“Kendi hikâyemiz olmadığı durumlarda, bizim için kurulmuş hikâyeyi oynamakla kalmayız, o hikâyeye inanırız, onu severek, isteyerek gerçekleştirmeye çalışırız da.” [1]
Kaygılarımızı tetikleyen faktörler arasında dönemsel kırılmalar geniş yer tutar. Elbette, dünya kurulduğundan beri dönüşümler yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Günümüzde her zamankinden biraz daha farklı olarak, kontrol edemediğiniz gelişmelerin aşina olmadığımız hızlarda gerçekleştiğine şahitlik ediyoruz. Önceden tutunduğumuz cevaplar, dönüşüm rüzgârıyla uçup gitmeye başladı bile. Üstüne üstlük, yas tutacak boşluklarımız yok. Elimizdeki gerçekliğin dahi kayıp gittiği “bu zamanlarda” kaygılanmaktan doğal ne olabilir?
Dönemsel kırılmalardan söz ederken modernizmden bugüne değin döndüğümüz keskin virajları zikrederek sürdürmeyeceğim bu yazıyı. Sosyolojik, tarihsel araştırmaların bize sunduğu durum analizlerine yabancı değiliz. Bununla birlikte, hangi tanımıyla bir köşesinden tutarsak tutalım, birey olarak “bu zamanlarda” yaşamak ve üretmek durumundayız. İç dünya ile dış dünyanın arasındaki dengeyi bulamazsak kaygılarımızın dozu artacak. Kısacası, hepimizin bir parçası olduğumuz bu resimde, perspektifi genişletebilenlerin yeni imtihanı: Kaygıyı dönüştürebilecek miyiz yoksa kaygımıza tutunarak her şeyin geçip gitmesini mi bekleyeceğiz? Sorduğumuz sorular bir kenarda dursun.
Rollo May, Kendini Arayan İnsan kitabının önsözüne şöyle bir çözümlemeyle başlar: “Endişe çağında yaşamanın ender nimetlerinden biri, bizi kendimizin farkında olmaya zorlamasıdır. Standartlar ve değerler altüst olduğunda, içinde yaşadığımız toplum Matthew Arnold’ın deyişiyle ne olduğumuz ve ne olmamız gerektiği hakkında bize net bir tablo sunamadığında kendimize dair arayışımıza geri döneriz.” [2] May’in “kendimize dair arayışımıza geri dönme” vurgusu, köklü bir geçmişle bugünkü insanın hâlini kesiştiriyor.
Kendimizi arama sürecimizin “kahramanın sonsuz yolculuğu”nun bugünkü görünümü olduğunu rahatlıkla söyleyebilir, biraz iz sürebilirsek Delfi Tapınağı’nın girişine dek uzanabiliriz: “Noverim me, noverim te.” [3] Yaşadığımız döngüler, deneyimlerimiz bireyleşme sürecinin taşlarını dizer. Tamamlanan her döngü, bir başkasını başlatır. Biz de biteviye, kendimizle buluşmaya çalışırız. Bu arayış sürecinin hiç bitmediğini; ancak bugünlerde çıkmaz sokaklara saptığını biliyoruz. Kadim olan arayış süreci insanın iç dünyasını yapılandırmak üzerine kuruluydu. Bugünse kendimizi değil, “bir ötekinin gözlerindeki kendimizi” yapılandırmaya yönlendiriliyoruz. İçinde bulunduğumuz sistem bunu beslemek için zaaf ve arzularımızı kullanıyor. Peki, arayış süreci böylece baltalanır mı? Saptığımız çıkmaz sokaklar bu sonsuz yolculukta uğradığımız geçici bir durak kabul edilemez mi?
