Attilâ İlhan’ın Belâ Çiçeği kitabı 1962 yılında yayınlandığında, ülke 27 Mayıs askeri darbesinin getirdiği “bahar” mevsimi içindeydi. Zihin iklimi, sona eren baskıcı Menderes iktidarının karanlığından çıkmış, yeni bir anayasa ve çoğulcu demokrasi rüyası ülke toprağını çapalayarak havalandırmış, erken Cumhuriyet döneminin üretken, milli ve antiemperyalist havasına yeniden girmişti; hiç değilse şair Attilâ İlhan ve ülkenin geri kalmışlıktan kurtulması için yolun yönünün Batı’ya dönmesi gerektiğini düşünenler için. Belâ Çiçeği, Hasan Bülent Kahraman’a göre Türk modern şiirinin en önemli yapıtlarından biri: örnek bir eser. Yine aynı yazar, Türk düşüncesinde modernizmin bir ideoloji olarak değil, bir toplumsal dönüşüm girişimi olarak anlaşıldığını ve şiirde de bunun gelenekten tümüyle kopuş anlamına geldiğini söylüyor. Bu çıkarsama bütünüyle yanlış değil; ama geleneğin reddinin boşlukta kalmak demek olduğunu, yerçekiminin boşlukta durmaya izin vermeyeceğini ve kendi ayaklarını kesen bir organizmanın üzerinde durabileceği yeni ayaklar bulmak zorunda olduğunu göz ardı ediyor. Attilâ İlhan, Türk şiirinde yeni bir söyleme biçiminin mucidi olarak okunabilir. Onun şiir söyleme tarzı, duygu yoğunluğunun imgeye yüklenerek çoklu anlam katmanları yaratmayı mümkün kılması ve hemen ardından gelen İsmet Özel’in, “isyan”ı, kelimelerin anlam dünyasının yanı sıra ses düzenine de sindirme tarzı ile birlikte sonraki tüm kuşakları etkilemiştir. İkinci Yeni şairlerinden Cemal Süreya’nın da İlhan’ın onlar için bir öncü olduğunu vurgulaması, onun şiirinin açtığı kapının başka kapıların da açılmasına vesile olduğunu gösteriyor bize. Bu kısa yazıda üzerinde durmak istediğim konu, şiirde geleneği reddetmek ve şairin kendine gelenek yaratması. İlhan’ın Belâ Çiçeği kitabının son şiiri “Ferdâ”yı bu gözle tartışmak istiyorum.
Bilindiği gibi “Ferdâ”, Tevfik Fikret’in ünlü bir şiiri; Halûk’un Defteri’nden. İlhan’ın aynı başlık altında, bu şiire kendi üslûbu ile bir nazire yazması, etraflıca tartışmayı gerektiriyor aslında. Bu yazının amacı iki şiirin kıyaslanması değil; daha çok İlhan’a bu şiiri seçtiren ve yazdıran nedeni anlamaya çalışmak ve bu nedenin hem şiirin kurgusunda hem de ahenginde ortaya çıkardıklarını saptamak.
27 Mayıs askeri darbesi sonrası radyolarda uzunca bir süre dönemin etkileyici sesleri tarafından Tevfik Fikret şiirleri okunduğunu, “inkılâp gençlerine” bir “inkılâp şairi”nin yeniden tanıtıldığını biliyoruz. O dönemde yazılmış İnkılâb Gençlerine Fikret Ne Demişdi adlı kitabın yazarı Fahri Uzun, “Evet (…) vatan, millet ve insanlık vazifeleri için karaktere işlenecek nekadar güzel şeyler vardır ki çoğunu T.Fikrette bulabiliyoruz.” diyor. [1] Yine biliyoruz ki M. Kemal Atatürk’ün en önemsediği Osmanlı şairlerinden birisi Fikret. Hatta onun “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim” dizesini Cumhuriyet nesillerini tanımlamak için değiştirmeden kullandığına, sözlerin Fikret’e değil Gazi’ye atfedildiğine Cumhuriyet’in sonraki nesilleri şahit oldu. O zaman İlhan’ın radyoda Fikret şiirleri okunan; askeri darbenin bir devrim, iyiye doğru bir dönüşüm olarak algılandığı, Atatürkçü çizgiye dönüş olarak görüldüğü bir düşünce dünyası içinde Fikret’in “1908 inkılâbı” döneminde yazdığı “Ferdâ” şiirini seçmesi de tesadüf değil. İlhan’ın ılımlı bir sol düşünceyi Atatürkçü zihinle birleştirip “gerçekçilik” adı ile tüm poetikasını oluşturduğunu kendi söyledikleri ile kolayca tanımlayabiliyoruz. Kitabın “Meraklısına Notlar” bölümünde “Ferdâ” şiiri için “Türk musikisiyle divan şiirinin sesini çağdaş bir bileşimde eritme deneyimlerimden önemli birisidir. 27 Mayıs heyecanıyla, bir anlamda namık kemal/fikret/nazım hikmet geleneğini sürdürmeye çabalıyorum. (…) Fikrimce bir devrimci devamlılık theme’ini işliyor.” diyor.
