1 Mart 2018’de görmüş ve derhal almıştım yukarıdaki Yeşilzade Mehmet Salih Efendi’ye ait talik levhayı. Yazı, talik hattın nitelikli bir örneği değildi, tashih edilmiş olmasına rağmen “güzel” vasfına yanaşamamıştı. Ben erbabı değilim ama gösterdiğim mütehassıslar da yazının zayıflığını teyit etmişlerdi. Haddizatında benim için eseri cazip yapan unsur da yazıdan ziyade imzası oldu: “Sâbık Erzurum Mebusu Mehmed Salih”… II. Meşrutiyet ve erken Cumhuriyet devirleriyle ve geçmişten günümüze mebusların tamamıyla alâkadar birisi olarak bu ismin Büyük Millet Meclisi I. devre mebuslarından Yeşilzade Mehmed Salih Efendi’den başkası olmadığı aşikârdı. Çalıştığım konular dolayısıyla Yeşilzade ile takriben 15 yıl önce, Ömer Hakan Özalp’in Dergâh’tan çıkan biyografisiyle tanışmış (Hoca, Şeyh, Siyasetçi Erzurumlu Yeşilzade Mehmed Salih Efendi, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1999) sonraları onun bazı metinlerini de okumuş ve fişlemiştim. Benim de hoca, şeyh ve mebus/siyasetçi olarak tanıdığım Mehmed Salih Efendi’nin hattatlığına dair ise hafızamda hiç bir bilgi yok! Oysa Özalp biyografide bu konuya da temas ediyor ve Cemaleddin Server Revnakoğlu’ndan naklen Yeşilzade’nin 29 yaşında sülüs, nesih ve talikten icazet aldığını, 40’lı-50’li yıllarda intişar eden İslamiyet gazetesinde bazı levhalarının basıldığı bilgisini, künyeleri ile birlikte veriyordu. Okumuş ama kaydetmemişim… Velhasıl hattatlık meselesi çözülmüştü. Bununla beraber levhanın ısrarla yönelttiği başka sorular da vardı. Yeşilzade niçin bu ayeti yazmıştı? Başka yazıları vardıysa nelerdi? Ama en önemlisi, imza metninde eski bir milletvekili olduğunu niçin belirtmişti? Acaba diğer yazılarında da imza metni aynı mıydı? Diğer eserlerini görmek ve hattatlığına dair intibaları okumak için başta İbnülemin’in Son Hattatlar’ı olmak üzere hüsn-i hat tarihi kitaplarından elim boş dönmüştüm. İmdadıma Özalp’in kitabı yetişti. Yukarıda ifade ettiğim üzere Özalp, Mehmed Salih Efendi’nin İslamiyet’te basılan levhalarının künyelerini vermişti. Hepsini tek tek inceledim, hepsinde imza olarak -aşağıdaki örnekte görüleceği gibi- Mehmed Salih istifini kullanmıştı.
Soruları çoğaltalım… Hattatlar imza metinlerini tespit ederken hangi unsurları hesaba katıyorlardı? Ne zaman istif olarak, ne zaman metin olarak imza atıyorlar? Daima aynı metinle mi imza atıyorlar? Öyle değilse tercihlerini belirledikleri kriterler neler? Öyle değilse tercihlerini belirledikleri kriterler neler? Yazının kimin için yazıldığı bir etken olabilir mi örneğin? Ve bütün bu soruların ardına birer de “niçin?” sorusu… Hüsn-i hat tarihçiliğimizin henüz ilgilenmediği, benimse müktesebatımın cevaplamaya yetmediği sorular… Farklı imzalar kullanan hattatları hatırlamaya çalışıyorum. Hatırıma gelen örnekler bazı “niçin”lerin cevaplanabileceği ipuçları taşıyorsa da buradaki durumu açıklamıyor. Sözgelimi Musa Azmi, Erkan-ı Harbiye Dairesi’nde çalışırken başka bir işle meşgul olması mevzuat gereği yasak olduğu ve kendisi de gizlice bir yazı dükkânı açtığı için kendisine bir müstear isim seçmiş, yazılarına Hâmid imzasını atmıştı. Keza Halim Efendi; Mustafa Halim, el-Hac Mustafa Halim ifadelerinin yanısıra 1946’dan itibaren Güzel Sanatlar Akademisi’nde hüsn-i hat dersleri vermeye başlayınca bu yeni mesleğini de imzalarında belirtmeye başlamıştı. Kimi hattatlar ise bazı imza metinlerinde icazet aldıkları hocalarının isimlerini ve hatta kimi örnekte mensup olukları silsilenin tamamını da paylaşıyorlardı. Fakat bütün bu örneklerde metin ne olursa olsun hüsn-i hat etrafında örülüyordu.
