“Ama insan yanına yoldaş ister.”
John Steinbeck
Hikâyesi
Amerikalı yazar John Steinbeck, çocukluğundan itibaren çeşitli işlerde çalışır. Özellikle Salinas Vadisi’nde çiftliklerde çalışırken yaptığı gözlemler neticesinde insan hayatına dair tespitlerde bulunur ve bunları yazarlık hayatında, eserlerinde ustalıkla kullanır. Gerçeğe dayalı kurguyla eserler üreten Steinbeck’in bu minvaldeki romanlarından biri de Al Midilli (The Red Pony)’dir.* Romandaki kişiler Carl, Jody Tiflin ve Billy Buck üzerinden bir çiftliğin nasıl ayakta tutulmaya çalışıldığına insan ve hayvan ilişkileri üzerinden tanık olunur. Romanın genelde hayvan, özelde ise at kahramanları; midilli Gabilan, yaşlı at Paskalya ve genç, güçlü kısrak Nellie’dir.
Romanın dünyasına girilirse karşılaşılacak genel manzara şu şekilde: Yetişkinlerin yaşadıkları duygusal kırgınlıklar, çiftlik hayatı için yetiştirilmeye çalışılan bir çocuğa yüklenmek istenen sorumluluk duygusu, bunlar dışında arzular, kaygılar ve hüzünler içinde betimlenen doğa ve hayvan sevgisi… Çiftlikte yaşayanların insani taraflarını geliştirmelerini anlatan roman, dönemin toplumcu gerçekçi bakış açısıyla yazılmıştır. Toplumsal gerçekçilik, toplumdaki gerçeklikleri göz önüne sererek sanat üzerinden toplumu eğitme ve bilinçlendirme amacını içinde barındırır. Ölüm vurgusunun ön planda olduğu romanda yaşamla ölüm arasındaki diyalogun neden-sonuç ilişkisi çerçevesinde gerçekliği sunduğu belirtilebilir. Bir çiftliğin sosyal koşullarının ele alınmasından dolayı gerçekçilik dozu belirginleşse de romanın merkezinde atlar var. Atlar demişken…
Üç At
Gabilan, Paskalya ve Nellie: Bu üç at, Carl ve ailesine ait. Gabilan, Jody’nin küçük midillisi olarak kitapta görünür; Paskalya, Baba Carl’ın emektar yoldaşıdır; Nellie ise çiftlikte heyecanla beklenen yeni tayın annesidir.
Jody ve Gabilan’ın eğlenceli başlayan dostluk ilişkisi acı bir şekilde sonlanır. Midillinin ölümü, Jody’nin derinden yaşadığı ilk kayıp olduğu için Al Midilli’nin yoğun duygusallık taşıyan bir bölümüdür. Hayvan sevgisi üzerinden sorumluluk duygusunu kazanması amaçlanan Jody, hem büyür hem de doğayı gerçekten tanıma yolunda adımlar atar. Zengin ama bir o kadar da mütevazı olan otoriter babanın hediye ettiği midilliyle beraber Jody’nin beklenti, hayal kırıklığı, sorumluluk, kaygı, sabır ve hüsran gibi duyguların içine nasıl düştüğü ve bunlarla nasıl başa çıkmaya çalıştığı betimlenir. Jody’deki bu türden duyguların her biri, özellikle midillinin hastalandığı ve akbabalar tarafından saldırıya uğradığı sahnelerde, duygusal ve fiziksel betimlemeleri barındıran satırlarda yakalanır. Midilli ve Jody arasındaki ilişki, insan ve hayvan sevgisinin bütünleşmiş hâlinin resmi gibidir.
