebilmiş olsaydım ona vurmazdım, yalnızca yumruğumla konuşabiliyorum.” diyerek haykırır. Masumiyet ve güç arasında salınan bu hikâyenin alt metnine uzandığımızda varacağımız yerlerden birisi, duyguların fizyolojisi ve şiddetin kökenleridir. İfade edilememiş agresyon, sağ kolda birikip polisin yüzüne yumruk olarak iner. Gerçekten de insan bedeninde sözel olarak ifade edilemeyen öfkenin bedende ifade alanı bulacağının altını çizmek gerekir. “Masumiyet bir kez davranışa dahil olduğunda, cinayetten kaçınılabilir mi?” Melville’in bu soruyu temel alarak yazdığı “kurmaca”, kendi içerisinde bir “gerçeklik” oluşturduğu gibi; duyguların fizyolojisinin izahına, şiddetin ve masumiyetin analizine hazır bir zemini de oluşturur. Her yorum, kitaptaki karakterler kadar içimizdeki ve çevremizdeki Claggart ve Billy Buddların hâllerini anlamaya dair soruları da çoğaltır.
“Inception” filmini izleyen herkes rüya ile gerçeklik arasında gidip gelen karakterlerin kullandığı metal topacı hatırlayacaktır. Filmdeki karakterler, diğer katmanlarla olan ilişkilerini yitirmemek için bir topaca ve kendilerini uyandırması için her birisinin kulak verebileceği ortak bir şarkıya ihtiyaç duyuyorlardı. Öyle görünüyor ki edebiyat da bizi rüyanın farklı katmanlarına ulaştırır, filmdeki karakterleri bir araya getiren şarkıyı duyana dek bizi kurgulanan bir gerçeklikte tutar. Yaşamla kurgu arasındaki sınırları kalın tuğlalardan değil, ince bir tülden örer.
Ayşe Kübra Bilgin
[1] Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2011, s. 360.
[2] Carl Gustav Jung, Ruh, Sanat, Edebiyat, çev. İsmail Hakkı Yılmaz, İstanbul: Pinhan Yayınları, 2017 s. 33.
[3] Kâf sûresi, 6. âyet: “Üstlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Hiçbir kusuru olmaksızın onu nasıl kurduk, nasıl süsledik.”
[4] Rollo May, Kafese Konan Adam, çev. Aysun Babacan, İstanbul: Okuyan Us Yayınları, 2018, s. 19, s. 44.
[5] Bu yazıda, gerçekliğin sanatta temsilini reddeden modernist/ postmodern edebiyat değil, klasik anlayıştaki edebiyat merkeze alınmıştır.
[6] Buraya kadar yapılan alıntılar ve novellanın detaylı yorumu için; Rollo May, Güç ve Masumiyet, çev. Mihriban Doğan, İstanbul: Say Yayınları, 2018.