Modernist Türk şiirinin şekillendiği 1950’lerde İkinci Yeni’yi kendi doğal mecralarında başlatan, 60’ların edebiyatında mıknatısın iki kutbu gibi konumlanan iki şair: Sezai Karakoç ile Cemal Süreya. İkinci Yeni’nin öncü iki şairi arasındaki dostluk ilişkisine odaklanan bu yazıda niyetim, 50’lerin edebi ortamında filizlenen bu arkadaşlığın kanon mücadeleleri arasında eridiği iddiasına kapı aralamak. Bunu yaparken kaygan bir zeminde yol aldığımın farkındayım; zira bilhassa Sezai Karakoç’a dair kaynaklara dayanan bu kısa yazıda biyografik metinleri referans alacağım: Cemal Süreya’nın 99 Yüz[1] adlı kitabındaki “Sezai Karakoç” başlıklı yazısı, Sezai Karakoç’un Hâtıralar’ı ve diğer tanıklıklar üzerinden bu arkadaşlığın ve ayrılığın izlerinin sürmeyi deneyeceğim.[2]
Cemal Süreya, Sezai Karakoç’un portresine şu cümlelerle başlar: “Bulgucu adam. Belki de ülkemizde tek bulgucu. Çok daha yetenekli bir Mehmet Akif’in tinsel görüntüsüyle adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl’ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirsiniz.”[3] Cemal Süreya’nın, Karakoç’un maneviyatını ve dindarlığını Mehmet Âkif’e, ideolojik yönelişini Necip Fazıl’a benzetmesi, yabana atılacak bir tespit değil. İlk bakışta sanki bir şair, kalbur üstü şair dostunun şiirini harcıyormuş hissi verse de aslında Cemal Süreya, Sezai Karakoç’un sadece dünya görüşüne bu iki şairden örneklik getirir, karakterini ve şairliğini onlardan ayrı bir yere koyar. Zaten aktüel bir dergide yayınlanan ve edebiyat eleştirisi içermeyen bu yazıda şairin poetikasına pek girmez; dolayısıyla Karakoç’un şiirinin kendine has bir damardan ilerlediğine de değinmez. Diriliş ve Papirüs’le keskin biçimde yolları ayrıldıktan çok sonra Cemal Süreya, 1980’lerin sonunda kaleme aldığı bu yazısında, Karakoç’un şairliğinden ziyade karakter bakımından az rastlanır cinsten sağlam bir adam oluşunu vurgulamayı yeğler sanki.
Alıntının başındaki “bulgucu” nitelemesiyle Cemal Süreya’nın ne kastettiğini tam olarak anlayamamıştım; ta ki Ömer Erdem’in Günler Çözüldükçe’deki yorumunu okuyana kadar. Bazı şeyleri çözmek için birinci elden tanıklıklara ihtiyaç var demek ki: “Her şeyden önce Karakoç kendilik ilkesine tutkuyla bağlıdır. Bu ilke de, ölünceye dek sürmüş tek yaşamanın kimi sevimli anekdotlarıyla örülmüştür. Hayat her an bir çözüm, bir buluş, bir üçüncü yol gerektirmiştir. Yanına gelen hemen her dertliyi dinlemek, sabırla dinlemek ve sonunda buluş yapmak adeta onun şiarıdır.”[4] Hatta Karakoç’un mücadeleci vasfını da bununla tanımlar Ömer Erdem:
“O adeta hayatta kalmak ve korunmak için hep bir buluş yapmak zorundadır. İnancın ters yüz edilip küçümsendiği toplumun kendi iktisadi ve sosyolojik çarpıntısında çaresiz kaldığı bir dönemeçte ‘Ben erginliği (dikkat ergenlik değil) çocukluğumda yaşadım,’ diye yola çıkmış bir mizaçla buluşuruz. O mizaç asla mücadeleden yılmaz. Taviz vermez.”[5]