Ah Paskalya! Baba Carl’ın uzun yıllar yoldaşı olan bu at, sessiz sedasız bir şekilde ortadan kaybolur. Yaşlı Paskalya’yı Jody en son gördüğünde çiftlikteki atların çok gerisinde yamaçtan aşağı ağır aksak adımlar atarak gelir. “(…) su içmeyi bitirdikten uzun süre sonra tepede yaşlı bir at belirdi ve her adımda acılar çekerek aşağı indi. Uzun sarı dişleri vardı, toynakları kürek gibi düz ve keskindi, öyle zayıftı ki kaburgaları ve kalça kemikleri postunun altından dışarı fırlayacaktı neredeyse. Aksayarak yalağın başına geldi ve suyu höpürdeterek içmeye koyuldu.” (50) Bu sahne yaşanırken çiftliğin bir ziyaretçisi vardır: Gitano. Yamacın arkasındaki yıkılmış çiftliğine yıllar sonra dönmeye karar veren yaşlı ziyaretçi, Carl’ın çiftliğinde kendisine yer olmadığını öğrenir. Paskalya ile tanıştığı günün ertesinde yaşlı atı (ç)alarak sessiz ve sakin bir şekilde çiftlikten ayrılır. Jody’nin bu bölümdeki hikâyesi ise çiftliğin çevresindeki yüksek dağların ardından gelen bu yaşlının başka yerlerde gördüklerine, duyduklarına olan merakı üzerine kuruludur.
Midillisi öldükten sonra Carl, oğluna diğer canlılar üzerinden vermek istediği sorumluluk duygusunu yeniden gündemine alır. Bunun için çiftliğin en iyi kısrağı olan Nellie’nin bir tay doğurması için gerekli ortam hazırlanır. Tayın doğumuna az kala bir şeyler ters gitmeye başlar. Çiftliğin kıymetli çalışanı Billy Buck, midillinin yetiştirilme sahnelerinde olduğu gibi kısrağın hamilelik ve doğum sürecinde de ön plandadır. Çünkü yaşadıkları bölgede Billy, at bakıcılığı konusunda uzman kabul edilir ve baba Carl’a göre Jody’yi bu konuda eğitebilecek en iyi kişidir. Ama hayatta her zaman uzman olmak işe yaramaz ne yazık ki. Nellie’nin doğumu yaklaştıkça anne karnındaki tay bir türlü doğumu kolaylaştıracak doğru pozisyona geçemez. Ya anneden vazgeçmek gerekir ya da doğmamış taydan. Jody’ye sağlıklı bir tay sözü verdiği için doğum ânı geldiğinde “Billy hemen şiş karna doğru atıldı; kocaman çakısı elindeydi. Deriyi çekip bıçağı sapladı. Sonra da hayvanın karnın boydan boya yardı. İçerisi canlı iç organların ılık ve mide bulandırıcı kokusuyla doldu. Diğer atlar zincirlerini zorlamaya, şahlanmaya, kişnemeye ve çifte atmaya başladılar.” (76) Nellie öldü, tay doğdu.
At Eğitimi Hakkında
“Billy’nin dediğine göre atlara iyi bakmayı
Öğrenmenin en iyi yolu bir tay yetiştirmekmiş.
‘Hatta tek iyi yolu’, diye araya girdi Billy.”
John Steinbeck
Bu alıntı, yazıyı gitmek isteği yerde tutan nüvelerden. Steinbeck’in eserleri doğa tasvirleri ile doludur. Yazarın çocukken yaz tatillerinde çiftliklerde çalıştığı, bu yüzden çevreyi iyi gözlemleme ve betimleme yeteneğine sahip olduğu söylenir. Kitapta midillinin yer aldığı bölümde okuyucu iyi bir at yetiştirmek için neler yapmak gerektiği meselesiyle karşılaşır. Atın sırtına yerleştirilen eyerinden tutun da bir canlının hareketlerinden yakalanmaya çalışılan anlık duygu durumu ve atlarla kurulan iletişim dili hakkında pek çok bilgi edinmek mümkün.
