Dünyanın farklı bölgelerine yayılmış Filistin diasporasının Gazze ile ilişkisi oldukça çetrefilli. Filistinli-Amerikalı romancı ve şair Hala Alyan bu hissi, “Ne burada ne de oradayım” şeklinde yaşadığını anlatıyor.[1] Siz Gazze’ye göre neredesiniz ve Gazze size göre nerede duruyor? Ekim 2023’ten bu yana, daha önce Gazze’yi hiç duymamış birçok kişinin, özellikle de gençlerin Gazze için harekete geçmeye başlamasına tanık olurken bu ilişki nasıl değişti?
Bu soru aklıma Mahmud Derviş’in “Oralıyım. Buralıyım” dediği şiirini getirdi: “Oralıyım. Buralıyım/ Orada değilim, burada değilim/ İki ismim var buluşup ayrılıyorlar/ İki dilim var, unuttum hangisiyle düş gördüğümü”[2] Sanırım bu, Gazze ile olan ilişkimi gayet güzel özetliyor. Körfez’de, Arapça konuşulan bir ülkede büyümüş biri olarak daha uzakta meselâ Batı’da yaşayan birine nazaran Filistin’le daha yakın bir ilişkim olacağını düşünebilirsiniz. Üstelik, Filistin kimlik kartı [burada Arapça huwiyya (hüviyet) kelimesini kullanıyor] sahibi olan biriydim. Bu kart ve geçici seyahat belgeleri dışında herhangi bir resmi belgemiz yoktu. Bir ara Mısır’ın onayladığı geçici belgeleri, sonra Ürdün ve nihayetinde Filistin otoritesinin onayladığı seyahat belgeleri ile hep bu tuhaf ilişkiyi yaşadık. Şunu söylemeliyim ki elimdeki belgeler, kimliğimi doğrulasa da, o yıllarda kendi topraklarımda kendimi bir yabancı gibi hissederdim. Her yıl Gazze’yi ziyaret ederdik ve her zaman kendi topraklarımızda kendimizi yabancı gibi hissederdik; Körfez’de yaşayan “Körfez Filistinlileri” olarak anılırdık. Doğrusunu söylemek gerekirse çocukluğumun geçtiği o yıllar I. İntifada ve Körfez Savaşı’nın çalkantılı dönemleriydi ve Gazze’ye seyahat etmek, bugün olduğu gibi o zamanlar da çok zorlu ve belirsizliklerle dolu bir yolculuktu. Tabii bir daha ziyaret etmeyi istememeniz için caydırıcı olsun diye özellikle bu hâle getirilmişti. İsrailli askerler tarafından detaylı üst aramalarına maruz kalırdık ve o gün içeri alınıp alınmayacağımızı kesin olarak bilemeden kavurucu sıcağın altında saatlerce bekletilirdik. Öyle ki bazı günler içeri alınmazdık ve günlerce, haftalarca bekletilirdik. Demek istediğim şu ki bu yolculuklar pek hoş değildi ve biz çocuklar çok hayal kırıklığına uğrardık. Ancak çok daha sonraları, lise yıllarında, annemin neden her yıl Gazze’ye geri dönmemizi ısrarla istediğini daha iyi anlamaya başladım. Bu, Filistin’e, Gazze’ye olan yaklaşımımı ve kendi çocuklarımla Filistin’e gitme arzumu derinlemesine şekillendirdi.
2002-2003 yıllarında yüksek lisansımı bitirdikten sonra tekrar Gazze’ye taşındığımda Gazze’ye ait olduğumu nihayet kabullendim. Yüksek lisans eğitimimi ABD’de tamamlamıştım ancak ABD vatandaşı değildim ve Gazze dışında gidecek başka bir yerim yoktu. Yeni evliydim ama eşim Yasin’in, benim sahip olduğum Gazze’ye geri dönme hakkı tanıyan belgeleri yoktu; hatta ziyaret amaçlı bile girişi yasaktı. Hayatımın o döneminde ben artık yalnız bir ziyaretçi olarak değil, daha kalıcı olarak Gazze’de yaşama özlemi duyuyordum. Belki de bilinçaltımda bunun bana bir Filistinli olarak daha fazla inandırıcılık veya meşruiyet kazandıracağını düşündüm; çünkü hiç Gazze’de yaşamamış ve Gazze kültürüne hakim olmayan biri olduğum için rahatsız hissediyordum. Rahatsızlık değil de, aradığım kelime “tedirginlik” sanırım. Sürekli bu hisle yaşamak da huzursuz ediciydi. Kendi ülkemden, kimliğimden gerçekten uzaklaştırılmış hissediyordum, anlatabiliyor muyum? Tıpkı Derviş’in şiirinde olduğu gibi hiçbir yere tam olarak ait değildim.
