Cahit Zarifoğlu şiir dilini neden değiştirdi? Bu sorunun doğru bir şekilde cevaplanması, Türk şiirinin 60’lardan 90’ların sonuna uzanan serüvenine ışık tutabilir. Zarifoğlu, Türk Edebiyatı’nın hakkında en çok yazılan, yazdıkları ve söyledikleri en çok tartışılan şairlerinden biri. Onun eserini çok farklı yönlerden heyecanla tartışabilmek mümkün. Sadece bu gerçeklik bile yaptığı işin büyüklüğüne dair önemli bir kanıt. Çözümünü aradığım soruyu kendisi birkaç kez cevaplamış aslında:
“Başlangıçta şiir(i) sadece kendimden yola çıkarak, şairliğimden yola çıkarak yazıyordum. Zamanla angaje oldum. Aktüalitenin zorlamaları, yönlendirmesi oldu. Hama olayları cereyan ediyor. Onbinlerce temiz müslüman katlediliyor. Çocuklar, kadınlar. Derken içerde acılarımız… Derken Afganistan… Kayıtsız kalamıyor ve bir şair olarak, görev duygusunun baskın olduğu şiirler yazıyorsunuz. Bu şiirlerin elbette, ayağının anlam olarak yere basması gerekli.” [1]
Bir söyleşide böyle derken diğer taraftan, “eski şairliklerim gitti gözümden/ gayridir başka bir hal kuşanıyorum” dizelerini yazıyor. [2] Görünüşe göre şairin kendi ifadeleri, bu dil değişimini açıklamak için tatminkâr bir çözüm sunuyor ama biraz daha derine bakmak yararlı olabilir. John Dewey, Deneyim Olarak Sanat’ta, “Bir sanat eserinin oluşturulmasında kullanılan malzeme benliğe değil, ortak dünyaya aittir ama yine de sanatta kendini ifade vardır çünkü benlik malzemeyi kendine özgü bir tarzda benimser ve ona bir form verdikten sonra bu yeni nesneyi tekrar ortak dünyaya gönderir.” diyor. [3] O zaman Zarifoğlu şiirini, çok katmanlı ve çoğul okumalara açık bir dilden; perspektifi dar, iki boyutlu, politik mesaj ve propaganda şiirine dönüştüren süreçleri yaşadığı zaman diliminin ona sunduklarında da aramak gerekir.
Anadolu insanının bireye dönüşme süreci sancılı oldu; tam olarak da gerçekleştiğini söylemek güç. Bu dönüşüm sürecini bilinçaltı açmazlarını da görerek üretilen şiirler ve şiir dili üzerinden tüm açıklığıyla izlemek mümkün. Modernleşme, endüstri toplumuna dönüşme ve kentleşmenin öyküsü, aynı zamanda aristokrat ya da burjuva sınıfının dışındaki bireyin kendi biricikliğinin farkına varması ve dünya üzerindeki varlığının anlamını çözmeye çabalamasının da öyküsü. Türk modernleşmesi, Tanzimat’tan bu yana süregelen hikâyesi ile bu görüşü doğruluyor. Tebaanın millete, kulların yurttaşlara, serf ve kölelerin köylü ve işçilere dönüştüğü bir süreç bu. Şiir dili bu dönüşümün biraz ilerisinde bir seyir izliyor. Şaman şairlerin kabile pratiklerinden bu yana biliyoruz ki şair zihni aynı zamanda bir kâhin zihnidir; toplu bilinçaltının sözcüklerini ve arzularını önden görüp okuyabilir ve aktarabilir. Nedim, Keçecizade İzzet Molla, Fitnat Hanım, Namık Kemâl, Recaizade Mahmut Ekrem, Cenap Şehabettin ve Şair Nigâr gibi şairler, yaşadıkları dönemin ortak zihninin ve paradigmalarının önünde bir dil ile ifade edimlerini kurdular. Büyük edebi devrimler, çarpıcı değişimler değil elbette söylemek istediğim; ama bireyin oluşumu ve şekillenişinin izlerini onların eserleri üzerinden sürmek mümkün. Bu tümüyle başka bir yazının konusu.