Bu noktada artık şiire dönelim. “Ferdâ”, kitabın kapanış şiiri, İlhan’ın kullanmayı çok sevdiği bir buluş olan, farklı türdeki eserlerinde de kullanıp yaşamsallık verdiği kurmaca karakterlerinden birisi, doktor Sabiha ile açılıyor. Duygusal ve fiziki atmosferi tanımlayıp kurgulayan dizelerin ardından
“ve yüzlerce bin/bir türlü bitmiyoruz ki sabiha’yla/ mısralar çoğaltıp fikret’in öfkesinden” dizeleri geliyor. Fikret’in öfkesi şiirin ana eksenini oluşturacak artık. Ardından suzidilara bir türkü ekleniyor şairin ve doktor Sabiha’nın dudaklarına, bu öfke ile birlikte. Zaten şair de türküyü “öfkeli kararların” büyüttüğünü söylüyor. Gülşah Akbulut, “Ferdâ” şiirini metinlerarası ilişkiler bağlamında incelediği yazısında, suzidilara kelimesinin “gönül yakıcı” anlamına geldiğini ve Türk müziğinde az rastlanan makamlardan biri olduğunu belirtiyor. Böylece öfke ve gönül yangısının/elemli bir kırgınlığın, şairin tanımladığı temel ruh hâli olduğunu ifade etmek mümkün. Hemen ardından şiir, Tanbûrî Cemil Bey’in saz semaisi eşliğinde Mithat Paşa’nın mektubundan bir alıntıya ulaşıyor: “kırbaç gibi bir mektubuyla girmedik mi geceye”. “Gece karanlığı” eskiyi nitelemek, tekinsiz ve kötü olanı belirgin hâle getirmek için İlhan’ın en çok kullandığı imgelerden biri. Mektubun vurguladığı nokta, padişahın içinde “aslında” vatan sevgisi bulunmadığı, Paşa’nın bu durumda onu uyarmak zorunda kalması. Ardından o dönemin aktivist gençleri ile içinde şiddetli vatan sevgisi duyarak karanlık ve baskıcı iktidara başkaldıran geçmişin öğrenci eylemcileri/devrimcileri aynı çizgide bir araya getiriliyorlar.
yine silah sesleri duyar gibiyiz uzak ve uzak
sıkı yönetim tebliğlerinde bu kaçıncı gün
yürüyün çocuklar siz bizi göremezsiniz
çünki sizin gözleriniz bizim gözlerimiz
çünki sesinizde deprem sesleri var
bizim sesimizden
sözün gelişi ben, keçecizade irfan
mekteb-i tıbbiye’nin üçüncü sınıfından
hürriyet kademcisi
mühendishane-i berre-i hümâyûn’dan
halil cebeli bereket, bendeniz
topkapılı cevdet, ikinci mim-mim grubundan
üç yüz otuz altı senesi
teşr-i saniin yedisinde anadolu’ya iltihak eyledik
üç dâr’ü-l muâllimin talebesi
mekteb-i harbiye derseniz ben mustafa kemal -selanik
yürüyün çocuklar
siz bizi göremezsiniz.