Gazze’de yaşarken blog yazmaya başladığımda insanlar bana bunun Gazze’nin Batı dünyasına açılan ilk penceresi olduğunu söylediklerinde gururlandım ve iki evrende de tökezleyerek yürüyen biri olarak ancak o zaman fark ettim ki Filistinli olmanın tek bir biçimi yok. Biz diasporada yaşayan Filistinliler, her zaman bir seçim yapmak zorunda kaldığımızı düşünmüşüzdür; tam anlamıyla Filistinli gibi değilsek de yaşadığımız yerlerde de evimizdeymiş gibi hissetmiyorduk. Ancak orada yaşadığım yıllarda “Filistinli” olmanın tek bir yolu bulunmadığını anlamamı sağlayan tecrübeler edindim. Biliyorsunuz, İsrail işgâlinin amaçlarından biri de, Filistinlileri birbirlerinden koparmak ve kimliklerini parçalamaktı; böylece diasporadaki Filistinlilerin kendilerini hiçbir şeye veya hiçbir yere bağlı hissetmemesini hedeflediler. Oysa Gazze’de yaşadığım yıllar, Filistinli, özellikle Gazzeli olmanın ne anlama geldiğine dair düşüncelerimi değiştiren zamanlardı.
Bu noktada, Gazze’yi dünyaya tanıtmak, onun hikâyesini anlatmak hayatımın amacı hâline geldi. Çünkü insanların Gazze’nin neresi olduğunu, orada yaşamanın ne anlama geldiğini, Gazzeli olmanın ne ifade ettiğini gerçekten bilmediklerini fark etmeye başladım. Ramallah’ta yaşayan Filistinliler için bile bu böyleydi; Batı Şeria’ya nadiren de olsa seyahat etme fırsatı bulduğumda, onların bizim soyu tükenmek üzere canlılar gibi olduğumuzu düşünmelerine şaşırmıştım. Gazze’de ne gibi hizmetler alabildiğimiz, hangi eşyaları edinebildiğimiz ve hayatın nasıl yürüdüğü konusunda da hiçbir fikirleri yoktu. Gazzelilerin sert ve güçlü olmak, kimseye minnet etmemekle ilgili -belki de hak edilmiş- bir şöhreti vardır. (Gülüyor.) E bir de Gazze’nin yemeklerinin lezzeti meşhurdur. Ama bunun ötesinde, 2000’li yıllarda, ortalama bir Gazzelinin nasıl yaşadığını anlamak çok zordu.
Velhasıl Gazze’yle ilişkime gelince… Gazze, ömrüm boyunca kesinlikle evim diyebileceğim, yıllarımı yurt dışında geçirdikten sonra her an gidebileceğim tek yerdi ve insanlar bana her dönüşümde hemen kucak açtılar. Yurt dışında büyümeme, kullandığım dildeki, lehçedeki, söylemlerdeki farklılıkları ayırt etmelerine rağmen beni tam anlamıyla bağırlarına bastılar, Gazze’de kendimi açıklama zorunluluğu hiç hissetmedim. Bu, 7 Ekim sonrası daha da belirginleşti; Gazzeli herkesle, hatta ABD’de birbirimizi tanımasak bile, anında güçlü bir bağ kurduk. Çünkü kolektif bir travma yaşıyorduk ve yaşadığımız acı, ailelerimizi kelimenin tam anlamıyla parçalara ayırdı, bu yüzden gruplar oluşturduk, birbirimizi dinledik ve destekledik. Bu durum, birçok gencin dikkatini Gazze’ye yöneltti; ben de bunu yürekten destekledim. Elbette bu farkındalığın farklı koşullar altında gelişmesini isterdim ama insanların gözlerini açıp Gazze’yi ve onun hikâyesini anlamalarından memnunum. Gazze’yi ve Gazze’nin hikâyesini anlarsanız, Filistin’i ve Filistin’in hikâyesini, İsrail’in Filistin’e ne yapmaya çalıştığını çok iyi anlarsınız.