Zarifoğlu’nun 50’li yılların sonunda yayınlanan ilk şiirleri, yer yer imgeye yaslanan ama daha çok şiir yazmaktan keyif alan bir ergenin lirik söyleyişi ve şiir dilinin imkânlarını keşfetmek arzusu ile yaptığı küçük oyunları içeriyor. Ardından gelen şiirlerin tümü İkinci Yeni şiir dili ile paralel, çoklu okumalara açık, bilinçaltı ile bağlantılar kuran ve kurulmasını talep eden, ilk okumada kendini kolay ele vermeyen; ama çok katmanlı bir bohça gibi, düğümler çözüldükçe içinden altın bilezikler ve ince dantellerin sökün ettiği bir ifade biçimine ulaşıyor. Türk şiiri, Osmanlı şiiri ile bağlantısı Cumhuriyet ile birlikte aniden kesilen, bu yeni ilk döneminin hececi ve milliyetçi bir söyleme yaslandığı, ardından toplumcu gerçekçi ve Garip şiirinin geldiği ve sonra çok sesli ve renkli bir İkinci Yeni deltasına açıldığı bir seyir izliyor. Önce padişaha kul olan, sonra Cumhuriyet döneminde yine sert bir baskı rejimi ile vatandaşa dönüşerek savaş yıllarına ulaşan bireyi temsilen şair, önce Garip şiiri ile kendi basit ve yalın gerçekliğini tanımlıyor; İkinci Yeni ile sorgulayıcı, derin ve katmanlı bir bilince sahip olduğunun, sorular sorarak anlayabileceğinin ve varoluş biçimlerini değiştirebileceğinin ayırdına varıyor.
Zarifoğlu, şair olarak böyle renkli bir şiir ortamına doğuyor. Ortak edebi bilincin onun şair zihnini de şekillendirdiğini kabul edebiliriz. Kendi şiirini İkinci Yeni şiirinin dışında tutması da bu yalın gerçekliği değiştirmez. Bu dönemde yazdığı şiirlerin anlaşılamadığının söylenmesi bile onu kızdırıyor. Modern psikolojide kızgınlık ve öfkenin aynı zamanda kaygıdan da kaynaklandığı var sayılır; öyleyse Zarifoğlu’nun “anlaşılmaz” şiirleri gündeme gelince kaygı duymasına yol açan saiki bulmamız gerek. Şair, hâkim ve tarikat ehli bir babanın oğlu. Babası çok kez evlenmiş; şairin “bir nevi babasız büyüdük” demesine yol açacak kadar ilk eşinden ve ondan olan çocuklarından uzak kalmış. [4] Zarifoğlu’nun hem evinde hem mahallesinde ve kentinde her zaman İslami bir iklimin içinde bulunduğu aşikâr. Savaş Ritimleri romanında kahramanının aşama aşama şekillenen gelişimini çizerken Zarifoğlu’nun kendi gelişim evrelerini de metne yansıttığını öngörmek aşırı yorum olmayacaktır.
Romanında geçen ifadelerle Zarifoğlu’nun “bu yaşta zaman bir bütün olarak yaşanır. Onun günü ve geceyi bölen dilimlerinden azade, uyumaktan, dünyaya yavaşça açılmaktan başka bir görevi olmadan” [5] dediği gibi kendi şiir dilinin ilk dönemini oluşturan zihin yapısını da kurmaca kahramanının bebekliği ile özdeşleştirebiliriz. Dünyaya yavaşça açılmayı istemek, bu arzuyu şiir dilinin imkânlarını kullanarak gerçekleştirmek ve zamanı kendi varoluşu ve yaşamının bütününden ibaret kabul etmek, onun şiir serüvenin de başlangıç aşaması. Ancak büyüdüğü ve yetiştiği ortam, onun zihninin ulaşacağı bir sonraki aşamayı da daha en baştan belirliyor: “Besmeleyle başladım ve daha ilk saçılışta bana şeytan yoldaşlık ettirilmedi.” [6] Öyleyse şairin yetmişli yılların sonunda “bohem ve lümpen” yaşantısından vazgeçip “yekpare geniş bir ânın” dünyevi zevkinden, başka türlü bir geniş zamanı arzulayarak tarikat iklimine geçişi bizi şaşırtmamalı. [7] Bu geçiş ona güzel sözün imkânlarını yoklamak ve oradan ölümsüzlüğe ulaşmak yerine, daha henüz dünyadayken ölmek arzusunu giderek büyüterek vermiş olmalı. Bu yolun sonundaki beklentisi Savaş Ritimleri romanında mezarlıkta yatanları tanımlarken söyledikleri ile uyumlu aslında: “Onlar bir zaman gelecek ebediyen yeşerecekler.” [8]