Yeşilzade’nin bu yazıya konu olan levhadaki imzasını sıradışı kılan ise milletvekilliği gibi hüsn-i hat ile hiç alâkası olmayan bir statüyü ön plana çıkarmasıydı. Niçin? Belki de “sâbık Erzurum mebusu” olan hattat bize, bu sorunun cevabını hüsn-i hat vadisinde değil de siyaset vadisinde bulabileceğimizi telkin ediyor…
O halde siyaset vadisine intikal edelim ve tekrar Yeşilzade’nin biyografisine dönelim… Hiç değilse levhanın yazıldığı 1926’ya kadar olan kısmına…
1872’de Erzurum’da doğan Mehmed Salih Efendi, Ruslar tarafından işgal edildiği 1916 senesine kadar bu şehirde yaşadı. Mektep ve medrese eğitimini, hüsn-i hat talimini, tasavvuf terbiyesini bu şehirdeki zevattan edindi, muhtelif kurumlarda öğretmenlik yaptı, çocuklar için kitaplar neşretti. Bunların yanısıra II. Meşrutiyet’in hemen başlarında Müslümanlara Rehber adlı bir kitap neşretti. Sosyal Demokrat Fırkası ismiyle bir parti kurmak istedi ancak muvaffak olamadı. 1916’da İstanbul’a gelen Yeşilzade, 1919’da Bursa’ya yerleşti. Burada Redd-i İlhak Cemiyeti ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşunda rol aldı, yöneticiliğini yaptı. 1919’da Osmanlı Meclis-i Mebusan seçimlerinde Bilecik’ten mebus seçildi fakat mebusluğu kabul etmedi. Milli Mücadele sürecine aktif olarak destek verdiği bu sıralarda 1920 Büyük Millet Meclisi seçimlerinde Erzurum’dan mebus seçildi ve – bu defa – Meclis’e katıldı.
Mebusluğunun başlangıcında Mustafa Kemal’in talimatıyla ve Milli Mücadele faaliyetlerini örgütlemek üzere Bursa’ya gönderildi. Bolu’da, Mudurnu’da, Konya’da baş gösteren isyan faaliyetlerini bastırmaya çalışan ekipler içerisinde bulundu. Meclis’e tekrar döndükten sonra, başta saltanatın kaldırılması olmak üzere; Hindistan ve Azerbaycan’dan gelen yardım paralarının akıbeti, İstiklâl Mahkemeleri’nin faaliyetleri, muhalefete karşı takınılan tavırlar, Rusya ile kurulan yakın ilişkiler ve dolayısıyla komünizme alan açılması gibi meseleler üzerinden süratle muhalif saflara doğru seyretti. Başka bir Erzurumlu’nun, Hüseyin Avni Ulaş’ın başını çektiği II. Grup’a katıldı. Bu sırada Ankara’da muhalif fikirleri temsil eden, hilafet / saltanat sistemini savunan Şarkın Sesi gazetesini çıkarmaya başladı (1922). Tahmin edileceği üzere yenilenen seçimlerde aday gösterilmedi ve 1923’te toplanan II. Meclis’in dışında kaldı. Bunun üzerine ticaretle meşgul olmak üzere İstanbul’a yerleşti. 1925 senesinin bir Haziran sabahı Mustafa Kemal’e suikast düzenlemek, hükümeti devirmek maksadıyla örgüt kurmak iddialarıyla tutuklandı ve İstiklâl Mahkemesi tarafından yargılandı. Yaklaşık iki buçuk ay süren bu tutuklu yargılamanın ardından suçsuzluğuna hükmedilerek serbest bırakıldı… Bu yargılanma sürecinden geriye derin izler, derin endişeler, derin küskünlükler ve derin öfkeler kaldı…
Ve galiba bir de bütün bu izleri, endişeleri, küskünlükleri, öfkeleri sığdırdığı 1926 tarihli bu talik levha…
Ve galiba bunun için bu levhaya “Ve kefâ billahi hasîbâ / Hesap görücü olarak Allah yeter” yazmayı tercih etti…
Ve de galiba bunun için bu yazıya bir hattat gibi değil bir siyasi maznun edasıyla imza attı.
Benimki spekülasyon tabii…
Serhat Aslaner