Gazze’nin benimle olan ilişkisini de sordunuz. Gazze, benim doğduğum yer değil ama ebeveynlerimin, ailemin, büyükanne ve büyükbabamın, atalarımın yurduydu ve nihayetinde benim de evim dediğim yer oldu. Bu ev, nereden geldiğimi ve nihayetinde nereye ait olduğumu hissettiğim yer artık; bunu böyle tarif edebilirim.
İşgâl, günlük yaşamın her yönünü kapsıyor, buna yemek de dahil. Bu konudaki düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?
İsrail işgâlinin hayatımızın her yönünü kapsadığı doğru. Biz Filistinlilerin hayatları genellikle kaçınılmaz bir şekilde politiktir. Yıllar önce Dr. Hanan Aşravi ile staj yaparken bana kızını, siyaset dışında bir konuda çalışması için teşvik ettiğini anlatmıştı. Çünkü ne yaparsak yapalım siyasetle kaçınılmaz olarak karşılaşacağımız için başka alanlarla uğraşsak daha iyi olurdu. Tabii ki kızının yine de siyaset bilimi okuması ve siyaset alanında çalışmaya devam etmesi ironik… (Gülüyor).
Meselenin ciddiyetine dönersek İsrail işgâlinin her şeyi geniş ölçüde etkilediği doğru; Filistinliler olarak nerede yaşayabileceğimizden, nerelere gidebileceğimize ve Filistin içinde veya dışında yaşayıp yaşayamayacağımıza kadar her şey işgâlcilerin kontrolü altında. Kiminle evlenebileceğimizden evlendikten sonra çocuklarımızın nereye seyahat edebileceğine kadar her şey bu çok karmaşık sistemle belirlenmekte. İsrail apartheid sisteminin uzun kolları olarak adlandırdığım bu durumla daha önce de bahsettiğim hüviyet sistemini kastediyorum.
Size bu durumun yurt dışında yaşayan Filistinlilere nasıl uygulandığına dair bir örnek vereyim; ardından Filistin’de yaşayan Filistinliler için geçerli olan uygulamayı genel olarak konuşalım. 1967’de İsrailliler resmi olarak Gazze Şeridi’ni ve Batı Şeria’yı işgâl ettiklerinde, kimlik kartları üzerinden bir sistem kurdular. Huviyya (hüviyet), nüfus kaydına dahil ettikleri Filistinlilere verdikleri kimlik kartlarıdır. Ev ev dolaşıp hane sakinlerinin kaba bir sayımını yaptılar ve resmi işgâl sırasında orada olan herkese birer kimlik kartı verdiler ve bu kişileri nüfus kaydının bir parçası olarak “Arap” saydılar. Tabii ki Filistin ve Filistinli kimliği tanınmadığı için bu şekilde, daha genel bir ifadeyle Arap sayıldılar. İşgâl sırasında herhangi bir sebeple yurt dışında bulunanlar kayıt dışı bırakıldılar ve böylece bir gecede kendi vatanlarına dönme hakları ellerinden alındı. Amcam o sırada Kuveyt’teymiş; babamdan büyüktü, eğitimini bitirmiş ve Kuveyt’te öğretmenlik yapmaya başlamış. Bu yüzden ona kimlik kartı alma hakkı tanımadılar ve Gazze’ye geri dönme şansı elinden alındı. 1991’de Körfez Savaşı çıktığında Kuveyt on binlerce Filistinliyi sınır dışı etti; amcamın artık gidecek bir yeri yoktu. Yemen, Irak gibi yerleri araştırdı ve sonunda Bulgaristan’a kaçmak zorunda kaldı. Oğlu ise Irak’a gitti; her ikisi de sonuçta vatanlarından uzakta hayatlarını kaybettiler. Bu, binlerce vakadan sadece biridir. Ailenin bir ferdinin Gazze’de, diğerinin başka bir sebeple -bazen evlilik nedeniyle- Batı Şeria’da kaldığı ve istenilen seyahat belgeleri kendilerine sağlanmadığı durumlarda hasbelkader bulundukları yerlerde yasa dışı olarak ikâmet etmeye mecbur bırakıldılar ve birçoğu diğer bölgelerdeki ailelerini bir daha asla göremediler.