Karakterinin yanısıra şiirini de bununla ilintilendirir: “(…) Sezai Karakoç’un bulguculuğu daima söze bağlı ve sözle gerçekleşir. Sözün efendiliği en ilkel, kadim, eskimez, özgür ve bir başınadır. (…) Şiir ebedi bir söz efendisidir ve şair orada bir büyük müstağni olarak bulunur. (…) Cemal Süreya’nın ‘bulgucu’ tarifi bu yönüyle de ilginçtir.”[6]
“Mukaddesatçı kesimin içinde yalnız”
Cemal Süreya’nın bu yazıya ilham veren tespitleri, Karakoç’un etrafında hayranlık hâlesi oluşturan -ve oluşturmaya devam eden- kitlenin romantik kabullerine nispetle çok daha gerçekçidir: “Türkiye’de sağın, özellikle de mukaddesatçı kesimin içinde yalnız. Bir başına. Hiçbir ortaklığa girmez. Dışarda ve yukardadır. Düşüncesini de öfkesini de hemen ortaya koyar. Ama yalnız olması yalnız kalma anlamında değil, diyorum. Yapısı öyle.”[7] Sezai Karakoç’un iki ciltlik Hâtıralar’ında eski dostunun “mukaddesatçı kesimin içinde yalnız” iddiasını destekleyen anılarına sıklıkla rastlanır. Karakoç, 1950’lerden itibaren muhafazakâr camia içinde hem edebi hem de sosyal açıdan kendi ortamını bulamadığını ve bundan ne çok sıkıntı duyduğunu hatıralarında pek çok kez açıkça yazar; ancak kendisini başka bir mahallede konumlandırması da söz konusu değildir.
Cemal Süreya ile Sezai Karakoç’un arkadaşlığı, Mülkiye’deki öğrencilikleri sırasında başlar. 1950’lerin başında Anadolu’dan çıkıp Ankara SBF’de karşılaşan, birbirine yakınlık duyan iki gencin yolları asıl, şiirde kesişir. Modern şiir için bereketli bir mecrada, Mülkiye dergisinde sınıf arkadaşları Sezai Karakoç, Cemal Süreyya, Tevfik Akdağ; Veteriner Fakültesi’nden Muzaffer Erdost, Orhan Duru ve Seyfettin Başçıllar, Hukuk Fakültesi’nden Gülten Akın şiirlerini yayımlarlar.[8] Modern Türk şiirinin mecrasını değiştirecek bu ekibin etkisi öyle güçlüdür ki Ece Ayhan, İkinci Yeni’yi “Mülkiyelilerin çıkışı” olarak tanımlar; Sezai Karakoç ve Cemal Süreya’yı da bu yeni şiirin “uçbeyleri” diye niteler.[9] Aynı kadro, 1955’te Sezai Karakoç’un Şiir Sanatı dergisinde de yer alır. Sezai Karakoç, Cemal Süreyya ve Muzaffer Erdost arasındaki dostluk, daha sonra Erdost’un edebiyat sayfalarını yönettiği Pazar Postası’nda da devam eder ancak bu macera Karakoç için hayal kırıklığıyla noktalanır.
*
Hikâyenin başına dönersek… Sezai Karakoç, Hâtıralar’ında arkadaşlıklarının nasıl başladığını anlatır: “Cemal’le arkadaşlığımız, asıl, ikinci sınıfta başlar. İkinci sınıftan itibaren, üç yıl, sınıfta yan yana oturduk. Önceleri şiir yazdığını gizliyordu. Hatta yanına gidildiğinde eliyle kapıyordu yazmakta olduğu şiirini. Sonra (…) Mülkiye dergisine vermesi için kendisini zorladım.”[10] Yazının devamında Cemal Süreya’yı kıyıcı bir şekilde eleştirse de bazı yönlerini muhabbetle yad eder:
“Cemal’le arkadaşlığım, şüphesiz onun zeki ve yetenekli bir arkadaş olmasından kaynaklanıyordu. Bir konuyu konuşabileceğim bir arkadaştı. Sanat ve şiir konuşmalarımız pekiştirdi bu arkadaşlığı. (…) Bir konuyu ben bir ucundan tutardım, o öbür ucundan. (…) Konuşmalarımız, gençlik icabı, bir imaj ve espri sağanağına dönebilir ve birdenbire noktalanabilirdi.”[11]
