“Bir nedeni olan her nasıla göğüs gerer.”
Nietzsche
Neredeyse zamanın ve mekânın sınırlarını zorlayacak kadar gelişmiş bir teknolojik imkânların içerisinde yaşıyoruz.Belki de hiç olmadığı kadar bilgiye doymuş vaziyetteyiz. Hayatımızı kolaylaştırmak için çok seçeneğimiz var. Gelin görün ki her sonuç, beklentileri karşılamıyor. Fiziken daha az yorulduğumuz ve pekçok şeyi eskiye oranla çok daha hızlı yaptığımız bir gerçek olsa da zihnimizin yükü katlanarak artıyor. Bildikçe daha çok kontrol etmeye çalışıyoruz, daha çok kontrol etmek için daha çok düşünüyoruz… Kolaylaşması için alan açtığımız hayatlarımızda düşünmekten bize yer kalmıyor. Yani, süreğen bir düşünme eylemi içerisine “hayat”ı sıkıştırmaya çalışıyoruz. Gelin, bu duruma biraz daha yakından bakalım.
Hepimiz, âna temas etme becerilerinin ne kadar önemli olduğunda hemfikiriz. Mindful olma kavramını duymayanımız var mı? [1] Akışına bırakmak için şu âna dek neler yaptık meselâ? İçinde bulunduğumuz âna temas “etmek” yerine, temas “etmeyi tasarlarken” buldunuz mu kendinizi? Mindful olmanın adımlarıyla ilgili listeler sürekli dolaşımda. Listelerin gündemimize girdiği kadar “mindful” muyuz dersiniz? Buradan bakınca görünen manzara biraz daha farklı. Etiketlerimiz mindful ama içimiz pek öyle değil. Bu çelişki, Judith M. Liberman’ın Masal Terapi kitabında okuduğum bir hikâyeyi getiriyor aklıma. [2]
Bir varmış, bir yokmuş… En kısa sürede aydınlanma yaşamak isteyen bir öğrenci varmış. Ustasına gidip kişisel gelişimini tamamlayabilmek için mağaraya çekilmek istediğini beyan etmiş. Usta da her ay kendisine bir rapor yollaması şartıyla bu inzivayı kabul etmiş.
İlk ay ustasına “Kalbimin bin yapraklı yonca gibi açıldığını hissettim.” yazınca usta kağıdı çöpe atmış. İkinci ay gelen raporda “Kalbim artık bana ait değil. Göğsümde atan şey evrenin küçük parçası.” yazınca kağıtın akıbeti yine çöp kutusu olmuş. Üçüncü ayda ise gelen notta şu yazıyormuş: “Beden kabuğundan çıktım ve yıldızlara seyahat ettim.” Usta yine oralı olmamış. Sonraki notların hepsi birbirinin benzeri olmaya başlamış. Mağaradan notlar aylarca gelmeye devam etmiş. Usta da notları okuyormuş okumasına ama artık ciddiye almamaya başlamış. Yüzünden hayâl kırıklığı hissettiği anlaşılıyormuş.
Günlerden bir gün, rapor vakti geldiği hâlde not gelmemeye başlamış. Bu kez usta, öğrenciye “Hani raporların?” diye not yollamış. Öğrenci şöyle cevaplamış: “Kimin umrunda?” Usta sevinerek “Sonunda!” diye bağırmış, “Sonunda anladı!”
Mindful olmak istiyoruz ama “en kısa” sürede, “en acısız” ve sonucunun “en görkemli” olacağı şekilde. Yani, ânın içinde kalmaya(!) beklentiyle başlıyoruz, kelimelerimiz etrafımızda dolanıyor; ama iç dünyamız o esnada olanları karşılamıyor. O sıradaki tek gerçekliğimiz, anda kalmaya çabalamamız. Oysa mindful olmanın tek şartı, her şeyi olağan hâliyle kucaklamak; ortaya çıkan ne varsa…
İçinde bulunduğumuz âna temas etmek ile etmeyi düşünmek arasındaki farkın altını çizdiğimize göre ikinci aşamaya geçebiliriz: Ânın içinde kalmak neden bu kadar zor? Neden mindful olmayı denerken düşüncelerimizin içerisinde kayboluyoruz?