Gazze’de veya Batı Şeria’da ya da diğer işgâl altındaki topraklarda yaşayanlar için, söylediğim gibi, işgâl, hayatın her yönüne hakimdir; içtiğiniz sudan soluduğunuz havaya, elektriği ne zaman açabileceğinizi, ne zaman ve nasıl sınırdan çıkıp belli bölgelere girebileceğinizi; kısacası tüm seyahat özgürlüğünüze kadar her şeyi etkiler. İsrail, her şeyin ve herkesin Gazze’ye giriş ve çıkışını kontrol eder. Bu genel olarak Filistin için de geçerli ama burada özellikle Gazze’den bahsediyorum; çünkü Gazze, İsrail’in Filistinlileri nasıl kontrol ettiğinin ve izlediğinin çok daha çarpıcı bir örneğidir. Gazze’yi kendi ifadeleriyle “deney laboratuvarı” olarak adlandırıyorlar. Bu mantık, sadece gıda maddelerine değil, insanlara da uygulanıyor. Balıkçıların ne kadar uzağa gidebileceğine, çiftçilerin ne ekebileceğine, insanların satın aldığı yumurtaların döllenip döllenmediğine, civciv olup olamayacaklarına kadar her şeye işgâl güçleri karar veriyor. İnsanların hangi tür tohumları alacakları bile kontrol ediliyor. Bu liste yıllar içinde değişebilir ancak genel olarak İsrail işgâlinin Filistinli varlığını her yönden kontrol ettiği gerçeği değişmez.
Gazze, işgâl edilmiş bugünkü Filistin’in denize erişimi olan tek parçası.[5] Ne yazık ki işgâl nedeniyle denize ulaşmak da sınırlı; mesela şu anda deniz yoluyla insani yardım erişimi engellenmiş durumda. Okuyucularımız 2010’daki Mavi Marmara Katliamı’nı da belki hatırlarlar. Peki, deniz, Gazzelilerin hayal dünyasında nasıl bir yer tutar?
Evet, bu coğrafi gerçeği hatırlatmak mühim; çünkü genellikle tarihi Filistin’den değil, özellikle Batı Şeria ve Gazze’deki Filistin topraklarından, işgâl altındaki topraklardan bahsederken bunu unutuyoruz. İşgâl altındaki bu iki yerden denize doğrudan ancak sınırlı erişimi bulunan tek yer, abluka altındaki Gazze’dir. Batı Şeria’da denizi hiç görmemiş Filistinliler var; bunu hayal etmek zor, hiç denize ayağını bile sokmamış insanlar… Bu bağlamda, denizin sizi bir kara geçişi gibi birbirine bağlaması gereken bir su kütlesi olduğunu düşünmek ironik; çünkü aslında Gazze kıyısındaki bu su kütlesi sizi hiçbir yere götürmüyor. Bu durum bana neredeyse Truman Show’u hatırlatıyor, bilmiyorum hiç o filmi izlediniz mi, filmde Truman bir film setinin içinde yaşıyor ve herkes onu izliyor. Gazze’nin de maalesef böyle bir yer hâline geldiğini hissediyorum. Aslında deniz, özgürlüğe dair bir şey ve Truman da sahnenin sınırının deniz olduğunu fark ediyor ve denize çıkmaya çalışıyor. Ama denize varmadan durduruluyor ve geri gönderiliyor. Bu, Gazze kıyılarının da sınırı gibi. Deniz, Gazze’nin tarihi, gelenekleri, kimliği ve ruhunun ayrılmaz bir parçasıdır. Gazze özellikle deniz ürünleriyle ünlüdür ve bu gelenek, çok uzak olmayan Yafa’dan gelen mülteciler tarafından da aktarılmıştır. Onlar 1948’de Gazze’ye karadan değil denizden kaçarak gelmişler. Yafalılar özellikle sofistike deniz ürünleri yemekleriyle ünlülerdi, hâlâ da öyledir. Zaten deniz, ihtimallerle dolu bir yer, değil mi? Şair Mahmud Derviş’in güzel bir şiir dizesi var, sizinle paylaşmak istiyorum: “Denize götür beni gün batımında/ duyayım denizin sana söylediklerini/ kendine gelirken usul usul.”[6]