“Kendiliğin” değil “kendilik imajının” önemsenişi [4] ve arayışın iç merkezden çıkarılarak dış merkeze taşınması gibi sonuçlar ortadayken May’in kendi arayışımıza “başlama” değil de “geri dönme” vurgusu, endişe çağındaki insanın düştüğü açmazları kapsıyor. Bir yanıyla iç dünyamızdaki potansiyeller ortaya çıkmayı beklerken öbür yanıyla merkezden savrulduğunun farkında olan bizlerin ikilemine uzanıyor kitap. Dahası, kendimizi keşfetme yolculuğumuzda yaptığımız hataların, doğru okunabildiği takdirde birer pusulaya dönüşebileceğine de işaret ediyor.
“Kendini Arayan İnsan”ın Peşinde: Şimdi Nereye?
“Yeni insan” şekillenirken bizim bugünkü odak noktamız, standartları ve değerlerimizi elde tutarak kendilik arayışımıza nasıl geri döneceğimiz üzerine olmalı. Elbette böylesi kapsamlı bir sorunun üzerinde tartışmak bu yazının sınırlarını aşacaktır. Yaptığı analizle, ilk adımları atıyor Rollo May:
“Günümüzde, kılavuzluk edecek pozitif mitlerden yoksun birçok hassas insan, onu her yönden çağırarak kendi imgesine benzetmeye çalışan makineden başka bir model görememektedir.” [5]
İnsan, kendisine kılavuzluk edecek model yokluğunun köklü sonuçlarını göz ardı ederek girdiği çıkmaz sokaklardan geri dönemeyecek. Hâliyle alıntıladığımız satırlar, her bir okuru yitirdiği cennete, kendi pozitif mitlerine yönlendiriyor. Modern zamanların listeleri gibi sihirli ve acısız çözümler de sunmuyor önümüze; tam tersine, büyük bir cesaret gerektiren bir karşılaşmayı işaretliyor. Bu yolculukta uğrayacağımız ilk durağın “edebiyatla, özellikle klasik edebiyatla yüzleşmek” olduğunu vurgulayan May şöyle söylüyor: “En derinlerde kullandığı dile yabancıyken nasıl olur da hastalandıklarında onlara yardım edebiliriz?” [6] Bu konu üzerinde düşündükçe, Claude Bernard’ın Kierkegaard’ı okurken “fizyoloğun, filozofun ve şairin aynı dili konuşarak birbirini anladığı” [7] güne duyduğu özlemi derinden hissediyorum.
Eleştirdiğimiz sistemlerin, insanı, zaaflarının ve arzularının karşılıksız bırakıldığı yerden kavradığını unutmayalım; gerçek bir karşılık bulamadığımız sürece yönümüzü tayin edemeyeceğiz. Biz karmaşanın ortasında, yitirdiğimiz pozitif mitlerimizle yeniden buluşabilmenin çarelerini arıyoruz. Kaybettiklerimiz için tuttuğumuz yas bittiğinde yeni menzillere doğru yol almaya başlayacağız. Endişeli zamanlar, arafta kalmışlığımıza değerek kendi arayışımıza geri dönmenin davetini iletiyor bize. Anlam dünyamızın yapı taşlarını dizmek ve değerlerimize göre şekillendirmek için en derinlerde kullandığımız dili yeniden keşfetmeye çağrılıyoruz. Her yas sürecinde olduğu gibi sonu özgürlüğe açılacak bir kapının eşiğinden soralım: Şimdi nereye?
Ayşe Kübra Bilgin
[1] Nihan Kaya, Yazma Cesareti, İthaki Yayınları, İstanbul, 2019, s. 299.
[2] Rollo May, Kendini Arayan İnsan, Çev. Kerem Işık, Okuyan Us Yayınları, İstanbul, 2018, s.9.
[3] “Bilirsem beni bilirim seni.”
[4] Hilal Bebek, Çemberin Dışı, Tara Kitap, İstanbul, 2020, s. 114.
[5] Rollo May, Kafese Konan Adam, Çev. Aysun Babacan, Okuyan Us, İstanbul, s.60.
[6] Rollo May, Kafese Konan Adam, s. 20.
[7] Rollo May, Kaygının Anlamı, Çev. Aysun Babacan, Okuyan Us, İstanbul, 2020, s. 79.