Karakoç, keyif aldığı bu gündelik sohbetlerin, ikisinin şiirini de nasıl beslediğinden, hatta bu verimin gayri ihtiyari şiirler-arası imge alışverişine döndüğünden dem vurur. Tartışmalar, küsmeler, barışmalarla dolu o günlerden bahsederken Karakoç’un “yan yana akan, birbirine karışmayan iki su gibiydik”[12] dediği o günlerde Cemal Süreya’yı ne denli önemsediği, bu satırlardan anlaşılır:
“Durmadan konuştuğumuz, ötesinden berisinden didiklediğimiz konular, sözler, imajlarla çevrili şiirlerini görünce, o dönem şiirlerini kendi şiirim gibi sevmem, benimsemem olağandır. En bana ait olanı ortaya koymaya gayret ettiğim benim kendi şiirlerimde de bu ortak sanat düşünüşünden yansımaların bulunmaması imkânsızdır.” [13]
Pazar Postası: İlk Yol Ayrımı
Mezuniyetten sonra maliye müfettişliği yapan Cemal Süreya ve Sezai Karakoç, Anadolu’da farklı şehirlerde görevlendirilirler, bu süreçte sürekli mektuplaşırlar. 1957’de Cemal Süreya, -edebiyat sayfalarının editörlüğünü Muzaffer Erdost’un yürüttüğü- Pazar Postası gazetesine Sezai Karakoç’a haber vermeden “Balkon” şiirini gönderir; hem de bir iki kelimesini değiştirerek. Sezai Karakoç, fikirleriyle uyuşmadığı milliyetçi / muhafazakâr dergilerden bile şiirlerini sakınırken -gazeteyi Cemil Sait Barlas’ın yönettiğini de ayrıca not düşerek- “Pazar Postası gibi sol bir dergide (…) görünmem, ilk anda bana facia gibi geldi.”[14] der ve çok kızdığı arkadaşına “ağır” bir mektup yazar, postaya verir. Neyse ki adresi yazmayı unutmuştur; mektup geri gelir. O sırada öfkesi yatıştığı için daha yumuşak bir tonda yeni bir mektupla meramını anlatır. Mesele tatlıya bağlanır ve Muzaffer Erdost’un ısrarıyla gazeteye şiir ve yazı vermeye devam eder.
Karakoç, Hâtıralar’ında birkaç yerde dergilerden ve edebi ortamlardan elini eteğini çekmesinin milâdı olarak 1958 yılına kayıt düşer. Bunun sebebi, Karakoç’un Pazar Postası’nda Edip Cansever’in şiirini eleştirdiği “Bir Materyalist Şiir” başlıklı yazısına karşılık Ülkü Tamer ve Asım Bezirci’nin epeyce sert cevap yazmaları sonrasında Cemal Süreya ve Muzaffer Erdost’tan beklediği desteği göremeyişidir.[15] Belli ki kanonun belirlediği saflar sebebiyle, poetik görüşler ortak da olsa, artık arkadaşlıkları sürdürmeye yetmez. Ebubekir Eroğlu’nun 60’ların sonları için dile getirdiği tespitler, o dönemler için de geçerliymiş gibi görünüyor: “O çok bilinen kopuş ve uzaklaşma döneminde, izolasyonun yoğun olduğu yerlerin başında dergiler geliyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse o şartlarda izolasyon gerekli ve anlamlar dünyasını kazanmanın bir yolu idi de.”[16]
Diriliş ve Papirüs
En az şiirin seyrini değiştiren şairlikleri kadar dergici yönleriyle de edebiyat tarihinde derin izler bırakmışlardır Sezai Karakoç ve Cemal Süreya. 1960’ta her ikisi de kendi hayatlarında dönüm noktası kabul ettikleri kendi dergilerini çıkarırlar:
Diriliş ve Papirüs. Ekonomik şartlar sebebiyle defalarca ara verip tekrar yayın hayatına dönen her iki derginin yayın ömrü Türkiye’nin çalkantılı dönemleri boyunca uzun yıllar devam eder. Bir yandan Sezai Karakoç’un karşı mahallenin dergilerinde görünmeme kararlılığı, öte yandan edebi ortamda görmezden gelinmesi sebebiyle kanonun dışına itildiği barizdir. Bu iki şairin imzaları bir daha hiçbir yayında yan yana gelmez ama kaderin cilvesiyle yolları bir kere daha kesişir; Diriliş ve Papirüs yazıhaneleri aynı iş hanında komşu olur. O yılların Diriliş çevresindeki gençlerinden Ebubekir Eroğlu, Cemal Süreya’nın sık sık uğradığını ve ikisi arasında geçen sohbetlerin, dinleyenleri 50’lerin atmosferine götürdüğünü aktarır. Bazen ziyaretçilerin yelpazesi, epeyce genişler:
“O zamanların, uzak durmayı öğütleyen rüzgârı içinde, sıradan ziyaretçiler bile sıradan olmaktan çıkıyordu. Bir keresinde Cemal Süreya Mihri Belli ile gelmiş, konuğu Sezai Karakoç’a takdim ederken ‘Bir aşırı sağcıyla bir aşırı solcu’yu tanıştırma ifadesine ikisi de itiraz etmiş. O zamanın mantığı böyle bir ziyareti tehlikeli bile sayabilirdi.”[17]
Karakoç’un notlarına bakılırsa görünenin ötesinde, içinde olup biten başka şeyler de vardır:
“Yıl 1970. Diriliş’i üçüncü kez aylık olarak çıkarıyorum. Cağaloğlu Meydanı’nda Atasaray İşhanı’nda bürom var. Bir süre sonra Cemal (Süreya) da karşımdaki odayı tuttu. O da Papirüs’ü yayınlamaya başladı. Böylece, fakülte arkadaşlığı ve meslektaşlıktan sonra bu kez de yayın hayatında komşu olmuştuk. Ancak, Cemal’in arkadaşlıktan çok yavaş da olsa uzaklaştığını hissediyordum. Yanına gelenlerin davranışları, Cemal’den onlara yansıyan bir uzaklaşışın izini taşıyordu.”[18]
Karakoç’un Hâtıralar boyunca en çok bahsi geçen isimlerden biri olan eski dostuna muhabbeti, kırgınlık dolu satırlarına rağmen hissediliyor; belki bu kadar sitem de ona verdiği değer karşısında duyduğu hayal kırıklığındandır. Cemal Süreya ise kıyıcı tespitlerinden neredeyse her portre sahibinin nasibini aldığı kitapta ona dair hayranlığını gizlemez: “Öyle bir Müslüman ki Marx da bilir, Nietzsche de bilir. Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nâzım da okur. Sıkışmış, sıkıştırılmış deha. Alçakgönülle katı yüksek uçuyor.”[19] Cemal Süreya 80’lerde böyle derken arkadaşlıkları devam etmesine rağmen şiirin nabzının attığı Papirüs’te Sezai Karakoç’un bahsinin bile geçmemesi ilginçtir.
Hâtıralar’ından anlaşılan, Karakoç, kimsenin karşısında eğilip bükülmeyen ilkeli tabiatının katkısıyla kendi camiasında da, edebi ortamda da -tıpkı Cemal Süreya’nın tespitindeki gibi- yalnızlığı seçer; ancak hep söylenegelenin aksine, münzeviliği değil.
Neslihan Demirci
Kaynaklar
Cemal Süreya. 99 Yüz: İzdüşümler/ Söz Senaryosu. 2. basım. İstanbul: Kaynak Yayınları, 1991.
Ebubekir Eroğlu. “Dergi: Kanatlı Yürüyüş”. Kitap-lık. Sayı 650. Kasım-Aralık 2001, s. 227-229.
Elyesa Koytak. “İkinci Yeni ve İslâmcılığın Yeniden Doğuşu: Sezai Karakoç’un Şiir Sanatı Dergisi”. İslam’ı Uyandırmak: Çok Partili Hayata Geçilirken İslamcı Düşünce ve Dergiler içinde. İstanbul: İLEM Yayınları, 2018, s. 465-487.
Ferhat Korkmaz. İkinci Yeni Limanı: Pazar Postası. 2. baskı. Erzurum: Salkımsöğüt Yayınları, 2012.