Gazze’deki Filistinliler o kadar uzun süre ablukada, bombalanmış, gözetlenmiş, kapatılmış durumdalar ki hayallerindeki deniz, olasılıkların çıkış noktalarından biri olarak, ufuk anlamında bir anlam taşır. Özellikle bu anlamda deniz önemli bir rol oynar; dediğim gibi belirli bir deniz mili ötesine gitmeden önce vurulursunuz veya geri döndürülürsünüz. Durum ne olursa olsun, farklı türde işkencelere maruz kalırsınız; bu yüzden deniz bir yandan erişilebilirken öte yandan erişilemezdir. Çünkü Gazze kadar küçük bir bölgede, kıyıya bu kadar yakın olmasına rağmen balık tüketme fikri neredeyse düşünülemez. Sadece sınırlı avlanma nedeniyle değil, aynı zamanda balık tutarken bombalanma riskinden ötürü balıkların maliyeti hem maddi hem de manevi açıdan çok yüksek. Bu anlamda, deniz, Gazze’deki Filistinlilerin sadece toprakla değil, kaynaklarla, hareket özgürlüğüyle ilişkilerini de temsil eder. Deniz, bu ilişkide bütünleyici bir rol oynar.
Yiyecekleri deneyimleme ve keyif alma şeklimiz, özellikle yaşadığımız ayrıcalıklı alanlarda, yiyeceği bir hayatta kalma aracı olarak görmekten büyük ölçüde farklı. Bugünlerde Gazze halkının kasıtlı biçimde aç bırakılmasına ve bunun bir soykırım aracı olarak kullanılmasına tanık oluyoruz. Yakın zamanda, Gazze’de sıcak yemek dağıtan uluslararası insani yardım organizasyonu World Central Kitchen gönüllüleri, doğrudan hedef alınarak feci bir saldırıda öldürüldü. Bu türden sürekli vahşete rağmen, yiyecekler aynı zamanda Filistin direnişinin bir sembolü olarak ortaya çıkıyor; Gazzeli annelerin çadır kentlerde aileleri için yemek pişirdiklerini görüyoruz. Anladığım kadarıyla arkadaşlarınızdan biri neredeyse tamamen yıkılmış olan Kuzey Gazze bölgesinde bir aşevi işletiyor. Yardıma erişimin bulunmadığı bir bölgede aşevi işletirken ne gibi zorluklarla karşılaşıyor?
Yiyecekleri nasıl gördüğümüz, tükettiğimiz, yemekten keyif aldığımız gibi konular her zaman zihnimde dolaşan meseleler. Gazze Mutfağı‘nı yazarken de yiyeceklerin ayrıcalıklı bir yerden mi, hayatta kalma aracı olarak mı tüketilebildiği meselesini düşünüyordum. Az önce söylediğiniz gibi yiyecekler bazı durumlarda bir direniş aracı olabilir. Soykırım altında yiyeceklerin bile özgürleşme aracı olarak görüldüğü ve anlaşıldığı Gazze gibi bir yerden bahsederken şimdi bu konuları konuşmak ayrıcalıklı görünebilir ve bu mefhum “hafiflik” gibi gelebilir. İnsanlar, haklı olarak bunca zorluk çeken insan varken şimdi neden yiyecekler hakkında konuştuğumuzu merak edebilirler; aslında bana göre insanlığımızı, biz Filistinlilerin tarihimizi, hayatta kalma ve hayatta kalma direncimizi, toprakla kurduğumuz bağı ve geleceğimizi diğer insanlara hatırlatmak için yapmamız gereken tam da budur.