Bu noktada şairin yolunun kısa bir özetini yapmak faydalı olacak. Artık ne padişaha ne de Cumhuriyet’e kul olmayan yeni birey, kendi varoluşunun imkânlarını fark etmiş, Avrupa’yı baştan başa dolaşarak o yolun sonuçlarını incelemiş, sonra büyüdüğü mahallesine ve o inancın derinliklerine yeniden ve bu gözle eğilip içindeki kendini yoklamış ve kararını vermiş olarak tekrar ulaşıyor: “Kur’anı ve namazı işte böyle camiden dışarı taşırdık ve onu büyüyen gövdemize ve gönlümüze en güzel bir akıl yaptık.” [9] Akıl kendi benliğinin kibrinden sıyrılarak değiştiriliyor; belli ki şair, “gücünü kuvvetini bir manânın emniyetine bırakmak ister gibiydi.” [10] Böylece kaygı bu manânın emniyeti içinde son bulur. Bu noktada sorulması gereken soru şu: Şairi bu tercihi yapmak zorunda kılan neden ya da dürtü nedir?
Aynı dönemde solcu politik şiir de yükselişe geçmiş, imge dili ve güzel söze dair yapılan tüm edimler politik ve angaje bir dile terk edilmişti. Ayrıca sanat ve edebiyat bir yönüyle de toplumsal yaşamın başlıca kurum ve kuruluşları ile ilgili duygu ve düşünceleri yansıtır. Toplumun ethos’unun bir parçası da o zaman diliminde üretilen edebiyattır. Öyleyse hem Zarifoğlu’nu hem de propagandist dili seçen sosyalist şairleri taraf olmaya, tarafını seçmeye iten bir ruhu var zamanın. Olduğu yerde kalmalarına, kendi varoluşlarının imkânlarını zorlayıp daha çok üretmelerine engel olan bir ruh bu; çünkü her iki kanat için de arzu nesnesi, yaşamın estetiği değil, şiddetin ve ölümün estetiği. Şairler kendilerini feda ediyorlar; güzel bir ölümle ölmek ve bu ölümle halkını zalimlerden kurtaran cesur birer kahraman ya da cennetin kapılarına ağzında gül yapraklarıyla ulaşan şehitler olmak istiyorlar. Yaşanan kirli zamanın sözle temizlenemeyeceğini, ancak kanla yıkanırsa temizlenip düzeleceğini düşünüyor o dönemin şairi. Zarifoğlu şiirine dönelim: “çünkü bütün zamanlar toptan kullanıldı/ içinde zalimlerin asılma sahneleri/ içinde kan akıtanların kanlarının seli/ içinde mahzun edenlerin gözyaşı nehirleri”. Burada aktarılan şiddet sahneleri ile örülmüş hınç ve adalet çığlığı sadece ona has değil, birçok dönem şairi benzer bir söylem kullanıyor. Farklı pencerelerden bakabilirler ama yaşamın terk edilip ölümün yüceltildiği bir zaman bu. Şiir ve edebiyat, artık estetik bir uğraş olmak yerine sapanın taşevine yerleştirilen bir taşa dönüşüyor. Fırlatılan söz acıtacak, sersemletecek, irkiltecek ve yeni bir yaşamın doğması için mutlaka gerçekleşmesi gereken kutlu şiddet ve ölüme hep birlikte gidilmesini sağlayacak. Okur, artık şairin gördüğü güzellik ve derinliği onun gözü ile tekrar gören, böylece kendi görme keskinliğini artıran bir unsur değil, bir ava dönüşüyor.