Bir araya gelenlere bakalım: Meşrutiyet eylemcileri, Kuvâ-yı Milliyeciler; aynı bağ Mustafa Kemal’e dek uzanıyor. Ardından gelen dizeler artık bu geleneğin, organik bir unsur olarak “iyiyi isteyen” herkesin içinde bir nevi genetik yolla aktarılıp taşınan bir özellik bulunduğunu söylemek için:
yürüyün çocuklar
siz bizi göremezsiniz
büyük yumruklar gibi sıkılı
içinizde bir yerinizdeyiz
çünkü sesimizde deprem sesleri var
sizin sesinizden
çünki sizin gözleriniz bizim gözlerimiz
Tıp öğrencilerinden Harbiye’ye uzanan gelenek, askerin ellerinde iyinin ve doğrunun temsilcisine dönüşüyor: “ra bıyıklı felah-ı vatan zabitleri”. Vatanın kurtuluşu için uğraşan güzel yüzlü yakışıklı subaylar ama bıyıkları “ra” biçiminde; yani güzellik ölçütleri yine geçmişin estetiğinden alınma. Eskiyi içlerinde taşıyorlar, reddetmiyorlar ama karanlıktan aydınlığa çıkma arzusu duymalarına yol açan, öfke ve kalp kırıklığı. Öfke ve kırgınlığın nedeni ise belli: kendi çıkarından ve ikbalinden başka bir şey düşünmeyen iktidar unsurları. Hemen arkasından Fikret’in sık tekrar edilen, döneminde de ses getirmiş şiirlerinden alıntılara ulaşıyoruz. Mithat Paşa’nın mektubu ile bu alıntılar arasında yine şiir atmosferini diri tutacak ve Osmanlı’nın son döneminin fonda bir silüet gibi sürmesini sağlayacak imge serpintileri var. Söz yine inkılâba ve terakkiye bağlanır. Şiirin devamında Üçüncü Selim’den bu yana süren yenilik hareketinin karşısına “gerici” din algısı yerleştirilir. Final bölümü Fikret’e büyük bir öncülük atfeder:
yankılanır tir leylim te re la kubbelerinden
bindokuzyüzlere özgü revolver öksürükleri
fikret kafiyeleri ile mısra mısra
parıldadıkça çığlıklar ışıldaklar gibi
Anlamsal doğrudan referansın yanı sıra kafiye düzeninin de Fikret’e yeniden vurgu yapması şiirin ilginç yönlerinden biri. Tümüyle Fikret’in düşünce dünyasının bir prizmadan geçirilerek kendi tayfını oluşturan bileşenlerine ayrılması ve bu prizmanın malzemesinin üstün bir vatan sevgisinin meyveleri olan ilericilik ve devrimcilik ile oluşturulması, şiirin temel amacı. Şair, geceyi aydınlatacak olan, içinde taşıdığı ışığı Fikret abajuruna yerleştiriyor. Böylece sadece bir geleneği kurmak ve ona soluk vermekle kalmıyor, yanı sıra içinde yaşadığı gerçek zamanın ruhunu ve zihnini şekillendiren düşünce çorbasının piştiği ateşi de canlandırmış oluyor. Oysaki aynı İlhan, Fikret’e daha önce “komprador aydını” demiştir: “Fikret derseniz, sanatını, hürriyetçi bir bilimsellik (positivisme) uğruna kullanıyor; arzu ettiği çağdaşlaşmak, gel gör ki bütün kuşakdaşları gibi ‘komprador’ bir ilerici o da, çağdaşlığı Batı’yı taklit etmek sanıyor: Şiiri Coppée’nin etkisindedir. Kullandığı dil, halkçı (populiste) Akif’in tersine, ‘seçkinci’ bir dil; benim diyen babayiğit, Osmanlıcasını sökemez. Benim ‘komprador aydını’ dediğim, halka biraz yukarıdan bakan, onu ‘kurtarılacak bir kalabalık’ gibi gören aydınların, ilk örneklerinden! Milli sayılmaz pek, evrensellikle kozmopolitliği birbirine karıştırmış.” Bu olumsuz görüşünü dile dökmesine ve Fikret’i açıkça küçümsemesine karşın, aynı isimle ve onun şiirinden alıntılarla kendi kurduğu poetik atmosferine ruh vermesi, önemsenmesi gereken esas nokta aslında. Kendi geleneğini yaratırken İlhan’ın belirttiği Namık Kemâl, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet ekseni gerçekten bir gelenek çizgisi mi? Yoksa zihin, Ece Ayhan’ın deyimiyle, hiç sivil olamadı mı bu coğrafyada?
Levent Dalar
Kaynaklar:
Akbulut, Gülşah. “Metinlerarası İlişkiler Bağlamında Dünün Ferdâ’sından Günün Ferdâ’sına Bir Bakış”. Turkish Studies. 4, 2009, s. 735-759,.
İlhan, Attilâ. Belâ Çiçeği. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2021.
İlhan, Attilâ. İkinci Yeni Savaşı. İstanbul: Yazko Yayınları, 1983.
Kahraman, Hasan Bülent. Türk Şiiri, Modernizm, Şiir. İstanbul: Kapı Yayınları, 2015.
Uzun, Fahri. İnkılâb Gençlerine Fikret Ne Demişdi. İstanbul: Tan Gazetesi ve Matbaası, 1961.
[1] Alıntılarda kitaptaki özgün söz dizimi ve imlâ korundu.
*Kapak görseli zemini: Bedri Rahmi Eyüboğlu, “Kuşlu Çocuk”, 1955, Kağıt üzerine guaj, 167×236 cm
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.