Ben yemekle ilişkimizi yalnız direniş yerine başka şekillerde de ifade etmeyi tercih ediyorum. Kuzey Gazze’de sosyal medya kullanan pek çok kişi, farklı türde yiyecekler pişirmeye devam ediyorlar, bunların hepsi Gazze’ye özgü yiyecekler bile değil. Bazıları kek ve benzeri şeyler yapıyor, bazıları ise evlerinin yıkıntıları arasında asma yaprağı sarıyor. Tüm bunlar görülesi, güzel manzaralar. Gördüğümüz korkunçluklar karşısında bir nevi panzehir gibi ve bence yine sumud kavramını, yani yaşamakta ısrar etme ve onurlu bir halk olma çabasını, kararlılığını ifade ediyor. Bugünlerde yürüttüğüm projelerden biri, Kuzey Gazze’deki çatılarda ve evlerdeki bahçeleri desteklemekle ilgili bir proje. Kuzeyde bağa, bahçeye neredeyse hiç erişimi olmayan insanlara fide satın alıp ulaştırıyorum. Bugünlerde vaktimin çoğunu bu alıyor. Aşevini işleten kişi de aslında bir arkadaşımın kardeşi.[7] Yardımın sınırlı olduğu ve bazen hiç bulunmadığı göz önüne alırsak karşılaştıkları birçok zorluk var; malzemelerin fiyatlarındaki ani artışlardan, bu malzemeleri temin etmenin zorluğuna kadar aklınıza gelebilecek bir sürü şey… Bu kişi de büyük ölçüde tanıdığı çiftçilerle ilişkiler kurmaya ve bombalanmış çiftliklerden kalan ürünleri bulmaya çalışıyor. Aslına bakarsanız yalnız umut ve dua ile işine devam ediyor. [Gazzelilere] onların aşina oldukları besleyici yemekler sağlamaya çalışıyor; çünkü genellikle aşevleri, özellikle güneydekiler, sadece konserve yiyecekler kullanıyorlar. Evet, insanlar tabii ki beslenmeye ihtiyaç duyuyorlar ama gıda güvenliği ve kalori alımı bazen o kadar basitçe düşünülüyor ki bu aşağılayıcı bir hâle bürünüyor. İnsanlar hep bu yiyecekleri tüketmek istemiyorlar; kimse istemez. Tüm bu yıkımın ortasında bazı malzemeler bulunmasa bile tanıdık, bildik, geleneksel bir tat gözlerinde tütüyor. Bence bu bahsettiğimiz aşevi bu konuda çok becerikli.
2015 yılında, merhum Rifat el-Arîr ile birlikte Unsilenced Gaza (Susturulamayan Gazze) kitabının editörlüğünü yaptınız. Bu kitabı hazırlarken hangi saiklerle yola çıktınız? Okuyuculardan nasıl tepkiler aldınız? Bu vesileyle, katledilmesi hepimizi derinden sarsan Rifat el-Arîr’in kıymetli hatırasını da analım.
Susturulamayan Gazze kitabı, 2014’te Gazze’ye yapılan saldırıların ardından yayıncımızın bize daha önce denenmemiş bir şeyi yapma fikriyle gelmesi neticesinde ortaya çıktı. Amacımız, Gazzeliler tarafından kaleme alınan denemelerden oluşan bir antoloji hazırlamaktı. Hafızamı tazelemem gerekiyor… Doğru hatırlıyorsam Filistin’in başka bölgelerinden katkıları da kitaba dahil etmiştik. Elimizden geldiğince çok yazarın katılımını sağlamaya çalıştık. Önceliği Gazze’den gelenlere verdik; mümkün olduğunca fazla içerik derledik. Bu koleksiyonu derleyerek bu işgâl deneyimini bizzat yaşayanların ifadeleriyle anlatmak istedik. Kitabın altında yatan fikir buydu ve editörlüğünü Gazzeli iki kişi olarak Rifat’la birlikte yapmayı arzu ettik. Sonrasında olacakları o zaman bilme şansım yoktu tabii ki. Özellikle Rifat’la birlikte çalışma imkânına sahip olduğum için onur duyuyorum. Gazze’de onu ziyaret edişim, onun Maryland’daki evimde beni ziyareti, öğrencileriyle görüşmelerimiz, eşi ve ailesiyle sahilde yediğimiz akşam yemekleri benim için çok kıymetli hatıralar.