Zarifoğlu, ilk dönemlerinde şiirinin anlamsız olduğunu ileri süren, şiirini anlamakta zorlandığını belirtenlere “ben de botanikten anlamam” diyordu. [11] Belli ki bu, geçiştirmek için verilen bir cevaptı. Şiir dili, sözgelimi bilgisayar programlama dili gibi erbabına has bir dil değildir. Endüstri toplumunda sanatın ve onun estetik duygusunun toplumsal akışın sürekliliğinde hiçbir yerinin olmaması, şairin eserini kendini ifade etmek için yalıtılmış bir araç olarak görmesine yol açabilir belki ama edebi dil, bir alt-dil veya özel bir terminoloji olarak görülemez. Okurdan, onun savrulup aktığı günlük yaşamdan çıkıp kurtulmasına, sözlerin büyülü dünyasına girmesini talep eder. Bu talep, o toplum bireyinin şiirden anladığı “oku ve tüket” motivasyonu ile uyuşmuyorsa kolayca anlamsızlıkla ya da kapalılıkla suçlanabilir. Zarifoğlu, şiir dilini zamanın ondan talep ettiği eyleme biçimine dönüştürerek “anlamlı” kılıyor. “Çıplan dünyandan çıplan ve gövdenden/ O büyülü çiçekleri yol arın bir kere” [12] derken hem tarikat yolunun ondan beklediği dünyevi olanla ilişkisini tekrar inşa etmeyi hem de sözün büyüsünden sıyrılarak gerçek olanı yaşamayı vurguluyor. Sözün büyüsünden sıyrılacak, kutlu bir infilâkla ölerek zalimlerin zulmünü sonlandıracak ve bu dünyadan ayrılacak. “Bireysel tekil formda idrak edilen süreklilikler, bilinçli deneyimin özüdür,” diyor Dewey,” bir sanat eserini oluşturan ifade edimi anlık bir salım değil zaman içinde bir inşadır.” [13] O zaman Zarifoğlu’nda da sosyalist şairlerde de kendi çocuklukları ile şimdiki zamanı bağlayan ve tek bir yola dönüştüren; zulüm, adalet, intikam, “haklı” şiddet ve ölüm kavramlarını aynı şekilde idrak etmelerine yol açan bir kültür ve zihin iklimi var. Yaşayarak değiştirmek ile ölerek değiştirmek arasındaki farkı belirleyen, estetik üretim ile dünyadan vazgeçerek, dünyayı elinde silahla savaşarak, gerekirse ölerek değiştirmek arasındaki tercihi yaratan bir süreç bu.
Zarifoğlu Türk şiirinin en özgün şairlerinden biri ve “Afganistan Çağıltısı” gibi angaje dönemine ait bir şiiri bile, [14] bir şiirin nasıl kurulup geliştirileceğinin, ritim duygusunun, şiirin yapısında trajik ve lirik öğenin harmanlanmasının, imgenin çoklu kapılarına nasıl ustalıkla gem vurulabileceğinin iyi bir örneği; [15] ince bir ustalık ürünü. Hayriye Ünal da yazısında bu şiirde belirginleşen ustalığın izini sürüp epik söylemle bağdaştırıyor. Sapan taşının çarpma etkisinin güçlenmesi için kendi ömrünü de bir bileşen olarak kullanmayı bildi ayrıca. Somerset Maugham, Ay ve Altı Para romanında şöyle der:
“Meslekten olmayanların resimden hiç anlamadığını ve beğenisini ancak ağzını açmadan ve çek defteriyle belirtebileceğini ileri süren kibirli ressamların görüşüne katılamıyorum. Sanatı, yalnızca onu yaratan kimselerin anlayacağı bir iş olarak görmek kadar büyük bir yanlışlık düşünemiyorum; sanat ortaya konan bir duygudur ve duygu herkesin anlayacağı bir dili konuşur.” [16]
Bir duygunun ifadesini oluşturmak içinse içsel duygu ve dürtülenme kadar çevrede bulunan ve direnç gösteren nesneler de gereklidir. Ayrıca bir dürtülenme kendisini kargaşa / çalkantı içinde bulmazsa ifadeye yol açamaz. Sıkışma / basınç olmadıkça dışarı çıkan bir şey de olmaz. [17] Şair duyguyu betimlemez, duyguyu üreten şeyi yaratır. O zaman Zarifoğlu’nun güzel sözden güzel ölüme evrilen şiir dilinin kaynağını, onun aklı ve kalbi kadar dünya tarihinin seyrinde ve insan tekinin biçimlenmesinde de aramalıyız. İlk kitaplarının diliyle ulaştığı nokta arasındaki değişimi belirleyen kaynakların farklarını anlamak, Türk şiirinin geçtiği yolu kavrayabilmek için daha başka bir algı açıklığı sağlayabilir bize. “Balığın, her tarafı ona dokunarak denizi dinlemesi” gibi şairin içinde yüzüp süzüldüğü zamanın, o zamana ulaşan ve sürükleyen akıntıların anlaşılması, iyi şiirin iyi yaşamla bağdaşabilmesinin de yolu. Çünkü iyi şiir, görevini gerçekleştirdiği ölçüde toplumsal eylemin de daha iyi bir düzen ve üretken bir güzellikle şekillenmesini sağlayabilir.