Mehmet Can Doğan. “İkinci Yeni Söyleminin Öncüsü, İkinci Yeni Şiiri’nin Gönülsüzü: Sezai Karakoç”. Journal of Turkish Studies. Cilt 6/3. Yaz 2011, s. 732-744.
Mehmet Can Doğan. “Sezai Karakoç İkinci Yeninin Neresinde?”. Şair ve Düşünür: Sezai Karakoç Sempozyumu içinde. Kasım 2008, s. 95-111
Mustafa Kirenci. Sabah Yıldızı: Sezai Karakoç ve Dirilişe Dair. İstanbul: Büyüyenay Yayınları, 2021.
Ömer Erdem. Günler Çözüldükçe: Sezai Karakoç’a Doğru. İstanbul: Everest Yayınları, 2024.
Sezai Karakoç. Hâtıralar I. İstanbul: Diriliş Yayınları, 2022.
Sezai Karakoç. Hâtıralar II. İstanbul: Diriliş Yayınları, 2022.
[1] Cemal Süreya’nın çoğun 80’lerde kültür ve siyasetteki popüler simalara dair portre yazılarını bir araya getirdiği kitabı: 99 Yüz: İzdüşümler/ Söz Senaryosu, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1991.
[2] Sezai Karakoç, Hâtıralar, cilt 1-2,İstanbul: Diriliş Yayınları, 2021. Bu iki cilt, Karakoç’un Diriliş dergisinde 1988-1992 yılları arasında yayımladığı yazılardan oluşur.
[3] Cemal Süreya, “Sezai Karakoç” 99 Yüz, s. 306.
[4] Ömer Erdem, “İlginç Karakterler Ormanı…”, Günler Çözüldükçe: Sezai Karakoç’a Doğru, İstanbul: Everest Yayınları, 2024, s. 43.
[5] Erdem, “Tarihin Asmalarında Kırağı”, Günler Çözüldükçe, s. 116.
[6] Erdem, “İlginç Karakterler Ormanı…”, Günler Çözüldükçe, s. 46.
[7] Cemal Süreya, 99 Yüz, s. 306.
[8] Ekipteki şairlerden Orhan Duru, sonraları şiirin değilse de 50 Kuşağı öykücülerinden biri olarak modernist hikâyeciliğin öncülerindendir.
[9] Aktaran Mehmet Can Doğan, “Sezai Karakoç İkinci Yeni’nin Neresinde?”, Şair ve Düşünür: Sezai Karakoç Sempozyumu, Kasım 2008, s. 98. Karakoç, yeni kurulan Mülkiye dergisinde ilkin yazımı 1952 yılına yayılan “Monna Rosa”yı yayımlar (1953).
[10] Karakoç, Hâtıralar I, İstanbul: Diriliş Yayınları, 2022, s. 368.
[11] Karakoç, Hâtıralar I, s. 368-369. Karakoç, burada “imaj” derken imgeyi kastediyor.
[12] Karakoç, Hâtıralar I, s. 371.
[13] Karakoç, Hâtıralar I, s. 370.
[14] Karakoç, Hâtıralar II, s. 56.
[15] Bu tartışmanın ayrıntıları için bkz. Ferhat Korkmaz, İkinci Yeni Limanı: Pazar Postası, 2. baskı, Erzurum: Salkımsöğüt Yayınları, 2012, s. 184-193. u konuyla ilgili olarak değerli tespitler için bkz. Elyesa Koytak, “İkinci Yeni ve İslâmcılığın Yeniden Doğuşu: Sezai Karakoç’un Şiir Sanatı Dergisi”, İslam’ı Uyandırmak: Çok Partili Hayata Geçilirken İslamcı Düşünce ve Dergiler içinde, İstanbul: İLEM Yayınları, 2018, s. 482.
[16] Ebubekir Eroğlu, “Dergi: Kanatlı Yürüyüş”, Kitap-lık, sayı 650, Kasım-Aralık 2001, s. 227.
[17] Eroğlu, “Dergi: Kanatlı Yürüyüş”, s. 228.
[18] Karakoç, Hâtıralar II, s. 408-409.
[19] Cemal Süreya, 99 Yüz, s. 308.
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.