Gazzeli anneler kesinlikle sıradışı kadınlar, bu konuda hemfikiriz. Batılı feministlerin büyük bir kısmı Gazze’de kadınlara yönelik şiddeti görmezden gelirken bir kısmının -sözümona- annelere destek duruşu sergileyip Filistinli erkekleri yok sayması meselesi beni çok rahatsız ediyor. En empatik görünen metinlerde bile bu önyargıyı gözlemliyoruz. Anthony Bourdain ünlü yemek programı için -sizin ev sahipliğinizde- Gazze’yi ziyaret ettiği bölümde, bölgedeki yemek pişirenlerin genelde erkekler olmadığını belirtiyor. Ancak biz yakın kültürlere mensup insanlar olarak, tek tip bir Filistin kültürünün söz konusu olmadığını biliyoruz. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Bu söyleşinin son kısmında erkeklerden bahsetmeniz ilginç. Evet, size katılıyorum; Filistinli erkekler hakkında, daha geniş anlamda Arap erkekler, hatta “Doğu’daki erkekler” hakkında çok karikatürize, son derece basmakalıp (stereotypical), indirgemeci bir imaj çizme eğilimindeyiz. Onların neyi temsil ettiklerini bilirsiniz; duygusuz, sert, acımasız oldukları gibi kalıplar var. Bu defalarca çürütülmesine rağmen maalesef hâlâ yaygın bir anlayış.
2005 yılında Gazze şehrinde yaşarken bir cuma sabahı penceremi açtım ve bir Filistinli adamı ile sekiz-dokuz yaşlarındaki oğluyla birlikte sokakları süpürürken gördüm. Ne yaptıklarını sordum; biraz ilginç bir manzaraydı. Adam da bana her Cuma farklı bir mahalleye gidip birlikte sokakları temizlediklerini söyledi. Bu görüntüyü hiç unutamıyorum; sosyal medya için yapmıyordu, benim baktığımın bile farkında değillerdi. Bu benim için çok dokunaklı, güzel, nazik bir andı ve bana göre bu sahne, Filistinli erkekleri temsil ediyor. Tanıdığım Filistinli erkeklerde çocuklarını topluma katkıda bulunan bireyler olarak yetiştirmek, üretken olmak, sürekli bir şeyler öğrenmek, eğitimli olmak için yoğun bir arzu var. Kadınlara saygı göstermek, aile bireylerinin hayatını kolaylaştırmak onlar için önemli. Özellikle çocuklarına karşı gösterdikleri nazik tutum ve ilgi, Peygamberimiz Muhammed’in (s.a.v) hayatında sıkça gördüğümüz bir şey. Hepsi için konuşmam imkânsız ama bu, Filistin’de çok şahit olduğum bir durum. Nedense Filistinli erkeklerin bu yönü pek vurgulanmıyor, duyurulmuyor. Erkekleri yok saymak, hatta insanlıktan çıkarmakla (dehumanizing) ilgili asıl sorun, hepsinin birer suçlu olduğu, hepsinin potansiyel bir hedef, potansiyel bir terörist olduğu varsayımıdır ve bence bu çok tehlikeli bir düşünce tarzı. Hepimizin bilinçli olarak bu anlatıya karşı direnmemiz gerekiyor.