Levent Dalar
Kaynaklar
Dewey, John. Deneyim Olarak Sanat. Çev. Nur Küçük. İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları, 2023.
Maugham, W. Somerset. Ay ve Altı Para. Çev. Fatma Aylin Sağtür. İstanbul: Can Yayınları, 1985.
Sürgit, Büşra. “Cahit Zarifoğlu’nun Şiirlerinde Tasavvufun Görünüm Biçimleri”. Journal of Turkish Studies. cilt 9/3. 2014, s. 1289-1308.
Topal, Uğur. “Rasim Özdenören’le Cahit Zarifoğlu’na Dair”. Zarifoğlu’nu Okumak içinde. Neslihan Demirci (ed.). İstanbul: Küre Yayınları, 2018.
Ünal, Hayriye. “Cahit Zarifoğlu Şiiri”. Zarifoğlu’nu Okumak içinde. Neslihan Demirci (ed.). İstanbul: Küre Yayınları, 2018.
Zarifoğlu, Cahit. Bütün Şiirleri. İstanbul: Ketebe Yayınları, 2022.
Zarifoğlu, Cahit. Konuşmalar. İstanbul: Beyan Yayınları, 2000.
Zarifoğlu, Cahit. Savaş Ritimleri. İstanbul: Ketebe Yayınları, 2022.
[1] Cahit Zarifoğlu, Konuşmalar, İstanbul: Beyan Yayınları, [t.y.], s. 109.
[2] Cahit Zarifoğlu, “Hızla Akan Mızrak”, İşaret Çocukları (1967).
[3] John Dewey, Deneyim Olarak Sanat, çev. Nur Küçük, İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları, 2023, s. 149.
[4] Uğur Topal, “Rasim Özdenören’le Cahit Zarifoğlu’na Dair”, Zarifoğlu’nu Okumak içinde, ed. Neslihan Demirci, İstanbul: Küre Yayınları, 2018, s. 215.
[5] Cahit Zarifoğlu, Savaş Ritimleri, İstanbul: Ketebe Yayınları, 2022, s. 25.
[6] Zarifoğlu, Savaş Ritimleri, s. 26.
[7] Büşra Sürgit, “Cahit Zarifoğlu’nun Şiirlerinde Tasavvufun Görünüm Biçimleri”, Journal of Turkish Studies, cilt 9/3, 2014, s. 1289-1308.
[8] Zarifoğlu, Savaş Ritimleri, s. 10.
[9] Zarifoğlu, Savaş Ritimleri, s. 83.
[10] Zarifoğlu, Savaş Ritimleri, s. 150.
[11] Zarifoğlu, Konuşmalar, s. 23.
[12] Zarifoğlu, “Hızla Akan Mızrak”, İşaret Çocukları (1967).
[13] Dewey, Deneyim Olarak Sanat, s. 95.
[14] Zarifoğlu, “Afganistan Çağıltısı”, Korku ve Yakarış (1985).
[15] Hayriye Ünal, “Cahit Zarifoğlu Şiiri”, Zarifoğlu’nu Okumak içinde, s. 95.
[16] W. Somerset Maugham, Ay ve Altı Para, çev. Fatma Aylin Sağtür, İstanbul: Can Yayınları, 1985, s. 6.
[17] Dewey, Deneyim Olarak Sanat, s. 97.
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.