Düşünme modu açıldığında geri kalan her şey flulaşıyor. Düşünme eylemi, elbette yerinde ve dozunda olduğunda hayata anlamlı bir katkı sağlıyor. Odağınız, çözmeniz gereken probleme çevriliyor tamamen; bir nevi hipnoz hâli…
Düşünme modu hiç kapanmadığındaysa canlılığımız da mekanikleşmeye başlıyor. Yaşamanın ancak ve ancak “eyleme geçerek” ve “içinde kalarak” gerçekleştiğini veriler bize söylüyor söylemesine de, bizim için bunu “yaşayamıyorlar.” Bunun tek çözümü deneyimlemek. Peki, niçin bu kadar zorlanıyoruz?
Anla temas ettiğimizde içimizde hiç açmadığımız kapıları aralayacağız bir taraftan da. Hüsranla, yetersiz ve ihtiyaç hâlinde olduğumuz bilgisiyle en nihayetinde almamız gereken sorumluluklarımızla karşı karşıya kalacağız. Hayâl ettiğimiz nirvanaların her zaman mümkün olmadığı ve duygularımızın dalgalar gibi sürekli yükselip alçaldığı gerçeği, düşünerek her şeyi çözebileceğimiz sloganının yanında sönük kalacak. Sıkıcı görünen bu tablo, aslında insan olmanın bir görünümü.
Ayşe Şasa “Kıyamet günü yaratıcıya anlamlı ve onurlu bir hikâye anlatmalıyım.” derken hayatı ne uğruna yaşadığını çerçeveliyordu. Eğer “anlamlı ve onurlu bir hikâye” inşa etmek gibi bir pusulanız varsa bu hikâyeyi aşama aşama yazmaya başlarsınız. Düşüncelerin içerisinde patinaj yaptığımızda pusula bizi çağırır. Hikâyedeki öğrenci, kendi anlamlı ve onurlu hikâyesine gözlerini çevirdiğinde süslü kelimeleri ve ustasının fikirlerini bir yana bıraktı. Kendi hikâyesinin dışarıdan seyredilecek değil, adım adım inşa edilecek bir şey olduğunu sonunda anladı aslında. Bu gerçeği anlaması için ilk önce neyin olmaması gerektiğini tecrübe etmesine ihtiyacı vardı. Tıpkı o öğrenci gibi bizim de “Daha fazla veri ya da bilgiden çok daha fazla yalınlık lâzım zihinlerimize.” [3] Zannederim artık yeni lüks, dışarıya offline, içeriye online olabilmek; bu bilgi yığını içerisinde kendi yorumlarımıza sahip çıkmak. Bu bilgiye ulaşmamız için, anda kalamamaya, bunun bizdeki sonuçlarına da temas etme cesaretine sahip olmamız gerekir. Artık bilgiye, veriye doyduğumuz bu aşama, yaşamanın ilk adımına da dönüşebilir pekâla.
Gelelim âna dönebilme becerisine, yani mindful olmaya…. En güzel tariflerden biri, Feridüddin Attar’ın Tezkiretü’l-Evliyâ adlı eserinden: “Tevekkül, geçmişe üzülmemek ve geleceğe göz dikmemek suretiyle bekleyiş bulanıklığından vakti arındırmaktır.” Vaktini bekleyiş bulanıklığından arındırabilmenin bugünkü karşılığı, şimdiyle temas edebilmek; buna aşırı düşünme bulanıklığını da ekleyelim.
Judith Malika Liberman’ın söylediği yerinde bir tespitle bitirelim: “Kendimizi durmaya zorlamak belirsiz bir şekilde koşmaktır.” İşte o zaman başlıyor dilimizde bir tekerleme: Mindful’um, Mindful’sun, Mindful… Peki, gerçekten öyle miyiz?
Ayşe Kübra Bilgin
[1] “Kendindelik, bilinçli farkındalık” olarak çevrilen bu kavram, kişinin içinde bulunduğu âna derin bir farkındalıkla temas etmesi; duygu, düşünce ve davranışlarını yargılamadan seyredebilmesi anlamına gelir. “Mindful” kelimesi literatürde daha yaygın kullanıldığından yazı boyunca tercih edilmiştir.
[2] Hikâye için bkz. Judith Malika Liberman, Masal Terapi, İstanbul: Doğan Novus, 2022, s. 128-129.
[3] Hilal Bebek, Çemberin Dışı, İstanbul: Tara Kitap, 2020, s. 98.
*Fotoğraflar: Diruba Kılıç Kocaışık
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.