Yemek yapma konusuna gelirsek… Özellikle Gazze’de tanıdığım erkekler bilâkis yemek yapmayı çok severler. Filistin genelinde Gazze’ye dair en çok bilinen şeylerden biri, erkeklerin yemek pişirme yetenekleridir. Genellikle dagge gibi meşhur Filistin salatalarını yapanlar erkeklerdir; bu salata, kilden havanlarda tokmakla döverek yapılır. Ayrıca fette acir[8] gibi, kavrulmuş körpe karpuz salatası gibi şeyleri de genelde beyler yapıyor. Hepimizde kendi önyargılarımız, basmakalıp düşüncelerimiz var. Yıllar önce Bourdain’in programı vesilesiyle bir aileyi ilk ziyaret ettiğimde bu duruma ben de şaşırmıştım. Bir Ramazan günü Umm Sultan’ın evine gitmiştik, Ramazan ağustos ayına denk gelmişti ve hava çok sıcaktı. Sıcaktan yorgun ve bitkindik. Oraya vardığımızda evin hanımı (Umm Sultan) bana biraz zaman verin, yemeklik biberleri topluyorum dedi ve biz de beklemeye başladık. Birden kocası ortaya çıktı; o zamanlar onu tanımıyordum. Bana “Bugün meftul pişireceğiz.” dedi. Ben de gayriihtiyari “Sen mi pişireceksin?” dedim ve o da çok doğal bir şekilde “Evet, tabii ki.” dedi. Hindiyi soteleyip, baharatlarla harmanlayıp ustaca yemek yaparken eşi mutfakta kanepeye uzanmış onu izliyordu (gülüyor). “Evde genellikle sen mi yemek yaparsın?” diye sordum. O da “Evet, yemek yapmayı eşimden öğrendim ama artık evin aşçısı benim, eşim sadece arada kontrol ediyor.” dedi. Bu benim için bile biraz alışılmadık bir durumdu. Erkeklerin yemek pişirmesine alışığım ama genelde kendi yemek kültürleri var; restoranlarda yemek yapmanın halka açık yüzü olurlar, sosyal medya şefleri olabilirler, evde salata gibi şeyler hazırlarlar… Meselâ bizim evlerimizde deniz ürünlerini kesinlikle erkekler hazırlarlar çünkü pis bir iş (gülüyor) ama günlük aile yemeğini hazırlamanın merkezinde duran bir adama o zaman rastlamak biraz tuhaftı ama harikaydı. Sonrasında Gazze şehri üzerine çalışan bir antropologdan, aslında Gazze’nin bu bölgesinin genellikle anaerkil kabul edildiğini, bu durumun istisna olmadığını öğrenmiştim.
Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim.
Ferhan Güloğlu
*Röportajın tamamı ve daha fazlası Filistin’i Görme Biçimleri’nde. (Everest Yayınları, 2025)
**Resimler için: https://www.lailahaddad.com/
[1] Hala Alyan’ın The Guardian’da yayımlanan makalesi, https://www.theguardian.com/world/2024/jan/28/gaza-palestine-grief-essay-poetry (son erişilme tarihi: 14.08.2024)
[2] Mahmud Derviş’in “Antitez” adlı şiirinden, Mahmud Derviş, Badem Çiçeği Gibi Yahut Daha Ötesi, Türkçesi: Mehmet Hakkı Suçin, İstanbul: Everest Yayınları, 2020.
[3] Molohiya otu ve bakla ile yapılan bir yemek. (F. G.)
[4] Tarhanaya benzer, bulgur ve yoğurt karışımının yazın kurutulmasıyla yapılan ve genellikle kış aylarında tüketilen bir yemek. (F. G.)
[5] Filistin’de denize erişilebilen tek yer Gazze derken İsrail kurulduktan sonra işgâl altında kalan bugünkü Filistin toprakları Batı Şeria ve Gazze kastediliyor. Bugün İsrail’in sınırları içinde kalan Akka, Yafa, Hayfa gibi şehirler de Filistinli liman kentleriydi. (Editörün notu)
[6] Mahmud Derviş, “Yabancıların Gezisi”, Atı Neden Yalnız Bıraktın, çev. Mehmet Hakkı Suçin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017.
[7] Laila el-Haddad’ın bahsettiği kişi, Şef Mahmoud Almadhoun, aşevinden -kuşatma altındaki Kemal Adwan hastanesine yiyecek sağladığı için- 30 Kasım 2024’te öldürüldü. (ed.)
[8] Laila el-Haddad’in yemek blogunda bu tarifin İngilizce versiyonu mevcut. https://gazakitchens.wordpress.com/2011/10/05/roasted-watermelon-salad-salatitfatit- (F. G.)
İşbu web sitesi ve tüm sayfaları Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa tabidir. Sitenin içeriğine ilişkin her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi-belge, her türlü fikri ve sınai haklar ile tüm telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet hakları Zift Sanat’a aittir.