Tüm atların taylık dönemlerinin bitmesiyle birlikte biniş hayatı için eğitilmesi gerekir. Bunun için her atın öncelikle sırtına takılacak eyere alıştırılması lâzımdır. Gabilan’a eyer eğitimi verdiği sırada yaşadığı zorluklardan ziyade iyi bir bakıcı olmamanın hem kişiye hem de canlıya vereceği zararı, yazar şu satırlarda Billy’nin dilinden okura aktarır: “Bir gün eyer örtüsünde bir kırışıklık bıraktım ve hayvanın sırtı yara içinde kaldı. Babam bana hiçbir şey demedi. Ama ertesi sabah yirmi kilo yükle beraber eyeri bana bağladı. Atımın yularından tutarak o eyerle güneşin altında bir dağı aşmak zorunda kaldım. Neredeyse ölüyordum, ama bir daha asla eyer örtüsünde kırışıklık bırakmadım. Bırakamadım…” (71)
Bir atı biniş donanımına alıştırmada en önemli şeylerden biri onunla kurulan iletişimdir. Eğer atla sağlıklı bir iletişim kurulursa onunla yapılmayacak iş yok. Billy, Jody’ye atların konuşmayı çok sevdiğini söyler. Eğer midillisiyle sürekli konuşursa, yaptığı her şeyin sebebini açıklarsa bir sorunla karşılaşmaz. Çünkü atlar sevdikleri birinin onlara olan biteni açıklaması sayesinde içinde bulundukları durumun tehlike barındırmadığını anlarlar. Billy de atların söylenen her şeyi ne kadar anladıklarından emin değildir ama bildiği bir şey vardır: “Mesela bir atın artık yorgunluktan yıkılmak üzereyken gidilecek yere az kaldığı söylenince tekrar canlandığı biliyordu. Ayrıca korkudan donup kalmış bir atın, sürücü onu korkutan şey ne olduğunu söyleyince rahatladığını da görmüşlüğüm vardı.” (19)
Midilli ile Jody’nin ilişkisi ilerledikçe eğitim dili de değişir. Midillinin kendisine verilen komutları anlaması için uzun yular eğitimine başlarlar. Jody uzun bir ipi çemberin içinde tutar. Dilini şaklatır ve uzun ipin ucuna bağlı olan midilli geniş çember çizmeye başlar. Bir daha şaklatınca tırısa geçer, bir daha şaklatınca ise dörtnala… Dura kalka, dönüp durarak eğitimler devam eder. Jody, Gabilan’ın durması için her seferinde “hoo hoo hoooo” diye seslenir. Çok geçmeden midilli tüm komutları eksiksiz yerine getirmeye başlar. Bir atın kulaklarından verdiği mesajın ne kadar önemli olduğunu da gözlemlemiştir yazar: “Kulaklarının yönüne bakarak her konudaki hislerini eksiksiz anlayabilirdiniz. Kulakları kimi zaman sert ve dik kimi zaman gevşek ve sert. Öfke ya da korku duyduğunda kulakları arkaya yatıyor; endişeli, meraklı ya da sevinçli olduğunda öne yatıyordu. Kulaklarının pozisyonu tam olarak ne hissettiğini gösterebiliyordu.” (20)
Peki sağlıklı bir atı tanımak nasıl mümkün olur? Yazar, Gabilan’ın kıvrak hareketlerinin yanısıra, yemesinden ve içmesinden de sağlık durumu hakkında fikir verecek her türlü bilgiyi küçük at yetiştiricisi üzerinden okuyucuya aktarır. Midilli hoplayıp zıpladıktan sonra su yatağına gider ve “burnunun deliklerine kadar suyun içine sokardı. Jody o zaman gururlandırdı çünkü bir atın kıymetinin ancak buradan anlaşılacağını biliyordu. Kötü atlar sadece dudaklarını değdirirdi ama iyi bir hayvan bütün burnunu ve ağzını suya sokar, ancak nefes alacak kadar yer bırakırdı.” (20)
Sonra
Sıradan insanların hayatlarını ustaca yorumlamasıyla tanınır John Steinbeck. Zaman akıp giderken insanı anlamak ve anlatmak temel derdi gibidir. Yazarın Al Midilli’de atlar üzerinden yaptığı; sesi duyulanlara, dediği anlaşılanlara yer verdiği kadar, insanların anlayamadığı sesleri de anlatabilmektir. İnsanı anlatırken başka canlı türlerine de başvuran yazar, “O eski hikayeleri anlatıyorum, ama aslında anlatmak istediğim onlar değil. Sadece onları anlattığımda insanların ne hissetmesini istediğimi biliyorum.” der. (96) Belki de bu cümle bir insanın zihninde canlanan sahneleri neden yazma gayreti içinde olduğunu okura anlatır.
Betül Sezgin
*John Steinbeck, Al Midilli, çev. Bülent O. Doğan, İstanbul: İletişim Yayınları, 2021.